İnsanlar iman edip hayatlarını Allah’ın razı olacağı ve vicdanlarına uygun şekilde yaşama yönünde bir karar verecekleri zaman, şeytanın çeşitli telkin ve aldatmacalarıyla karşılaşırlar. Bu aslında onların, samimiyetlerini ve gerçek bakış açılarını ortaya çıkaracak önemli bir test ve önemli bir dönüm noktasıdır.
Ya gerçekten iman edecek ve hayatlarındaki en öncelikli konuları, ‘Allah’ın sevgisini kazanmak, Allah’ın istediği gibi yaşamak’ olacak; ya da ‘dünyada nasıl daha iyi yaşayabilir ve nasıl daha çok çıkar elde edebilir’, bunun hesabını yaparak bu menfaatleri elde etmeye çalışacaklardır.
İşte bu ikinci seçenekteki düşünceye kapılan insanlar için, dünya hayatında iyi bir yaşam sürebilmenin, onlara göre ‘olmazsa olmaz’ kabul edilen bazı değerleri vardır. Herkesin çok iyi bildiği gibi bunlar, zenginlik, mal mülk sahibi olmak, toplumda belirli bir yer ve itibar elde edebilmek, elit kabul edilen bir çevreye girip, sözü geçen bir camiaya dahil olabilmektir. Bu insanların yaşam gayeleri, bu değerleri elde etmek üzerine kuruludur. Küçük yaşlarından itibaren çocuklarına verdikleri telkinler, hep bu mantığı alıp bu yönde mücadele etmelerine yöneliktir.
İşte insanların büyük bölümüne hakim olan bu hırslı bakış açısının ardında gizlenen gerçek ise, bu kimselerin bilinçaltlarındaki ‘gelecek korkusu’dur. Şeytan, iman ile imansızlık arasında seçim yapmak üzere olan insanlara bu noktada şu önemli gerçeği unutturarak yaklaşır: Dünyadaki maddi manevi, her şeyin tek sahibi Allah’tır. Hiçbir insanın Allah’tan müstakil, ayrı bir gücü yoktur. Hiçbir insan, kendi çabasıyla herhangi bir şeyi elde etme gücüne sahip değildir. Hiçbir insan, kurnazlık yaptığı ya da menfaatlerini iyi gözettiği için herhangi bir nimeti elde edemez. Tüm bunlar, yalnızca ve yalnızca Allah dilerse gerçek olur. Allah bir kimseye zenginlik, güzellik, ihtişam, mal mülk, itibar vermeyi dilerse, bunu dilediği anda gerçekleştirir. Bu önemli gerçek asla unutulmamalıdır. Eğer bir insan kararlarını verirken, her şeyi yaratabilecek tek güç sahibi olanın Allah olduğunu unutarak hareket ederse, ve Allah’tan yana, imandan yana tavır koymak yerine, gücü insanlarda ararsa, Allah o insana asla gerçek mutluluğu nasip etmez. O kimse belki dünyanın tüm o maddi değerlerini elde eder, ama bu nimetlerin hiçbiri, ona yaşayabileceğini sandığı güzel hayatı veremez. Allah, ancak Kendisi’ne yönelen, nimetin tek sahibinin Allah olduğunu bilen kullarına nimetin güzelliğini yaşatır.
İşte inançlı bir insanı yönlendiren güç, çıkar hesapları değil, imanı ve Allah’a olan güveni olmalıdır. Kendisini koruyacak, nimet ulaştıracak tek gücün Allah olduğunu bilmeli ve kararlarını verirken, hiçbir dünyevi menfaat hesabı yapmaksızın, sadece bu teslimiyetle karar vermelidir.
Bu duruma hayatın içinden bazı örnekler vererek daha iyi anlaşılmasını sağlayabiliriz:
- Bir kimsenin eşi nadir rastlanacak şekilde zengin, varlıklı, hiçbir maddi sıkıntı yaşamayan, son derece itibarlı bir kişi olabilir. Ancak iman etmiyordur veya kötü ahlaklıdır ya da eşine şiddet uyguluyordur, ona değer vermiyordur. Ve bu insan, eşinin tavırlarından dolayı çok kötü bir hayat yaşıyordur. Ancak sırf eşinden ayrıldığı takdirde maddi zorluk çekeceğini düşündüğü için, doğru olan adımı atmıyor ve bu zulmün esiri olmaya devam ediyordur.
- İyi bir şirkette yüksek bir maaşla çalışan bir kimse, işyerindeki patronunun yolsuzluk yaptığına, zimmetine para geçirdiğine, vergi kaçırdığına ya da benzer şekilde bir oyun ile hukuksuz bir tavır gösterdiğine şahit olur. Bu noktada bu gerçeği açıklamakla açıklamamak arasında bir vicdan muhasebesi yapmak durumunda kalır. Gerçekleri açığa çıkardığında, çok açıktır ki işinden atılacak, aldığı yüksek maaşı kaybedecek ve hayatı bu yönüyle zorlaşacaktır. Ama aksinde de doğru olanı yapacak ve dürüst bir tavır göstererek, yalana adaletsizliğe hukuksuzluğa ortak olmamış olacaktır.
- Maddi gücü yerinde olmayan ve ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan bir yakınının tedavi masraflarını karşılayabilecek güçteki bir kimse, vicdanında şu sorgulamayı yapmak durumunda kalır. “Zaten kısa bir zaman sonra büyük olasılıkla ölecek olan bir insan için tüm servetini harcamaya gerek var mıdır?” Bunun yerine parası yokmuş gibi davranıp ya da başka bir bahaneyle bu insandan yüz çevirmek ona daha iyi bir çözüm olarak görünür. Çünkü aksinde onca zaman emek verip biriktirdiği mal mülk, ona göre mantıksız bir şekilde yok olmuş olacaktır.
İşte bu noktada örnek verilen bu insanlar, hep Allah’a güvenmekle güvenmemek arasında bir kararsızlık içinde kalırlar. Oysa kendisine nimet verecek olanın yalnızca ve yalnızca Allah olduğunu bilen bir insan, bir an bile düşünmeden doğru olan tavrı gösterir. Bilir ki, dürüst olduğu, Allah’tan yana tavır koyduğu, vicdanlı davrandığı takdirde, O’nu Allah koruyacak ve ona ihtiyacı olan nimeti başka bir yoldan nasip edecektir.
Elbette ki tevekkül insanın mantıksız şekilde hiçbir sebebe sarılmaksızın hiçbir çaba harcamaksızın durup ihtiyacı olan şeyi elde etmeyi beklemesi değildir. Ama samimi bir insanın, her zaman, her konuda, asla vazgeçmeyeceği bir ölçüsü vardır. Nasıl bir durumla karşı karşıya olursa olsun, yapması gereken her zaman için, karşısındaki seçenekler arasından mutlaka Allah’ın en razı olacağı ve vicdanına en doğru geleni seçmesidir. En çıkarına uygun olanı ve en mantıklı görüneni seçmesi değildir.
Allah Kuran’da bu yüksek ahlak anlayışını anlayabilmemiz için pek çok örnek vermiştir:
Firavun’un eşi, Mısır’ın tamamına ve içerisindeki eşsiz zenginliğin tümüne sahip olan Firavun’u, inkar ettiği için hiç düşünmeden terk etmiştir. Mutluluğu, nimeti, serveti kendisine verebilecek tek gücün yalnızca Allah olduğunu bilerek, bir anda tüm bu servetten yüz çevirmiştir.
Yine Peygamberimiz (sav) döneminde, İslam’ın tebliğiyle tanışan sahabeler, hiç düşünmeden puta tapan ailelerinin kendilerine sağlayacağı imkanları bırakarak Peygamberimiz (sav)’in yanında yer almışlardır.
Hz. Yusuf, Mısır’da bir vezirin sarayında yaşarken, tüm bu imkanları bir anda terk etmiş, Allah’ın razı olmayacağı bir ortamda bulunmaktansa, vicdanının sesini dinlemiş ve yıllar yılı zindanda kalmayı tercih etmiştir. İnsanlara maddi manevi her türlü nimeti verebilecek tek gücün Allah olduğunu bilerek Allah’a güvenerek hareket etmiştir. Nitekim bu ahlakı sonucunda Allah onu Mısır’a hükümdar kılmıştır.
Firavun, Hz. Musa ve beraberindeki kavmini iki deniz arasında sıkıştırdığı zaman, Hz. Musa Firavun’un ordularına, gücüne bakıp aldanmamış, Allah’a güvenip Allah’tan yana tavır koymuştur. Allah bu ahlakına karşılık bir mucize yaratarak peygamberi ve inananları kurtarmış, Firavun ve ordularını ise suda boğmuştur.
İşte tüm bu örnekler bize, Allah’a güvenip Allah’tan yana, vicdanımızdan yana hareket edip doğru kararları verdiğimizde, Allah’ın mutlaka bize bir yol açacağını göstermektedir.
Allah bir ayette bize bu gerçeği şöyle hatırlatır:
“…Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir;
Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır.” (Talak Suresi, 2-3)