Hata yapmaktan korkmamak için, önce hatanın ne olduğunu iyi düşünmek gerekir. Hata, bir insanın ‘istemeden yaptığı’ davranışlardır. Gereği gibi düşünemediği, gereken tüm tedbirleri alamadığı, gereği gibi irade gösteremediği, ihmalkarlık yaptığı, unuttuğu ya ya da yanıldığı için elinde olmadan sebep olduğu durumlardır.
Bir de kasten yapılan, karşı tarafa zarar vermeyi amaçlayan, kin, öfke veya kıskançlıkla, intikam duygularıyla, rekabet hissiyle, kötülük olsun diye, özel olarak tasarlanan davranışlar vardır.
Kasten yapılan kötü amaçlı bu davranışlarda ilgili kişiye buğz edilmesi, o kişiye karşı tedbir alınması ve dikkatli davranılması son derece normal ve hatta gereklidir.
Ancak iyi niyetli bir insanın, istemeden yaptığı, hatta ortaya çıkan sonuçtan en çok kendisinin rahatsız olduğu bir durumda, o kişiye karşı haksız bir kızgınlık duymak vicdana uygun değildir. Çünkü herşeyden önce, o kişi yalnızca kaderinde olanı yapıyordur. Allah dilediği için o hata gerçekleşmiş, Allah dilediği için o kişi, o hatayı yapacağı şartları hazırlamıştır.
İnsan Allah’a ait bir varlıktır. Allah’ın sonsuz gücü karşısında acz içindedir. Allah’a tam teslimiyetle kaderini yaşamaktadır. Bu nedenle hayatı boyunca her ne yaşarsa yaşasın, ne tür bir durumla karşılaşırsa karşılaşsın, tüm bunları Allah’ın yarattığını unutmamalıdır. Ve iman eden bir insan için –Allah her ne yaratırsa yaratsın- , -ve bu her ne kadar eksiklik, acı ya da sıkıntı olarak görünürse görünsün-, mümin için kesinlikle ‘hayırdır’, ‘nimettir’. Allah dilediği için o kişi o hatayı yapmaktadır. Demek ki o hatanın sonucunda gerçekleşmesi gereken bir durum vardır. Ve bunda da mümin için mutlaka bir güzellik vardır. Allah olayların başka bir şekilde gelişmesini o kişi için daha hayırlı görmüştür. O zaman mümin de meydana gelen bu durumdan tedirgin olmayacak, Allah’ın takdir edip güzel gördüğü sonuçta, o da aynı güzelliği görecektir.
Örneğin bir insan yürürken dikkatini tam olarak açmadığı ve önüne bakmadığı için karşısına çıkan bir şeyi kırıp yıkabilir. Ya da saatlerce emek verilerek hazırlanmış bir yemek tabağına çarpıp yere düşürebilir. Uyuyakaldığı için kendisini bekleyen insanların işlerini geciktirebilir. İşte tüm bunlarda Allah’ın yarattığı türlü hikmetler gizlidir. O kırılan eşyayı kıran Allah’tır. O eşya belki ileride sahipleri arasında bir huzursuzluğa yol açacak, belki daha tehlikeli ve birine zarar verecek şekilde kırılacaktır. Belki de onun kırılmasıyla, Allah o yere onun çok daha güzelinin alınmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde yere dökülen yemeği döktüren de Allah’tır. Belki o yiyecekte bayat bir malzeme vardır ve yiyen birinin rahatsızlığına sebep olacaktır. Belki yiyecek olan kişinin daha sağlıklı bir şeyi yemesine engel olacaktır. Bunun gibi uyuduğu için gideceği yere gidemeyen bir insanı uykudan uyandırmayan da Allah’tır. Çünkü onu bekleyen arkadaşlarının geç kalması gerekiyordur. Belki bu onları bir tehlikeden koruyacak, belki daha önemli bir şeyi halletmeleri için onlara imkan oluşturacaktır.
Bunlar sadece birkaç örnekten ibarettir. Ama mümin, gün boyunca yaşadığı tüm olayları ve yaptığı hataları da bu bakış açısıyla ve hikmet gözüyle değerlendirmelidir. Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır.”(Kamer Suresi, 52-53)
Ancak bu gerçeği düşünmeyen pek çok insan hata yaptığında telaşa kapılır. Hatanın şiddetine göre bu tedirginliği, üzüntüsü ve huzursuzluğu daha da artar. Özellikle de bu hatanın yol açtığı durumdan etkilenen insanların konumunu düşündükçe, bu rahatsızlığı daha da gelişir. Onların kendisine kızgınlık duyacaklarından, tavır alacaklarından çekinmesi ise, yaşadığı bu sıkıntıyı daha da artırır.
Oysa ki kişinin yaşadığı tüm bu sıkıntılar tümüyle yersizdir. Ve herşeyden önce Kuran ahlakına uygun değildir. Müminin “herşeyde hayır olduğunu bilerek” kalbinin mutmain olmuş yani yatışmış olması gerekir. Nasıl ki bir başkası hata yaptığında, o hatayı sahiplenmiyor ve bu tarz bir sıkıntıya girmiyorsa, kendisi yaptığında da durum bundan farksızdır. Sıkıntıya, üzüntüye kapılmamalıdır. Ama hatasından ders almalıdır. Üzerinde derinlemesine düşünmelidir. Bir daha tekrarlanmaması için ne tür tedbirler alması gerektini tespit edip bunları planlamalıdır. Hatasıyla neden olduğu durumu ortadan kaldırmak için elinden gelen her türlü çabayı göstermelidir. Zarar verdiği insanlar varsa, bu kimselerden özür dilemelidir. Gönül alıcı güzel sözlerle, Allah’tan korkan, güzel ahlaklı, vicdanlı bir insan olduğunu bu kimselere göstererek, o hatayı istemeden yaptığı konusunda karşı tarafı ahlakıyla rahatlatmalıdır.
İnsan yaptığı hatayla kimi zaman küçük sorunlara, kimi zaman da çok hayati ve büyük sorunlara yol açabilir. Bu da insanı telaşlandırmamalıdır. Sonuç, maddi ya da manevi anlamda, zahiren telafi edilemez boyutlarda da olsa, ya da sıradan ve basitçe halledilebilir aksaklıklara da yol açsa bu, müminin düşünce şeklini değiştirmez. Mümin elbetteki vicdan azabı duyar, pişmanlık hisseder. Ancak Allah zaten insanı, vicdanını bu şekilde kullanması, pişman olup tevbe etmesi, Allah’tan bağışlanma dilemesi ve o hatayı bir daha yapmamak için karar alması için özellikle hata yapacak karakterde yaratmıştır.
Elbette ki insan hata yapmamak için elinden geleni yapmalı; aklını, vicdanını, iradesini, yeteneklerini, imkanlarını son noktasına kadar kullanarak aldığı bir sorumluluğu ya da yapacağı bir işi olabilecek en kusursuz ve mükemmel şekilde yerine getirmeye çalışmalıdır. Ama hata oluştuğunda da, Kuran’da hata yapan müminin göstermesi için bildirilen ahlakı yaşayarak bu durumu telafi etmelidir.
Müminlerin her konudaki ölçüleri Kuran olduğu için, hata yapan bir insana olan bakış açıları da yalnızca Kuran ahlakıyla olacaktır. Mümin, karşısındaki gibi kendisinin de her an hata yapabilecek, acz içinde bir insan olduğunu bilir. Her insana herşeyi yaptıranın Allah olduğunu bilir. -Allah’ın dilemesiyle-, bir insanın samimiyetle mi yoksa kasti olarak mı böyle bir hata yaptığını fark edebilir. Samimi olan bir insana ise, sadece tek bir hatasından dolayı ne sevgisinde ne de saygısında bir değişiklik olmaz.
Ayrıca Allah Kuran’da müminlere “affedici ve hoşgörülü olmayı”, “bağışlamayı” emretmektedir. İşte Müslüman bir kardeşinin, küçük ya da büyük bir hata yapması, müminin bu ahlakı göstereceği anlardır. Hata yapan kardeşini tedirgin etmeden, yaptığı hatayla onu minnet altında bırakmadan ona doğrusunu gösterecek; hatalı yönlerini düzeltmesine yardımcı olacaktır. Affedecek, bağışlayacak, sevgiyle, hoşgörüyle cesaretlendirerek kardeşinin o hatadan kurtulmasını ve çok daha iyi olmasını sağlayacaktır.
… Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi, 40)
… Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Teğabün Suresi, 14)
Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)
Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir. (Şura Suresi, 43)
Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah, affedicidir, güç yetirendir. (Nisa Suresi, 149)