İnsana dünyada belirli bir süre verilmiştir. Bu süre bittiğinde ölümle mutlaka karşılaşacaktır. Kuran’da her insanın bir gün mutlaka ölümle karşılaşacağı şöyle haber verilir:
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahade edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma Suresi, 8)
Ölüm, kendisinden kaçan, korkan ve öleceğini hiç düşünmeyen gaflet içindeki insanlar dahil tüm insanlara gelecektir. Ancak gaflet içinde Allah’ın hükümlerini göz ardı eden insanlarla iman eden insanların, ölüm anında yaşayacakları farklı olacaktır. İnkar edenler hiç beklemedikleri bir anda ölümle yüz yüze gelince dehşete kapılacak ve büyük bir korku yaşayacaklardır. Ayrıca canları büyük bir acıyla alınacaktır. İnkar edenlerin, canlarının alınışı Kuran’da şöyle tarif edilmektedir:
Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)
Kuran’da bildirildiği gibi, inkar edenlerin canları acı içinde alınacaktır. Bu anda, uğrunda hırs göstererek Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı ettiği herşeyin önemini yitirdiğini görecektir. Hayatı boyunca en çok değer verdiği ailesi, arkadaşları, akrabaları, çok sevdiği işi, arabası, evi, malı-mülkü hepsi tamamen değerini yitirir. Artık çaresiz ve yalnız kalmış, korkusu daha da artmıştır. Bu durumda inkar eden kişi tüm hayatını boşa geçirdiğini ve Allah’ın rızasına yönelik hiçbir şey yapmadığını fark ederek derin bir pişmanlık duyar. Korku ve pişmanlık içinde azaptan kurtulabilmek için çareler arar ve bütün sevdiklerini feda etmek ister. Allah Kuran’da inkar eden kişinin kıyamet gününde içine düştüğü bu durumu şöyle tarif etmektedir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi, 10-15)
Ayette açıkça bildirildiği gibi, Allah’tan gafil yaşamış insan canını verecek kadar çok sevdiği yakınlarını, tutkuyla bağlı olduğu tüm dünya nimetlerini cehennem azabına karşılık vermek isteyecektir. Ancak kendisine dünyada sahip olduğu hiçbir şeyin faydası olmayacak, ebediyen kalmak üzere cehennem halkı arasına katılmaktan kendisini kurtaramayacaktır.
Gaflet içinde inkarda direnen insanların canları acı içinde alınırken, iman edenlerin canları ise kolaylıkla alınır. Gafletten korunmaya çalışan, iman etmiş insanların ölüm zamanı geldiğinde, canları melekler tarafından güzel bir şekilde alınarak cennetlere yerleştirilirler. Kuran’da iman edenlerin canlarının alınışı şöyle tarif edilmektedir:
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: “Selam size” derler. “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (Nahl Suresi, 32)
O anda mümin, Allah’ın kendisine verdiği nimetleri, dünyada kalanlara duyurarak onları uyarmak ister. Müminlerin bu tavrı Kuran’da şöyle bildirilir:
Ona: “Cennete gir” denildi. O da: “Keşke benim kavmim de bir bilseydi” dedi. “Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını.” (Yasin Suresi, 26-27)
Canının güzel bir şekilde alınmasını ve cennette ebedi bir hayat sürmeyi arzulayan her insan, gafletten kurtulmadığı takdirde ölüm anında yaşayacaklarını düşünmelidir. Dünyada canı yandığı ve acı duyduğu anlarda hissettiklerinin kat kat fazlasını ölüm anından itibaren ebediyen yaşayacağını tefekkür etmelidir. Bu azabı düşünüp, her an ölümle karışacağını bilen, korkuyla, gönülden Allah’a yönelen her insan içinde bulunduğu gafletin farkına varacaktır. Dolayısıyla da Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak, göstereceği ciddi çabayla gafletten kurtulacaktır.
Asıl yurdun ahiret olduğunu bilmek
Asıl yurdun ahiret olduğunun şuurunda olmayan gaflet içindeki insanlar dünyada sürekli olarak rahat edecekleri daha iyi yerler ve imkanlar ararlar. Örneğin dar gelirli, evi olmayan biri hep kiradan kurtulacağı anı düşünür. Bir evinin olması onun en büyük idealidir. Bu uğurda sıkıntıya girer, ömrünün büyük bir kısmı ev ve diğer ihtiyaçları için taksit ödeyerek geçer. Bir başkası apartman dairesinden müstakil eve geçmeyi, bir diğeri ise, geniş arazili bir çiftliğe sahip olmayı düşünür. Ama Allah’ın ahirette vaat ettiği cennet mülklerinin varlığına inanmadığı ya da bu ihtimali kendince çok uzak gördüğü için bunlara ulaşmakta en ufak bir çaba bile göstermez. Oysa müminler, cennete ve oradaki nimetlere kavuşmak için yarışırlar. Allah gaflet içinde dünya nimetlerine sahip olmak için adeta diğer insanlarla yarışarak çaba harcayanları, Kuran’da şöyle uyarmaktadır:
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)
Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) ‘çaba gösterip-yarışın,’ ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah’a ve Resûlüne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)
Ahiret yurdunun varlığını kavrayamayan gafil kimselerin ortak özelliği, dünyada tatmin bulacakları yer ve imkanlara sahip olmaktır. Bunu büyük bir tutkuyla arzu ederler. Fakat elde ettikleri bütün bu değerler onları, sandıkları gibi çok mutlu edip, dertsiz kedersiz yaşamalarını sağlamaz. Çünkü dünya hayatında sahip olunan herşey eskiyip çürüyecek, bozulup yok olacaktır. Buna kişinin kendi bedeni de dahildir. Bu nedenle gaflet içindeki insanlar, sevdikleri ve değer verdikleri şeylere zarar geleceği korkusuyla sürekli tedirgin yaşarlar. Kendilerine çok kısa bir süreden başka hiçbir yarar sağlamayacak bu değerlere karşı insanlar Kuran’da şöyle uyarılırlar:
Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma) dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur. (Mümin Suresi, 39)
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Kuran’da insanlara dünya nimetlerinin geçici olduğu, asıl nimetlerin ahirette bulunduğu bu ayetlerle açıkça bildirilmiştir.
Bu dünyanın geçiciliğinin farkına varmak, gaflet içinde olan bir insanın gafletten kurtulmasına vesile olur. İnsan, geçici fayda sağlayan dünya nimetlerine duyduğu tutkulu isteklerden arınır, sonsuz güzellikteki cennet nimetlerini ve Allah’ın rızasını kazanmaya yönelir. Allah Kuran’da bu hükmünü şöyle bildirmektedir:
Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki onun sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin Suresi, 22-26)
Ahiretten geri dönüşün olmadığını bilmek
Gaflet içindeki insanın kendini kandırdığı konulardan biri de, kendisine bir fırsat daha tanınacağı yanılgısıdır. Hatta bu düşünce bazı çevrelerde reenkarnasyon adı verilen batıl bir inanış haline bile getirilmiştir. Gafil insan ne kadar hata yaparsa yapsın, öldükten sonra tekrar dünyaya dönerek, bunları telafi etme imkanına sahip olacağını zanneder. Bu nedenle öldükten sonra Allah’tan son bir umutla geri dönmeyi ister. İnkar edenlerin, bu istekleri Kuran’da şöyle bildirilir:
Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 12)
Bu durumun ayetlerde bildirilmesinin bir hikmeti de geri dönüşü olmayan günden önce insanların kaçınılmaz olan bu gerçeği bilmesi, aksine kuruntulara kapılmadan Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmalarıdır. Ancak Allah’ın bildirip uyardığı ahiret azabının şiddetini düşünmeyen buna bir türlü ihtimal vermeyen, kesin bilgiyle inanmayan insan, sonunda mutlaka Allah’ın huzurunda bu gerçekle yüz yüze gelecektir. Bunu ısrarla anlamazlıktan gelen derin gaflet içindeki insanın hala kendisine bir fırsat daha verileceğini düşünmesi, aslında kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Azabı hak eden insan, pişmanlığını ahiret gününde dile getirecektir. Kuran’da cehennem halkının pişmanlıklarını içeren konuşmalar bildirilerek insanlar uyarılmaktadırlar. Bu ayetlerden biri de şöyledir:
Ya da azabı gördüğü zaman: “Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım” (diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 58)
Gafletten kurtulmak ve bu ifadelerin sahibi olmamak için insanın iyice düşünmesi ve Allah’ın azabından şiddetle korkup sakınması gerekir. Azabı hak eden gafil insanların en büyük yanılgıları, ahiret yurdunu dünya hayatıyla karşılaştırmalarıdır. Allah’ın sorgusunu, cenneti ve cehennemi, dünyada yaşadıkları olaylarla kıyaslarlar. Dünyadaki gibi ahirette de herşeyin bir telafisi olacağını düşünerek kendilerini kandırırlar. Örneğin dünyada sınıfta kalsa, okuldan atılsa bile sonradan affedileceğini düşünür. Hapisteki bir insanın da bir gün süresi belirli olan cezası bitecek, serbest kalacaktır. Nitekim dünyadaki sıkıntılar ömür boyu sürmez, belli bir süre sonra biter. İşte gafil kişiler, ahirette de bu tür imkanlar ve fırsatlar olduğu inancıyla dünyada korkusuzca her türlü sınır tanımazlığı yaparlar. Oysa telafilerin yapılacağı, fırsatların değerlendirileceği yegane mekan dünyadır. Ahiret ise, karşılıkların verildiği yerdir. Bu nedenle, kişinin ebediyen sürecek cehennem azabına neden olan bu gaflet halinden kurtulması için, ahiretten geri dönüşün kesin olarak mümkün olmadığını ve ahirette hiçbir suçu telafi imkanının bulunmadığını tefekkür etmesi gerekir.
Cehennemin ne kadar azap verici bir mekan olduğunu ve orada Allah’ın dilemesi dışında sonsuza dek kalınacağını bilmek
Gafletteki kişi, ölümü uzak gördüğü gibi cennet ve cehennemi de kendinden uzak görür. Oysa ölüm ne kadar kesin ve gerçek ise, cennet ve cehennem de o kadar kesin ve gerçektir. Orada dünyadakinden çok daha net ve gerçek bir ortam vardır. Ve şurası çok kesin bir gerçektir ki, dünyadaki herkes mutlaka bu iki yerden birine girecek ve ebediyen de orada kalacaktır.
Cehennemi net ve kesin bir gerçek olarak bilip düşünmek ise, insandaki Allah korkusunu ve cennet özlemini artırır. Cehennemin nasıl bir azap yurdu olduğunu tefekkür etmek için Kuran’da yapılan cehennem tasvirleri üzerinde dikkatle düşünmek gerekir. Kuran’da cehennemin tasvirinin yapıldığı ayetlerden bazıları şöyledir:
O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün. Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (İbrahim Suresi, 49-50)
… Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir. (Kehf Suresi, 29)
… İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınları içinde olanlar ve derileri eritilmiş olur. Onlar için demirden kamçılar vardır. Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara:) “Yakıcı azabı tadın” (denir). (Hac Suresi, 19-22)
Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Müminun Suresi, 104)
(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yokoluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. De ki: “Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va’dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır.” (Furkan Suresi, 12-15)
Dünyada en ufak bir acıya dahi tahammül edemeyen insan, bu acı ve ızdırap ortamını samimi bir şekilde düşünürse, cehennem azabının -Kuran’da tarif edildiği üzere- dünyaki hiçbir acı ile kıyas kabul etmeyecek derecede dehşetli olduğunu görür. Cehennemde ne azabın sona ermesi ne de ölmek yoktur. Kuran’da cehennem azabının süresiz olduğunu bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:
(Orada) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)
Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa onlar ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 81)
Cehennemde sürekli olarak, büyük bir acı çekileceği, oradan hiçbir şekilde kurtuluşun olmadığı, acıların hiç son bulmayacağı, acıya karşı bir bağışıklık ya da alışkanlık da olmayacağı çok açık bir gerçektir. Bunları vicdanlı ve samimi bir biçimde tefekkür etmek insanın Allah korkusunu artırarak şuurunun açılmasına, gafletten kurtularak Allah’ın rızasını aramasına vesile olur.
Böyle olmakla beraber Allah’tan bir rahmet olarak Peygamber Efendimiz (sav)’in şöyle bir hadisi de vardır:
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: “Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.” Ebu Said der ki: “Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: “Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz…”(Nisa Suresi, 40) (Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601))
Sonsuzluğu kavramak
İnsanların bir kısmı sonsuzluk kavramını düşünmek konusunda da genelde tembellik ederler. Sonsuzluğun asla bitmeyecek, sonu gelmeyecek, tükenmeyecek bir zamanı ifade ettiğini, gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar. Sonsuzluğu, yalnızca çok uzun yılları, asırları ifade eden bir kavram gibi kabul ederler.
Oysa “sonsuzluk” çok farklı bir kavramdır. Sonsuzluk, bir insanın ömrü kadar süre değildir. Birkaç insan nesli kadar bir süre de değildir. Sonsuzluk bin yıl değil, on bin yıl değil, yüz bin yıl değil, milyon veya milyar yıl değil, hatta trilyon yıl da değildir. Sonsuzluk bunların tamamının dışında, hiçbir sona ulaşmayan, asla bitip tükenmeyen bir zamanı ifade eder.
İşte bu gerçeği düşünen insan sonsuz yaşamını cehennemde geçirme tehlikesini asla göze alamaz. Dünyada bir an bile dayanamadığı kadar şiddetli azapları, bitip tükenmesi olmayan zamanlar boyunca hissetmeyi tercih edemez. Dolayısıyla sonsuzluğu düşünmek gafil olan insanı uyandırır, kendine getirir ve Allah’ın razı olacağı işler yapma konusunda harekete geçirir. Sonsuz cehennem hayatından korkan imanlı bir insan, aynı zamanda sonsuz cennet nimetleri içinde yaşama imkanı olduğunu da düşünür ve dünyadaki kısa süren yaşamı bir an bile sonsuz ahiret hayatına tercih etmez.
Cennetin güzelliğini bilmek
Cennet, geçici olan dünya hayatında yapılan salih amellerin, Allah’tan korkmanın, Allah’ın rızasını kazanmanın güzel karşılığıdır. Allah Kuran’da insana bu vaadini şöyle bildirmektedir:
İman edip salih amellerde bulunanlar, Biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah’ın gerçek olan vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır? (Nisa Suresi, 122)
Cennette sadece güzel bahçelerin yer aldığını düşünmek son derece yanlış bir bakış açısı olur. Herşeyden önce, insan orada en güzel biçimde yeni bir yaratılışla yaratılmıştır ve sonsuz nimetler içerisindedir. Ayrıca, cennet bütün duyuların çok daha keskin olduğu, herşeyden çok fazla zevk alınan bir ortamdır. Dünyada çok kısa süren zevkler orada sonsuzdur. Allah dünyadaki nimetleri bir örnek olarak yaratmıştır. Asılları ise cennettedir. Oradaki nimetlere kavuşunca, insan dünyadaki nimetlerle benzerliklerini fark edecektir ama artık bu nimetler çok daha mükemmel ve tükenmez bir haldedir. Bunların yanı sıra, bedensel kusurların hiçbiri cennette yaratılmaz. Herkes çok güzeldir. Çok güzel bir şekilde yaratılmış olan insanın artık fiziksel yönden eksiklikleri de yoktur. Örneğin terlemez, kötü kokmaz, tuvalet ihtiyacı olmaz, hastalanmaz. Acıktığı ya da vücudunun ihtiyacı olduğu için değil, sadece zevk için yer. Bu nimetler için çalışması gerekmez. Orada arzuladığı ve aklına hayaline gelmeyecek her tür eğlence, muhteşem bir mimari ve teknoloji, mükemmel ve kusursuz bir düzen vardır.
Dünyada eksik olan ve özlemi duyulan bütün hareket ve tavırlar cennette tamdır. Allah’ın emrettiği güzel ahlak orada tam olarak yaşanır. Orada gıybet, iftira, çekiştirme, küfür, yalan, riya, haset, kibir, sadakatsizlik ve kin yoktur. Selam, esenlik ve Allah’ın rızası vardır. Kuran’da cennetin tarif edildiği ayetlerden bazıları şöyledir:
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (Fatır Suresi, 33)
Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, ‘sevinç ve mutluluk dolu’ bir meşguliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Orada taptaze-meyveler onların ve istek duydukları herşey onlarındır. Çok esirgeyen Rabb’dan onlara bir de sözlü “Selam” (vardır). (Yasin Suresi, 55-58)
Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar). Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (Saffat Suresi, 43-49)
Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)
Ayetlerde de tarif edildiği gibi cennet, insanın hayal bile edemeyeceği güzelliklerin ve nefsin arzu ettiği herşeyin mükemmel bir şekilde yaratıldığı, sonsuz esenlik yurdudur. Ancak, yine Kuran’da bildirildiği gibi cennet sadece iman edip, salih amellerde bulunanlar için hazırlanmıştır. Bunun açıkça bildirildiği ayetlerden bazıları şöyledir:
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, ‘ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe’ sokacağız. (Nisa Suresi, 57)
İman edip salih amellerde bulunanlar ve ‘Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar’, işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (Hud Suresi, 23)
Kuran ayetlerindeki cennet tasvirlerini bilip tefekkür etmek gafletin dağılması ve dünya hırsının yok olması açısından son derece etkilidir. Samimi bir şekilde yapılacak ciddi bir tefekkür, cennetin dünyadaki hiçbir mükemmellikle kıyaslanamayacağını anlamak için yeterlidir. Bunu anlayan insan, cennet arzusu ve özlemiyle orayı hak edebilmek için çalışmaya başlayacak, kendisini cennetten uzaklaştıracak ve ebediyen mahrum bırakacak olan gaflet halinden ise, bütün gücüyle sakınacaktır.
“En Büyük Zevk Cennette Cenab-i Allah’ın Tecellisine Bakmak Olacak”
ADNAN OKTAR: “Mücahid der ki cennet ehlinin en az mertebelisi o kimsedir ki onun mülkünde bin yıl en yakın yerini gördüğü gibi en uzak yerini de görüp yürüyendir. Bin yıllık yürüyüş mesafesini en yakın yerini gördüğü gibi en uzak yerini de görüp yürüyendir” diyor. “En yüksek mertebelisi de sabah vakti Rabbinin cemaline bakandır”, diyor yani Cenab-ı Allah’ın cennette tecelli edeceğini hadiste belirtmiş. Resulullah (sav) şöyle buyurdu, “Cennet ehli cennete girdiklerinde Allah-u Teala şöyle buyuracaktır: “Bundan daha fazla bir şey ister misiniz?” “Sen bizim yüzümüzü aydınlatmadın mı? Bizi cehennemden çıkarıp cennete koymadın mı?” diyecekler, bunun üzerine Allah onlardan perdeyi kaldıracak. Böylece Rablerine bakıp seyretmekten daha üstün bir şey onlara verilmeyecektir”. Müslim’de var, diğer hadislerde var. En büyük zevk ahirette Cenabı Allah’ın tecellisine bakmak olacak inşaAllah.
Ebu Davud rivayeti şöyledir. “Cennet ehli cennette, cehennem ehli de cehenneme girdikleri için bir münadi şöyle seslenecek: “O bizim yüzlerimizi apaydınlık yapmadı mı?” Cenab-ı Allah için, “terazimizi ağır yapıp bizi ateşten kurtarmadı mı?” Terazi deyince tabii klasik terazi değil bu. Yani sevapların günahlara oranının tespiti. “Hemen o anda perde açık ona bakacaklar, vallahi Allah onlara kendisine bakmaktan daha sevimli ve gözlerden daha aydınlatıcı bir şey vermemiştir.” En şiddetli zevki ondan alacaklar, diyor. Allah’ın tecellisini görmekten. Ebu Musa El Eşari (ra)’dan nakledilen rivayet edilen şöyledir: “O, Basra minberinde şöyle dedi; “Allah cennet ehline haber salıp sordurdu.” Cennet ehline sordurdu. “Allah size verdiği sözünü yerine getirdi mi?” “O anda onlar kendilerine verilen ziynetlerle, elbiselerle, meyvelerle, tertemiz eşlerle, nehirlerle şöyle bir bakacaklar sonra şöyle demekten kendilerini alamayacaklar. “Allah bize verdiği sözünü yerine getirmiştir.” Melek tam üç kere “Allah size verdiği sözü yerine getirdi mi?” diye soracak?” Üç kere üst üste soruyor. “Onlar kendilerine vaat edilen her şeyin eksiksiz yerine getirildiğini görünce, “evet” diyecekler. “Bir şey daha kalmıştır” diye karşılık verecek melek” diyor, yani bir şey daha var diyor. “Çünkü Allah-u Teala kullarına tecelli edip de gözlerinden perdeyi kaldırıp O’nu gördüklerinde bütün nehirler coşacak, ağaçlar sallanıp sesler çıkaracak.” Yani sevinç sesleri çıkarıyorlar. “Bütün köşkler, ateş kıvılcımları avaz verecek, pınarlar şırıl şırıl daha hızlı akacak, güzel kokular avluları ve köşkleri saracak. Her tarafta güzel kokan misk ve kafur hissedilecek. Kuşlar ötüşecek, huriler bütün güzellikleriyle göz kamaştıracak.” Nasıl ki sabah Güneş doğduğunda kuşlar ötmeye başlıyor. Bir hareketlilik oluyor. Allah tecelli ettiğinde de bütün cennette bir hareketlenme olacak, diyor hadiste. Yani tabii bu bir kısmı, çok yoğun bir hareketlenme olacak diyor.
Abdullah bin Mesut (ra)’dan; “Biz Allah’ın Resulullah (sav)’ın yanındaydık.” Peygamberimiz (sav)’in yanındaydık diyor. “Kadir gecesi Ay’a baktı.” Yani başını dikip dolunaya bakıyor ve “Şöyle buyurdu: “Siz Rabbinizi tıpkı şu Ay’ı gördüğünüz gibi apaçık görecek ve O’nu görmekten en ufak bir şüpheniz olmayacak. Veyahut birbirinizi sıkıştırmayacak gayet rahatlık içinde onu göreceksiniz, dedi” diyor, sayfa 370. Selebi’nin rivayeti: “Cennette boyunları, develerin boyunları gibi olan kuşlar vardır” develerin boyunları gibi olan kuşlar. İri kuşlar, zaten en çok istediğim şeylerden bir tanesi de şu var ya ilk çağlarda ilginç kuşlar. “Gelip Allah’ın velisinin elinde dolaşırlar” yani oralarda dolaşıyorlar.
“Onlardan biri şöyle der: Ey Allah’ın velisi, arşın altındaki yaylalarda otladım, nesim pınarlarından su içtim, hadi ne duruyorsun beni ye, önünde devamlı olarak duran bu yemeği aklından geçirir. Kuş hemen önüne çeşitli renklere dönüşmüş bir halde düşer ve ondan doyuncaya dek istediği gibi yer, doyduktan sonra kemikleri bir araya gelir, kuş canlanıp yeniden uçuverir” diyor, yedikten sonra kuş. Cennette dilediği yerde yemlemeye koyulur. “Yine yemini yemeye devam eder kuş” diyor. Yani şimdi rüyamızda da biz kuşu yiyoruz, mesela et yiyoruz, Allah bize rüyamızda canlandığını gösterse çok makul görürüz rüyamızda, özellikle rüyanın mantığı daha değişik oluyor biliyorsunuz. Rüyadan çok iyi anlayabilirler, bu konuları anlamak için rüyayı çok düşünmek lazım. Enes bin Malik (ra)’dan Peygamber (sav) buyurdu: “Allah Adnen cennetlerini yaratıp ağaçlarını kendi kudretiyle diktiği zaman ona haydi konuş dedi. O da şöyle konuştu: “Müminler felaha ermiştir.” Allah ondan sonra şöyle buyurdu, “Ey krallar yurdu ne mutlu sana” diyor inşaAllah. Beyhaki’de sayfa 364, ki güvenilir bir hadis alimidir.
Berzar’ın rivayetinde Allah’ın Resulu (sav)’den şöyle nakledildi, “Allah cenneti bir kerpici altın, bir kerpici gümüş toprağı miskten teşekkül etmiş olarak yarattı”. Ama bizim bildiğimiz altın değil tabii bu; bizim bildiğimiz altın orada çok küt gelir. Yani gümüş de çok küt gelir, orada nefes kesen bir malzeme, çok hoşlanacağımız bir malzeme “ona haydi konuş dendi o da şöyle konuştu. Müminler felaha ermiştir. Sonunda oraya melekler girip şöyle dediler, Ey melekler yurdu cennet konuştuğunda şöyle dedi. Ne mutlu sana” diyor almamışlar bu cümleyi “ne mutlu sana” olması lazım. “Ne mutlu sana” “Cennet konuştuğunda şöyle dedi: Ya Rabbi kendinden hoşnut olduğun kimseye ne mutlu.” Cennet böyle hitap ediyor.
Cennette her şey canlıdır. Yani ağaçlar, sular aklına gelen her şey aslında dünyada da böyledir de fakat dünyada adetullah geçerli olduğu için Allah onları hareketlendirmiyor, normalde mesela bu kalem de bu kitap da hepsi canlıdır. Mesela bu kalem elimize aldık ayaklandı kalem fakat elim vesile olduğu için çok makul görüyorsunuz. Yani mesela elim olmadan şöyle bir misine ile tutturulsa görünmeden kalksa bu kalem değil mi insan acayip şaşırır, insanlar hayretler içinde kalırlar. Ama elimi Allah vesile ettiği için kalem buraya geldiğinde çok çok makul görüyorsunuz, elim görünmez olsa Allah göstermese elimi değil mi? Yani aslında elime sebep olarak hiç ihtiyaç yok fakat makul olması için Allah elimi vesile olarak insanlara gösteriyor. Bakın “Sidret-i Mümtehanın meyvesi çoğalır. Her bir meyvesinin 72 rengi vardır. Hiçbiri diğerine benzemez”, mesela elma var şimdi biz bildiğimiz kırmızı elma var, yeşil elma var, koyu kırmızı var, sarı var başka da yok. Değil mi? Bak Allah diyor ki, “72 tane rengi vardır” diyor. Bizim bilmediğimiz renkler bakın 72 tane, biz 7 renk biliyoruz. Değil mi? Bak burada 72 renkten bahsediyor. İlk defa göreceğiz. Bizim için yani sekizinci bir renk nasıl, dokuzuncuyu bile tahayyül edemiyoruz şu an dünyada değil mi? Ama bakın cennette 72 renk sırf meyve için bu.
“Ey Allah’ın Resulü, cennette hurma var mıdır? Zira ben hurmayı çok severim” diyor sahabelerden birisi. Şu cevabı veriyor Peygamberimiz (sav), “nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a kasem ederim ki”, yemin ediyor Peygamberimiz (sav); “kökleri altından, budakları altından, dalları altından, yaprakları varlık aleminin gördüğü en güzel elbiseler nevinden, çöpü altından, kabukları altından olup, testiler gibi” normal testiler var ya “testiler gibi olan meyveleri kaymaktan daha yumuşak, baldan daha tatlıdır” diyor. Cennette mesela, ağacı biz tahtadan biliyoruz, orada Allah altından diyor. Ama altın deyince aklımız yine klasik altına gidiyor, öyle değil. Çok hoşlanacağımız bir metal, beğeneceğimiz bir metal, göze çok hoş gelen bir metal. Bak meyvesi de testi gibidir diyor, gayet iri. İnsanın yiyip yiyip bitiremeyeceği gibi… (Adnan Oktar’ın Kanal 35 röportajından, 21 Mart 2010)