Tarih boyunca milyarlarca insan doğmuş, yaşamış ve ölmüştür. Bu insanların içinden ancak çok azı hayatın gerçek amacını anlamaya çalışmıştır. Büyük bir kısmı ise kendilerini zamanın akışına bırakmış ve belli ihtiyaçlarını karşılamak, nefislerinin çeşitli istek ve tutkularını kovalamak dışında bir amaç gözetmeden ömürlerini tüketmişlerdir.

Kuran’da insanların çoğunun iman etmediği; iman edenlerin de çoğunun Allah’a şirk koşmadan iman etmediği bildirilmiştir. Bu bilinçsiz ve sorumsuz kesim her devirde insan topluluklarının büyük bir çoğunluğunu oluşturmuştur. Her gelen yeni nesil de bazı istisnalar dışında çoğunluğun gittiği bu yola uymuş, çoğunluğun doğrularını, amaçlarını ve değerlerini benimsemiş, bunları kendilerinden sonrakilere miras bırakmıştır. Bu “değişmez” gelenek bugün de aynen devam etmektedir. İnsanlar, doğarlar, büyürler, yaşlanırlar ve ölürler. Dünyaya bir kere gelinir, ölüm ise herşeyin sonudur. Herkesin belirli bir yaşam süresi vardır ve bunu elinden geldiğince nefsini en çok tatmin edebilecek, hayattan kendince en büyük zevki alabilecek şekilde değerlendirmelidir.

İşte insanlar, ellerine bir daha geçmeyeceğini zannettikleri bu fırsatı çoğunluk psikolojisinden miras aldıkları yaşam tarzı ve davranış biçimlerini aynen uygulayarak değerlendirirler. Kendilerine verilen yaşam süresini dünyadaki zevklerin peşinden giderek, ölümü tamamen unutarak, sadece dünyaya yönelik planlar yaparak ve hiçbir kural tanımayarak geçirirler. Dünyanın neresinde, hangi zaman diliminde yaşarlarsa yaşasınlar, hangi kültüre, hangi ırka mensup olurlarsa olsunlar bu durum değişmez. Bulundukları toplumda takdir edilecek bir konuma gelmek, iyi bir eğitim almak, zengin olup refah içinde bir yaşam geçirmek, mutlu bir aile kurmak, çeşitli makam ve mevkilere ulaşmak ve bunlar gibi sayısız büyüklü küçüklü hedefler peşinde koşarlar.

Bu amaçlar daha yüzlerce madde halinde detaylandırılabilir. Fakat gerçek şudur ki, tüm bu insanlar dünyaya gelişlerinin tek ve en önemli amacını arkalarında bırakırlar. Bu amaç için kendilerine tanınmış ve bir daha telafi imkanı olmayacak yegane yaşam süresini de boşa geçirirler. Bu amaç Allah’a kul olmaktır. Kuran’da bu amaç şöyle bildirilir:

“Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.”(Zariyat Suresi, 56)

Allah’a nasıl kulluk etmemiz gerektiğini bize hak din öğretir. Kuran’da bize Allah’ın insanlar için beğendiği ahlak ve yaşam biçimi de detaylı olarak tarif edilir. İnsanlar bu modeli uygulamaya davet edilir. Artık bu amaca uygun, Rabbimizin razı olduğu biçimde bir ömür süren insan, dünyadaki yaşamı için de ölümünden sonraki hayatı için de müjdelenmiştir. Bu amaçtan sapan, boş gayeler peşinde koşan ve Allah’ın istediği biçimde davranıp yaşamayan, O’na gereği gibi kul olmayan kimseyi de vahim bir son beklemektedir. Tüm bunları bize yine hak din haber verir.


Sonsuz yaşamını belirleyecek ölçü kişinin dünya hayatını nasıl geçirdiğidir. Hiçbir insanın öldükten sonra bir daha hatalarını telafi etme imkanı yoktur. Yaratılış amacını gözardı ederek, sorumsuzca bir hayat yaşayan ve bunun sonucundan da endişe etmeyen kimseler ahirette şöyle karşılanırlar:

“Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Müminun Suresi, 115)

Yaratılış amaçlarını gözardı eden bu kimseler aslında bu amaçtan habersiz değildirler. Allah kitapları ve elçileri vasıtasıyla onları bu gerçekten haberdar etmiş ve onlara izlemeleri gereken doğru yolu göstermiştir. Onlara bir ömür boyu da öğüt almaları için süre vermiştir. Artık kendilerine tanınmış bunca fırsatı görmezden gelip, yalnızca nefislerinin istek ve tutkularını amaç edinerek gerçek amaçlarından sapanların ise ebedi pişmanlıkları kendilerine fayda vermeyecektir:

 

“İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: ‘Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım’. Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur” (Fatır Suresi, 37)

 

Allah’a kul olmak, O’nun varlığını ve birliğini kabul etmek, O’nu gereği gibi tanıyıp takdir etmek, O’ndan başka ilah edinmemek ve tüm yaşamını O’nun istediği biçimde geçirmek demektir.