Depresyon, günümüz toplumlarında çok yaygın olarak görülen, tahribat gücü yüksek, bu nedenlerle “çağımızın vebası” olarak da adlandırılan bir hastalık. Kişinin ruhsal ve bedensel sağlığını, aile ve iş hayatını ve sosyal ilişkilerini bozan; onu günlük işlerini yapamayacak duruma getiren bir sorun. Düşüncelerinden duygularına ve davranışlarına, beslenmesinden uykusuna, işlerinden ilişkilerine kadar yaşamının her safhasını olumsuz etkileyen bir rahatsızlık. Zengin-fakir, cahil-kültürlü, genç-yaşlı, kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin herkesi hedef alabilen psikolojik kaynaklı bir çöküntü durumu.
Öyle ki, iki çocuk annesi, iyi eğitimli, güler yüzlü, iyimser, ailesi ve çevresi tarafından değer verilen, kibar, huzursuzluktan uzak duran, sanata önem veren, hayatta istediği hemen her şeyi elde etmiş güzel bir bayanın hayatını kabusa çevirebiliyor.
Ya da zeki, başarılı, zengin, çalışkan, kişilikli, hırslı, kariyer sahibi, açık sözlü, sosyal ilişkileri güçlü, çok yönlü, düzenli spor yapan genç bir iş adamının hayatını alt üst edebiliyor.
Çoğu insan bu özelliklere sahip şahısların böyle bir psikolojik hastalığa yakalanabileceğine ihtimal dahi vermeyebilir. Gerçekte ise, yaşadıkları depresyona ilişkin öykülerini anlatanlar arasında böyle çok sayıda kişiye rastlamak mümkün.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2017 tarihli son raporuna göre, dünya üzerinde 322 milyon insan depresyon içinde yaşıyor. Diğer bir ifadeyle, dünya nüfusunun yüzde 4.4’ü. Bu rakam öylesine büyük ki depresyonu dünyanın en yaygın hastalığı yapıyor. WHO’nun, konunun ciddiyetine dikkat çekmek için, bu sene, 7 Nisan Dünya Sağlık Günü temasını depresyon olarak belirlemesinin sebebi bu.
Yine rapordaki bazı istatistiki veriler konunun ulaştığı boyutları anlamak açısından önemli. Depresyonun, çağımızın modern toplumları ve gelişmiş ülkeleri dahil, dünya genelinde bir yükseliş eğiliminde olduğu görülüyor. Öyle ki 2005 ile 2015 yılları arasındaki artış oranı yüzde 18.4; ki bu oldukça yüksek seviyede bir artış. Depresyon, kadınlar arasında (yüzde 5.1) erkeklere oranla (yüzde 3.6) daha yaygın. Kadınlar bu hastalığın yol açtığı olumsuz sonuçlardan daha çok etkileniyorlar. Ayrıca, gençlere nazaran ileri yaşlarda su hastalığa rastlanma oranı daha yüksek; öyle ki, en çok etkilenenler, 55-74 yaş aralığındaki kişiler. Yine rapordaki verilere göre, ölümcül olmayan hastalıklar arasında, en fazla sağlık kaybına neden olan hastalık grubu, depresif bozukluklar.
Bunların yanı sıra endişe verici diğer bir gelişme, depresyon ilacı kullanımındaki rekor artış ve bu ilaçların adeta gıda gibi tüketilir hale gelmesi. ABD Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi’nin (NCHS) bir araştırmasına göre, 1988-1994 ile 2005-2008 dönemleri kıyaslandığında, bu ülkedeki antidepresan kullanımının tüm yaş gruplarındaki artış oranı yaklaşık yüzde 400. Yine ABD’de en çok kullanılan reçeteli ilaçlar arasında ilk sıra antidepresanlara ait.
Hüzün, keder, neşesizlik, bitkinlik, ilgisizlik, huzursuzluk, çaresizlik, umutsuzluk, sinirlilik, gerginlik, boşluk, değersizlik ve suçluluk hisleri, kaygılar, endişeler ve çeşitli fiziksel rahatsızlıklar çoğu zaman depresyona eşlik eder. En tehlikelisi ise, ileriki aşamalarda hastanın zihnini meşgul etmeye başlayan intihar düşüncesi şüphesiz. Özellikle de, her sene milyonlarca insanın intihar girişiminde bulunduğu, bunların yaklaşık 800 bininin bu yüzden hayatını kaybettiği ve yine WHO raporuna göre, depresyonun da intihara sürükleyen başlıca etken olduğu düşünülürse durumun vahameti anlaşılabiliyor.
Depresyonla mücadelede spor, sağlıklı beslenme, düzenli uyku, olumlu ve pozitif yönde yaşam tarzı değişiklikleri, uzman doktor gözetiminde alınan antidepresan ilaçlar ve psikolojik tedavi desteği belirli ölçülerde faydalı olabilir. Ama nihai çözüm için, depresyona zemin hazırlayan koşulların ortadan kaldırılması gerekir.
Günümüzde toplum büyük ölçüde katı, soğuk ve sevgisiz bir ruhun etkisi altında. Çoğu insanda bencilliğe, tartışmaya, duyarsızlığa, nefrete, anlayışsızlığa, merhametsizliğe, kıran kırana rekabete muazzam eğilim var. Çoğu insan vicdanına değil çıkarlarına uygun olanı yapmayı tercih ediyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan menfaatçilik, beraberinde huzursuzluk, iç sıkıntısı ve gerilim getiriyor. Bu özellikler ise insan bünyesinin dayanabileceği türden özellikler değil kuşkusuz. İnsan bedenine aykırı bir ruh halinin hakim olması beraberinde akıl, ruh ve beden sağlığında bozukluklara neden oluyor. Diğer bir ifadeyle, insanlar sevgiden, ahlaki ve manevi değerlerden uzaklaştıkça, depresif bozukluklara ve psikolojik sorunlara yaklaşıyorlar. Çünkü insan ruhu ancak iyilik, güzellik ve sevgi peşinde olduğu sürece tatmin olacak bir yapıdadır.
İhtiyaç içindeki bir çocuğu görmezden gelmek değil, bir hediye ile onu mutlu etmek; bir fakire ilgisiz kalmak değil, ona yardım etmek asıl müthiş bir sevinç ve mutluluk vesilesidir. İnsan ruhunun sürekli olarak fedakarlık, sevgiyle, ahlaki ve manevi güzelliklerle beslenmesi gerekir. Her bakımdan yüksek kaliteli bir hayat sadece bu şekilde elde edilebilir. Sürekli nefretin ve öfkenin hakim olduğu egoist bir yaşam, olması gereken gerçek yaşam tarzı değildir. İnsanların genelinin bu hataya düşmesi kimseyi yanıltmamalıdır. İnsan, kendi kalbinde sevgiyi ve huzuru gayet güzel hakim edebilir. İnsanı daha üstün bir yaşam tarzına ulaştıracak şey, materyalist dünyanın çatışmaları veya çelişkileri değil; aksine yapacağı fedakarlıklardır. Dünyanın çekişme değil, sevgi ortamı olduğunu anlayan bir toplumda, depresyon gibi suni hastalıklar bütünüyle yok olacaktır.
Adnan Oktar’ın American Herald Tribune & Riyadh Vision’da yayınlanan makalesi:
http://ahtribune.com/world/1691-depression.html