Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)
Ancak, bu kadar güçlü bir isteğe sahip olunmasına rağmen dünyada hiçbir zaman kusursuz bir yaşama ulaşılamaz. İnsan hasta olmak istemez ama küçük bir soğuk algınlığında bile grip olur. Yaşlanmak istemez ama ne kadar imkânlarını seferber etse de, ömrünü en fazla birkaç sene uzatabilir ve en sonunda da yaşlanmak kaçınılmazdır. Hep canlı ve hareketli olmak ister ama, hastayken ya da uykudan kalkıldığında bunu başaramaz. En güzel yiyecekleri yemek ister ama, kolesterol açısından bunların çoğunu sınırlı tüketmek durumundadır. Çoğu da sağlıksız kiloya dönüşür. Sevdiği, zevk aldığı yiyeceklerin büyük kısmını zarar vereceği için yiyemez. Sabahları temiz, bakımlı bir şekilde güne başlamak ister. Ama yıkanmadan, saçını düzeltmeden, dişini fırçalamadan, bakım yapmadan bu görünümü elde edemez. Ne kadar hoşa gitmese ve nefse zor gelse de her gün bunları yapmak zorundadır. Dahası insan sonsuza kadar yaşamak asla ölmemek ister, ancak bunun da hiçbir çaresi yoktur. Allah’ın belirlediği zaman geldiğinde bizim için hazır bekleyen ölüm meleği Rabbimiz’in emriyle canımızı alacaktır. Dolayısıyla insanın nefsindeki bütün bu isteklere, dünya hayatında ulaşma imkanı yoktur.
Peki, tüm bunlar normal midir? Bunca mükemmelliğin ve güzelliğin yanında, dünya şartlarının neden kusurlu ve eksik olarak yaratıldığını hiç düşündünüz mü?
Allah insanı, bu acizlikleri hiç yaşamayacak şekilde de yaratabilirdi. İnsan hep canlı, güzel, bakımlı, sağlıklı olabilirdi. Hiç hastalanmazdı. Hücreler birden karar değiştirmez; insan hiçbir zaman kanser olmazdı. Makineler hiçbir zaman bozulmaz; iş kazaları meydana gelmez, böylece vücutta herhangi bir eksiklik yaşanmazdı. Uçaklar, arabalar, trenler kaza yapmaz, bu sebeple insanların ölümüne sebebiyet vermezlerdi. Hücreler hep aynı kalır, bozulup yaşlanmaya neden olmazdı. İnsan sabah uyandığında da, en bakımlı haliyle yataktan kalkıp güne başlayabilirdi. Üstün güç sahibi, herşeyi benzersiz var eden, nimet veren Rabbimiz dileseydi insanı bu kusurlardan arındırarak yaratabilirdi.
Ancak elbetteki Yüce Allah’ın dünya hayatını, insanı acizlikler içinde, eksik ve kusurlu yaratmasında düşünen insanlar için hikmetler ve alınacak dersler vardır. Eğer böyle olmasaydı, insan o zaman hayatın sadece bu dünyayla sınırlı olduğu hissine kapılabilir; hiçbir şey düşünmeden, daha iyi, daha kusursuz bir modele ulaşmak için çaba göstermeden yaşayabilirdi. Ahiret hayatına karşı özlem duymayabilir, sonsuz güzellikteki cennet nimetine layık olabilmek için çaba harcamayabilirdi. Sadece bu dünya için yaşayıp, son derece sığ ve yüzeysel bir bakış açısında kalabilirdi. Eksiklikleri, kusurları, acizlikleri bilmeyeceği, yaşamayacağı için, Allah’ın yarattığı güzellikleri gereği gibi farkedip takdir edemeyebilir ve bunlardan derin zevk alamayabilirdi. Allah’ın rızasını arayarak, O’nun büyüklüğünü ve gücünü tanıyıp takdir etmeye çalışarak ömür sürmeyebilir, gaflet içine yaşayabilirdi. Ahlakını güzelleştirme ihtiyacı içinde olmayabilirdi.
Bu nedenle dünya hayatındaki ve insanın yaşamı boyunca karşılaştığı hastalık, yaşlılık gibi acizlikler, tüm kusurlar ve eksiklikler insan için yaratılmış çok büyük nimetlerdir aslında. Kişinin hem dünyada hem de sonsuz ahiret hayatındaki tüm güzelliklere ulaşmasını sağlayan çok önemli vesilelerdir. İnsan bu acizlikleri özel olarak istemez belki, ama insanın başına gelen acizlikten, eksiklikten yana olan her olay, aslında onun için yaratılmış büyük bir nimettir. Samimi vicdanla, imanla, Allah korkusuyla yaklaşan bir insan için tüm bunlar, aklını açabileceği, derinleşebileceği, nimetleri güzellikleri, Allah’ın insanlara olan rahmetini ve lütfunu daha güzel takdir edebileceği çok önemli fırsatlardır.
Dünya hayatındaki acizliklere ve kusurlara bu gözle bakan bir mümin, “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi” (Ankebut Suresi, 64) ayetinde belirtildiği gibi, gerçek hayatının, sonsuza kadar huzurlu ve mutlu olacağı yerin ahiretteki cennet hayatı olduğundan emindir. Yüce Rabbimiz Allah’ın, gerçek ve sonsuz hayatımızı yaşayacağımız ahireti düşünmemiz; dünyaya bağlanmaktan ve büyüklük hissine kapılmaktan sakınmamız, Allah’a karşı boyun eğici olmamız için bu acizlikleri yarattığını fark eder. Ahirette Allah’a hesap vereceğinin bilincinde, cennetle ödüllendirilmeyi umarak var gücüyle Allah’ın rızasın kazanmaya çalışır. Tüm yaşamını, düşüncelerini buna göre düzenler. Allah için güzel bir sabırla sabreder. Kuran’ın, “Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık.”(Sad Suresi, 46) ayetinde buyurulduğu gibi, yalnızca ahireti anan, ahireti isteyen samimi bir kul olur. Ahirettten gafil olmaktan, dünyaya bağlanıp ahirette bunun sonsuz pişmanlığını yaşamaktan sakınır, Allah’a sığınır. Rabbimiz bu samimi çabalarına karşılık müminleri sonsuz güzelliklerle dolu; insaların tüm kusur ve acizliklerden uzak olarak yaratılacağı cennetlerle ödüllendireceğini müjdelemiştir:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir.Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)