Gaflet içinde, Allah’ın ve ahiretin varlığını akılsızca göz ardı eden insan, dünyada belli istek, beklenti ve tutkulara odaklanmıştır; bunların peşinden adeta büyülenmişçesine koşar. Dünyada, kendince belirlediği makam, mevki, mal-mülk sahibi olmak gibi amaçlar doğrultusunda çaba sarf eder. Sürekli olarak, kazandığı ya da kazanacağı parayla yapabileceği şeyleri düşünür, bunların hayallerini kurar ve bunlardan bahseder. Bunlarla o kadar meşgul olur ki Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı eder, hatta aklına bile getirmez. Allah’ın ilim ve kudretini hakkıyla kavrayamadığı için de O’nun emir ve yasaklarını yerine getirmemekte, Rabbimiz’in sınırlarını aşmakta bir sakınca görmez.
Allah’ın anılması ahirete inanmayanların vicdanlarının sesini yükseltir ve onlara gaflet içinde olduklarını hatırlatır. Onlar ise, Allah’a karşı sorumlu olduklarını hatırlamak ve bu sorumluluklarını yerine getirmek nefisleriyle çatıştığından, içinde bulundukları gaflete sıkı sıkıya sarılmayı tercih ederler. Bu nedenle, Allah anıldığı zaman, içlerinde büyük bir sıkıntı duyarlar. Kuran’da, “Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar” (Zümer Suresi, 45) ayetiyle bu kişilerin durumu haber verilmektedir.
Şimdi gaflet içindeki kişilerin genel özelliklerini inceleyelim:
Allah’ı ve ahireti anmazlar, kalpleri dünya hırsıyla doludur
Kuran’da müminlerin ahlakı tarif edilirken dünyadaki hiçbir şeyin onları Allah’ı anmaktan ve üzerlerine farz kılınan ibadetleri yerine getirmekten alıkoymadığı bildirilir:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Bu ayette bildirildiği gibi, müminler hiçbir zaman arzularını tutku haline getirip, hırsla onların peşinden koşmaz, Allah’ı anmaktan ve O’nun emirlerini yerine getirmekten yüz çevirmezler.
Ne var ki, müminlerin aksine gaflet içindeki insanların kalpleri dünya malına sahip olma hırsıyla doludur. Bu hırsla, ne durumda olurlarsa olsunlar, hep daha fazlasını kazanmak ve daha iyi yaşamak için çalışırlar. Para ile güç ve kişilik kazanarak, mutlu olabileceklerini düşünürler. Önce kazanmaya çalışır, sonra da kazandıklarını yığıp-biriktirmeye başlarlar. Bu hırslarını kendi akıllarınca meşru ve makul göstermek için de çeşitli bahaneler öne sürerler. Allah’ın rızası için kazanıp, harcamaktan kaçınan, yalnızca dünyevi arzularını tatmin etmeyi düşünerek malını yığıp-biriktiren bu insanları bekleyen son Kuran’da şöyle haber verilmektedir:
Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek). (Tevbe Suresi, 35)
Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır. (Hümeze Suresi, 2-4)
Mal ve mülk hırsı nedeniyle kendini bekleyen bu sondan gafil olan insanın zihnini, para kazanma ve harcama tutkusu sürekli meşgul eder. Para kazanıyorsa, parasıyla elde edebileceklerini düşünür, eğer kazanamıyorsa da gıpta edip imrendiği şeylere sahip olmanın yollarını arar. Bu düşüncelerinin sebep olduğu gaflet onu, Allah’ı anmaktan, 5 vakit namazını kılmaktan, zekatı vermekten alıkoyar. Oysa kalbi yalnızca Allah’ın rızasını kazanma arzusuyla dolu bir mümin kazandığı parayı, elde ettiği mal ve mülkü yalnızca Allah’ın verdiğini ve bütün bunları O’nun rızasını kazanmak için harcaması gerektiğini hiç unutmaz. Sadece Allah’ın rızasını ve rahmetini düşünerek, dine katkıda bulunmak amacıyla işine sarılır. Bu durumda müminin samimi bir çabanın dışında hırs ve tutkuya kapılması söz konusu değildir. Bu durumu ise, günün her saatinde Allah’ı anmasına, O’na yönelerek dua etmesine ve herşeyin Rabbimiz’den geldiğini bilerek, sahip olduklarının tümünü ancak bir şükür ve zikir vesilesi olarak görmesine sebep olur.
Büyük bir mülk sahibi olduğu halde malını bir hırs ve oyalanma konusu yapmayan, onu bir şükür ve zikir vesilesi olarak gören Hz. Süleyman (as)’ın bu örnek tutumu Kuran’da insanlara şöyle bildirilir:
Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: “Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.” Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. (Sad Suresi, 31-32)
Allah, Hz. Süleyman (as)’a o zamana kadar kimseye vermediği bir güç ve iktidar vermiştir. Süleyman Peygamber de bu imkanlarını Allah’ın şanını yüceltmek, O’nun dinini anlatmak ve din ahlakının izzet ve şerefini yaymak için kullanmıştır. Her zaman mal ve mülkün gerçek sahibi olan Allah’a şükretmiştir.
Gaflet içinde Allah’ın rızasından yüz çevirerek, zenginlik, makam ya da şöhretin mutluluk ve huzur getireceğini düşünenler, bu tür sohbetlerin yapıldığı, aslında son derece sıkıntı verici olan ortamlardan da büyük bir nefsani zevk alırlar. Kendini övme, başkalarını eleştirme gibi konular üzerinde konuşur, boş ve faydasız konuşmaların yer aldığı televizyon programlarını saatlerce izlerler. Hiçbir sonuca varılamayan, hiçbir fayda sağlamayan bu sohbetleri büyük bir zevkle dinlerken, Kuran’ı dinlemekten hoşlanmaz hatta dinlemeye katlanamazlar. Gaflet içindeki bu insanların durumu bir ayette şöyle haber verilmektedir:
Ki onlar, Beni zikretme (konusun)da gözleri bir perde içindeydi. (Kuran’ı) dinlemeye katlanamazlardı. (Kehf Suresi, 101)
Oysa müminin kalbi dünya nimetlerine sahip olmaktan ya da bu konudaki boş sohbetlerden dolayı değil, ancak Allah’ı zikretmekten, Kuran okumaktan ve bulunduğu ortamda Allah’ın anılmasından huzur bulur. Çünkü Allah’ın, “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Rad Suresi, 28) ayetinde bildirdiği gibi, kalpler sadece Allah anıldığında rahatlayarak huzur bulur.
“Dünyaya Geliş Amacını Unutan İnsan İçin Acı Dolu Bir Hayat Vardır”
ADNAN OKTAR: Samimiyet son derece zevkli ve çok güzeldir, yani insanlar bir klasik Müslüman tarzı görüyorlar mesela bir kısmı televizyonlara çıkıyor dinle alay eden hâşâ böyle dindar olduğu halde çok çok özür dilerim züppe bir üslupla güya şaklabanlık yaparak insanları dinle güldürmeye kalkıyor. Biz böyle bir şeye gülmeyiz ve bu bizi çok rahatsız eder, kasılırız hatta öfkelendirir bu bizi hamiyet hissimizi kabartır, biz dinle alay ederek eğlenmeyiz ve hiçbir şekilde, biz dine saygı duyulduğunda Allah çok sevildiğinde içimiz coşar ve açılırız, biz Allah’a hürmetkâr bir üslupta biz açılırız. Dinle alay olmaz, yani bizim hiç mutlu olmayacağımız bir şeydir. Dinle şaka olmaz, ama diğer konularda şaka yapıyorsa tabii ki kalitesine göre zekice yapılıyorsa insanları etkileyebilir. Her şeyin başı samimiyettir çok çok candan olmaktır, çok güzel huylu olmaktır, derinliği olması insanın çok güzeldir. Yani insanın içindeki derinliği keşfetmek çok güzeldir. Yüzeysellik insanları mahvediyor şu an, dünyada bir maddeci, suni, yapmacık bir yapı meydana geldi insanlar kendi bedenlerini kendi elleriyle öldürdüler. Kendi sevgilerini kendi elleriyle yok ettiler. Bakın sevgi ve samimiyet gittikten sonra geriye ceset kalır. Yani kokuşmuş bir ceset kalır ve artık o insan için çile günleri başlar, acı günleri başlar ve sürünüyor o zaman, akşama kadar çalışıyor para kazanıyor, gidiyor o parayla akşam az bir şey yiyecek yiyor onu yiyor, televizyonda bir parça bir şey seyrediyor, dedikodu yapıp bir şeyler konuşup uyuyor. Ertesi gün yine işe gidiyor yine çalışıyor yine bir parça yemek yiyor yine bir parça dedikodu, kavga ediyor, laf sokuyor. Öyle değil dünya, bu bir beladır, Allah’tan verilmiş bir beladır. Biz bunun için gelmedik dünyaya. Biz candan Allah’ı aşkla sevmek için geldik, biz burada aşkı yaşamaya, tutkuyu yaşamaya geldik, Allah’ın rızasını yaşamaya geldik. Allah’a kul olmaya geldik, insanlar kendi elleriyle kendi kendilerini cezalandırıyorlar. Allah, Cenab-ı Allah şeytandan Allah’a sığınırım bu konuda diyor ki: “Allah insanlara zulmetmez, insanlar kendilerine zulmediyorlar” diyor. Kendi elleriyle kendilerini mahvediyor insanlar, işte Hz. Mehdi (as) bu belayı, insanların kendi kendini yakması sistemini durduracak. Onları yeniden samimi sevgiye, samimi arkadaşlığa ve dostluğa davet edip o ruhu onlara yaşatacak, Allah’ın dilemesi ile. (Adnan Oktar’ın Kon TV röportajından, 1 Şubat 2009)