Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılan fetihlerle İmparatorluk üç kıtaya yayılmış, İstanbul’un fethi ise bir çağın kapanıp, yeni bir çağın açılmasına neden olmuştur. Bu fetih Osmanlı’da olduğu gibi, Avrupa tarihinde de bir dönüm noktasıdır. İstanbul’u olağanüstü bir askeri deha ile fetheden ve böylelikle dünyada bir çağı değiştiren Fatih, gittiği her yeni ülkeye İslam’ın adaletini ve sevgisini götürmüştür.
Fatih Sultan Mehmet’in Kitap Ehline karşı olan merhameti günümüze kalan birçok anlaşmalarla da belgelenmiştir. Onun İslam ahlakından kaynaklanan merhametinden Hıristiyan, Musevi, Ermeni, Süryani her dine mensup insan payını alıyordu.44 Bu nedenle Fatih’in padişah olduğu süre boyunca birçok yabancı millet onun yönetimi altına girmekten büyük bir memnuniyet duymuşlardı. Bizanslı yönetici Büyük Düka Notaras’ın “Bizans’ta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim”45 şeklindeki sözü de bu gerçeği teyid eder niteliktedir.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi, ilk başlarda gayrimüslim halk arasında büyük bir korkuya neden olmuştur. Baskılara ve saldırılara maruz kalacaklarını düşünen bu kişilerin büyük bir bölümü ya firar etmiş ya da Ayasofya’da toplanmıştır. Ancak Fatih Sultan Mehmet onlara anlayış ve adaletle yaklaşmış, her türlü korkudan uzak olarak evlerine dönmelerini ve işleriyle rahat bir şekilde uğraşmalarını istemiştir.46 Onlara dinleri konusuda hiçbir baskı yapmamış, aksine birçok din mensubunu büyük bir sevgiyle karşılayarak, onların dinlerini rahatça yaşayabilecekleri bir ortam hazırlamıştır. Sarayda Müslüman ve Hıristiyan bilginler yan yana yaşamış ve her türlü ilmi konuyu büyük bir müsahama ile tartışmışlardır.47
Fatih Sultan Mehmet de Hıristiyanlığı bir Hıristiyan aracılığıyla tanımaya çalışmış48 ve Patrik’e İsa cemaatine bir “temin-i hukuk” (modus-vivendi) tesis ettiğini belirten bir ferman vermiştir. Fatih, Patrikhane’ye çok geniş imkanlar tanımış, böylece Patrikhane ilk defa Türkler zamanında bir muhtariyete kavuşmuştu.49 Batı ve Doğu kaynaklarından yararlanarak fermanın bir örneğini yayınlayan tarihçi Hammer, Padişah’ın, Patrik’e gönderdiği beraatte şunların yazılı olduğunu belirtmektedir:
“Kimse Patrik’e tehakküm etmesin: kim olursa olsun, hiçbir kimse kendisine ilişmesin: Patrik ve maiyetinde bulunan büyük rahipler, her türlü genel hizmetlerden süresiz olarak affedilmiş olsunlar.”50
Fatih Sultan Mehmet fethin ardından hemen gayrimüslim azınlıkların hukuki haklarıyla ilgilenmiş ve Rum-Ortodoks Patrikliğine Gennadius’u getirerek, onlarla bir anlaşma yapmıştır. Galata’da yaşayan Kitap Ehliyle yaptığı anlaşmada ise, Galata kiliselerine el konulmayacağı, mescid haline getirilmeyeceği, ibadetlerine karışılmayacağı ve hiçbir gayrimüslimin zorla Müslüman yapılmayacağı teyid edilmektedir.51 Aynı döneme ait başka bir anlaşmada ise ruhani reislerin bundan önce nasıl “metropolit” sıfatı taşıyorlarsa, öylece devam etmelerine izin verildiği görülmektedir.52
Fatih Sultan Mehmet, Hıristiyanlığın yanı sıra Musevilerin haklarına da sahip çıkmıştır. Onlara da hahambaşıları liderliğinde kendi havralarına sahip olma ve dini hizmetlerini serbestçe yürütme hakkı tanımıştır. Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı döneminin ilk hahambaşısı olan Moşe Kapsali’yi huzuruna davet ederek, kendisine iltifatta bulunmuş ve Musevilere ait davaları görmek için bir ferman vermiştir.53
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle başlayan bu ilerleme, Fatih’ten sonra gelen padişahlar tarafından da devam ettirilmiştir. Osmanlı orduları iki kez Viyana kapılarına dayanmış, Sırbistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Eflak, Boğdan başta olmak üzere Balkanlar baştan sona fethedilmiş, Macaristan Osmanlı himayesine geçmiş, Osmanlı denizlere açılmış, Karadeniz Türk gölü haline getirilmiş, Mora yarımadası, Rodos, Girit, Sakız gibi birçok Ege adası alınmış, Kafkasya ele geçirilmiş, Bağdat, Tebriz, Yemen, Suriye, Irak, Lübnan, Mısır, Filistin, Kudüs, Fas, Tunus, Cezayir, Doğu Anadolu, Baharat Yolu, Lehistan gibi daha pek çok yer Türk toprağı haline gelmiştir. Fethedilen tüm bu topraklarda her dinden ve her görüşten insan barış ve kardeşlik içinde yaşamış, hiç kimseye dininden, dilinden ya da ırkından dolayı zulmedilmemiştir. Aksine farklı inançlara, geleneklere, törelere sahip insanlar, aralarında hiçbir anlaşmazlık olmadan, Osmanlı’nın adil yönetimi altında huzur içinde senelerce birarada yaşamışlardır.
İşte böyle bir adaletin ve anlayışın hüküm sürdüğü bir toplum, günümüzde en çok özlenilen modeldir. Bunun için de tek çözüm Kuran ahlakını eksiksizce yaşamaktır. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi Kuran ahlakını yaşayan yöneticiler ve onların önderlik ettiği toplumlar tarihte çok büyük bir refah içerisinde hüküm sürmüşlerdir. Kuran’da emredilen ahlak yaşandığı için, en üst kademedeki yöneticiden sıradan bir esnafa kadar, herkesin adaletli, merhametli, sevgi dolu, saygılı, affedici, dürüst olması, toplumlara huzuru ve barışı getirmiştir.
Böyle bir toplumun tekrar oluşmaması için hiçbir neden yoktur. Gereken tek şey insanların önce kendilerinden başlayarak Kuran ahlakını yaşamaya niyet etmeleri, daha sonra da insanlar arasında aynı ahlakı yaymak için gayret göstermeleridir.