İnsan kendisine yapılmasını istemediği bir tavrı, başkalarına da yapmamalıdır. İşte bu nedenle “Bilmiş” olarak nitelendirilen insanların bu olumsuz ahlaktan kurtulmaları için konu üzerinde düşünmeleri ve bu konudaki tavır bozukluklarını iyi analiz etmeleri gerekmektedir.
Toplumda ‘herşeyi en iyi kendisinin bildiğini düşünerek hemen her konuda öne atılan ve insanlara bilgiçlik taslayan kimseler ‘bilmiş’ olarak adlandırılır. Bu özelliğe sahip olan insanlar genellikle, bahsi geçen hemen her konuda, -bilgileri olsa da olmasa da- mutlaka bir fikir öne sürmeleriyle ve her konuşma ortamında mutlaka söyleyecek bir şeyleri olmasıyla bilinirler. Bilmiş insanlar, kendilerini “dünya yalnızca kendi etraflarında dönüyormuş” gibi önemli görürler. Her olayın merkezinde kendilerinin olduğunu sanırlar. O olmasa, o konuşmasa, o fikir vermese, insanların pek çok önemli bilgiden mahrum kalacaklarına inanırlar. Bu yüzden de yanlarında konuşulan her konuya karışmadan duramazlar. Bu davranış şekli, bu kimselerde adeta bir hastalık halini almıştır. Kendilerini ilgilendirmeyen ve hiçbir bilgilerinin olmadığı konularda bile en önemli sözleri kendilerinin söylediğine inanırlar. Kendilerinden herhangi bir yardım talep edilmediği, fikirlerinin sorulmadığı, hatta karışmamasının rica edildiği durumlarda dahi, kendilerine hakim olamaz ve olaylara dahil olmak isterler.
www.insaninnankorlugu.imanisiteler.com
Bilmiş İnsanların Belirgin Tavır Bozuklukları
• Başkalarının akledebileceği konuları sürekli olarak hatırlatmaları
Bu tavır bozukluğunun önemli göstergelerinden biri ise, başkalarının çok rahat akledebilecekleri konuları sürekli olarak onlara hatırlatmak, onlar daha söze başlamadan önce davranarak sanki ilk kendisi keşfetmiş ve başkaları bunları bilmiyormuş gibi söylemektir. Örneğin bir yere gitmenin iki alternatifi varsa, belli ki ilgili kişi de bunlardan birini tercih edecektir. Bu bilinen bir gerçektir. Ama bilmiş insan bunu da söylemeden duramaz. Sanki o iki alternatifi de ilk kez kendisi keşfetmişçesine, “Buradan git, o olmazsa o zaman şuradan da gidebilirsin” der.
• Sempatik olduklarını sanmaları
Bu kişilerin yanılgıya kapıldıkları en önemli konulardan biri ise, gösterdikleri bu davranış şekline rağmen, çevrelerindeki insanlar tarafından son derece sempatik bulunduklarını sanmalarıdır. Konuşmalarının herkes tarafından çok beğenildiğine, fikirlerinin çok önemsendiğine ve çevrelerindeki insanların onlardan gelecek olan bilgilendirmelere çok ihtiyaç duyduklarını zannederler. Eğer kendileri konuşulan konulara katılmayacak, fikir vermeyecek ve düşüncelerini belirtmeyecek olurlarsa, olayların aksayacağına, konuların halledilemeyeceğine ve insanların yapılması gerekenleri düşünemeyeceklerine inanırlar.
Oysaki ortada zannettikleri gibi bir durum hiç yoktur. Hatta sempatiklik bir yana, bilmiş bir ruh hali, o kişi üzerinde çok ciddi şekilde bir iticilik meydana getirir. Söyledikleri gerçekten çok doğru olsa, gerçekten ihtiyaç olan bir konuyu ya da detayı gündeme getirse dahi, insanlar onun bu katılımından rahatsızlık duyarlar. Çünkü bir olayda önemli olan sadece o konunun halledilip sonuçlandırılması değildir; bu süreç içerisinde yaşanan ahlak; insanların toplu olarak huzurlu, rahat, konforlu bir ortam içerisinde olmaları da en az hedeflenen bu sonuç kadar önemlidir. Bilmişlik, beraberinde çevreye gerilim, huzursuzluk ve rahatsızlık getirebilir. Öyle ki kimi insanlar böyle şartlarla muhatap olmaktansa, fayda verecek bile olsa o kişinin fikirlerinden istifade etmek yerine, huzurlu olup konuyu daha karışık bir yoldan halletmeyi tercih edebilirler.
• Çevresine verdiği zararı ve rahatsızlığı fark etmemesi
Ancak burada önemli olan, herkesin çok açık bir şekilde farkında olduğu ve rahatsızlığını yaşadığı bu durumun, bilmişlik yapan kişi tarafından neredeyse hiç fark edilmemesidir. O kişi, hayatın normal akışının devam ettiğini ve verdiği fikirlerle sadece çevresindeki insanlara yardımcı olduğunu sanır. Oysaki oluşturduğu rahatsızlığın, verdiği fikirlerin sağlayacağı faydadan daha önemli olabileceğinin şuurunda değildir.
Bilmişliğin Nedeni İnsanın Kendi Aklını Beğenmesidir
Bilmişliği bir yaşam tarzı olarak benimsemiş olan insanlar, Kuran’da bildirilen akıl ve anlayış keskinliğinden oldukça uzaktır. Buna rağmen bu kişiler kendi akıllarını çok beğenirler ve kendilerini diğer insanlardan daha çok akıllı zannederler. Herkese her konuda fikir verecek bir akla sahip oldukları kanaatindedirler. Sağdan soldan duydukları yarım yamalak, kulaktan dolma bilgileri, başlarına gelen olaylardan kendilerince çıkardıkları sonuçları sentezleyip büyük bir hayat tecrübesi edindiklerini sanırlar. Herkese her fırsatta bu tecrübeyi ispatlamaya çalışırlar. Burada akıl, zeka, ahlak ve kültür gibi özellikler ikinci derecede kalır. En büyük prim yapan unsurlardan biri de, yaş faktörüdür. Bu sözde üstünlük; “sen gelirken biz gidiyorduk”, “ben senin küçüklüğünü bilirim” gibi ifadelerle vurgulanır.
Bu insanların fikir öne sürdüğü, bilmişlik yaptığı herhangi bir konuda haksız olduğu anlaşılsa bile, haksızlığını kabullendiği çok nadir rastlanan bir durumdur. Yanılmak, hata yapmak, haksızlığının ortaya çıkması bilmiş insanın asla hoşuna gitmez. Çünkü zaten asıl önemli olan bir sonuca varılması, doğruların, gerçeklerin ortaya çıkması değil çoğunlukla kendi komplekslerinin tatmin bulmasıdır.
Bu tür bir ortamda yetişen çocuklarda da, daha küçük yaşlardan benzer özellikler yerleşmeye başlar. Örneğin kültürlü, entelektüel, varlıklı, fakat İslam ahlakından uzak bir yapıya sahip bir ailenin çocuğu çoğunlukla bilmiş, ukala, insanları küçük gören, kendini her konuda haklı ve yeterli zanneden bir kişilik edinir. Küçüklükten “büyümüş de küçülmüş” bir görünümü olan çocuk, İslami eğitim almadığı takdirde bu yapıyı hayatının her döneminde üzerinde taşır.
“… Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76)
Bilmiş ve ukala kişiler karşı tarafın kendisinden daha akıllı olabileceğini, daha isabetli kararlar alabileceğini kabul etmezler. Bu yüzden kolayca çözülebilecek işlerin daha karmaşık hale gelmesine sebep olurlar. Çünkü bu kişiler iyi ve güzel de olsa başka fikirlere kapalıdırlar. En ufak bir tavsiyeye, öğüde bile tahammülleri yoktur. Kendi akıllarını beğendikleri için hak olan her türlü çağrıya kulakları tıkalı ve gözleri kapalıdır. Oysa insan her zaman en doğruyu bilemez. Üstelik imani derinliğe sahip değilse, aldığı kararlar ve düşünceler muhakkak hikmetsiz ve karmaşık olur. Daha kısa sürede ve pratik olarak yapılacak bir iş bu mesnetsiz tutumları nedeniyle uzar, karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alır. Bu ise hem kişinin kendisine hem de çevresindeki insanlara büyük sıkıntı verir. Oysa Yüce Allah “… Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle insanları bu yanlış düşünceden sakındırmıştır.
Bilmişlikten Kurtulmak Nasıl Mümkün Olur?
Böyle bir durumda bu kişinin yapması gereken, kendisi olmasa da dünyanın döndüğünü, olayların akıp gittiğini hiç unutmamasıdır. O olmasa da konular halledilecek, o olmasa da insanlar güzel fikirler sunarak konuları çözüme kavuşturacaklardır. Herşey ‘o var olduğu için’ mükemmel işliyor değildir. Bu durumu bu kişiye anlatmanın yollarından birisi ise, ondan, çevresinde gördüğü bilmiş bir insanı analiz etmesini istemektir. O da, kendisine karşı bilmişlik yapan, talep edilmediği halde her işe gereksiz yere karışan, sürekli birşeyler hakkında fikir yürüten, akıl veren, eleştiren, başkalarının yöntemlerini, tavırlarını beğenmediğini ifade eden, ‘herşeyi en iyi ben bilirim’ mantığındaki bir insandan çok rahatsız olduğunu dile getirecektir. Ancak buna rağmen, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi, kendisinin de başkalarına yaptığının farkında değildir. Bu yönde nefsi üzerinde derin ve detaylı düşünmediği için, bilmişliğin üzerinde oluşturduğu iticiliğin ve bu tavrıyla çevresinde oluşturduğu rahatsızlığın da boyutlarını görememiştir. İşte bu gerçeği ona göstermek, bu kişinin -Allah’ın izniyle- daha samimi düşünmesini ve ahlakını değiştirmeye yönelmesini sağlayacak olabilir. Bu gerçeğin çok az dahi farkına vardığında, inşaAllah bütün karakterini değiştirecek ve daha samimi, daha güzel bir ahlak elde edecektir.
Aklın Tek Sahibi Yüce Allah’tır
İnsan yaratılmış bir varlıktır. Dolayısıyla insanda görülen akıl müstakil bir yetenek değildir; ona verilmiştir. Aklın gerçek sahibi ise insanı yaratan Yüce Allah’tır. Allah, sonsuz ve sınırsız bir aklın sahibidir ve dilediği an dilediği kimseye, imanı ölçüsünde bu nimeti vermektedir. Yüce Allah’ın dilemesi dışında kendi başına hareket edemeyen, düşünemeyen, dünyada kapladığı alan bile çok küçük olan insanın aklını beğenmesi, aklına gelenleri kendi düşüncesiymiş gibi benimseyip kendine benlik vermesi ise en büyük günahlardan biri olan şirke yol açar. Tüm bu gerçekleri bilen ve şirkten şiddetle kaçınan müminler, kendi akıllarını beğenerek “bilmiş” bir mantık geliştirmez ve bunun kibirine kapılmazlar. Tam tersine bu aklın kaynağının Yüce Allah olduğunu düşünerek O’nun huzurundaki acizliklerini anlarlar. Allah’ın ilhamı ile hayırla sonuçlanan kararlar aldıklarında da yine Rabbimiz olan Yüce Allah’a yönelerek O’na şükrederler. Yüce Allah temiz akıl sahiplerinin, aklın asıl sahibi olarak sadece Zatı’nı yücelttiklerini şöyle bildirir:
… Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)