İman etmeyen insanların, hayata dair hemen her konuda kendilerine belirledikleri cahili ölçüler vardır. Bu ölçülerin ortak özelliği ise, her birinin sadece dünyevi menfaatleri en fazlasıyla elde edebilme üzerine kurulmuş olmasıdır. Birbirlerini, manevi güzelliklerini, ruhlarındaki derinliği, ahlak zenginliğini görüp sevecekleri birer nimet olarak değil; maksimum derecede çıkar sağlayabilecekleri ticari birer meta gibi görürler. Bu nedenle de insanlarla dostluk kuracakları, arkadaş seçecekleri ve hatta hayatlarının sonuna kadar birlikte olmak üzere eşlerini seçecekleri zaman dahi, öncelikle bu ölçülerin olup olmadığına bakarlar. Bu kimselerin bazılarında, yine çıkara dayalı bazı manevi özellikler de önem taşır. Örneğin karşılarındaki insanın iyiliksever, fedakar, olgun, hoşgörülü, affedici, mülayim, yumuşakbaşlı, anlayışlı, uzlaşmacı ya da çalışkanlık gibi özelliklere sahip olmasını isterler. Çünkü bunların her biri, kendilerine fayda sağlayabilecek tavırlardır. Kendileri sinirlenecek, ama karşılarındaki insan her ne olursa olsun, sorun çıkarmayacaktır. Alttan alacak, anlayış gösterecek, hatta bu kişinin tüm olumsuz yönlerini görmezden gelip idare edecektir. 

İşte rahat yaşamak ve karşı taraftan menfaat elde etmek adına kimi insanlar dostluklarında bu gibi manevi özellikler de ararlar. Ancak bunların hiçbirini, gerçekte bu özellikleri değerli gördüklerinden dolayı istemezler. Nitekim karşı taraf da bu özellikleri, sahip olduğu Allah korkusundan dolayı değil; yalnızca insanların hoşnutluğunu ve buna bağlı başka menfaatler kazanabilmek için uygular.

Cahiliye ahlakını benimseyen insanların büyük bir kısmı ise, yine cahili temellere dayalı bu manevi özelliklerin hiçbirini önemsemez. Bu geniş kitle için, dostluk kuracakları insanlarda asıl önemli olan tümüyle dış görünüm, maddiyat ve itibara dayalıdır. Bu kişinin fiziki görünümünün etkili olması, en üst seviyede maddi güce sahip olması, toplumda iyi bir yer edinmiş olması ve insanların hayranlık duyacakları türden bir iş yürütüyor olması başlıca kriterleridir. Bunlar olduktan sonra, bu kişinin nasıl bir ahlaka sahip olduğunun ise, bu kişi için hiçbir önemi kalmaz. 

Seçimlerindeki ölçülerin sadece bunlarla sınırlı olması, bu kişilerin hayatlarının tümüne hakim olan bakış açılarının küçük bir yansımasıdır. Akıl ve vicdan kullanmadan; dünyanın geçiciliğini, ahiretin sonsuzluğunu, ölümün yakınlığını düşünmeden yaşamalarının bir sonucudur. Adeta cahiliye sisteminin kurduğu bir robot gibi, toplumda hakim olan ölçüler içerisinde, hiç sorgulamaksızın ve akıl kullanmaksızın hayatlarını sürdürürler. Başkalarından ne görüyorlarsa, hiç düşünmeden kendileri de bunu bir alışkanlığa dönüştürürler. Örneğin nasıl ki bir at alacakları zaman, atın cins olanını arar ya da bir araba alacakları zaman en iyi marka olmasını isterlerse; kendilerine bir arkadaş ya da eş ararken de yine bu bakış açısıyla hareket ederler. Örneğin ahlakı çok kötü de olsa, çok pahalı ve en son model arabası olan, çok zengin, çok popüler ve çok tanınmış bir insanı, herkesten daha çok sevdiklerini söyler ve herkese tercih ederler. Ancak bu zengin kişi, bir anda bu özelliklerini kaybettiğinde, fiziksel açıdan tamamen aynı kişi olmasına rağmen, bu kişiye hiçbir şekilde yakınlık duymazlar. Aynı şekilde hiç parası olmayan, kendilerince utanacakları gibi sıradan bir mesleği olan, ama ahlakı çok güzel bir insan olsa, bu kişiyle de muhatap dahi olmazlar. 

Söz konusu insanların bu davranışlarının asıl sebebi, dostluklarında, arkadaşlıklarında ya da evliliklerinde asıl olarak sevgiyi değil; parayı, itibarı, rahatlığı arıyor olmalarıdır. Çünkü çevrelerine sükse yapabilmeleri açısından asıl olarak sevgiyi değil bunları önemli görürler. Hayatlarının sonuna kadar birlikte olacakları kişinin, derinlik bulabilecekleri, sevgiyi yaşayabilecekleri bir insan olmasını değil de, adeta “para basan bir makina” olmasını ister gibidirler. Nitekim bir kişiyle ilk tanıştıklarında hemen ilk soruları “işi nedir?” olur. Bu soruya aradıkları gibi etkili bir cevap aldıklarında ise, hemen “bu kişiyi çok beğendiklerini; hatta kalplerinde bu kişiye karşı derin bir muhabbet oluştuğunu” söylerler. Mesleği, yakınlık sağlamada neredeyse en etkili bilgilerden biri olur.  Fakat bir süre sonra aynı kişinin “şirketinin battığını”duyacak olurlarsa da, “bu konuyla alakası olmadığını ama başka bir sebepten dolayı, bir şekilde bu kişiden soğuduklarını; bir anda kalplerinde bir boşluk oluştuğunu, bu yüzden artık görüşmek istemediklerini” söyleyerek onunla olan tüm bağlarını kopartırlar.

Cahiliye insanlarının bu bakış açıları o kadar bilinen bir durumdur ki, dikkat edilirse filmlerde de bu konu üzerinde durulur. Son dönemlerde karşınıza çıkan filmleri şöyle hızlıca bir gözden geçirecek olursanız, iki kişi arasındaki yakınlığın konu edildiği filmlerde ana fikrin hiçbir zaman için ‘ahlak’ olmadığını görürsünüz. Zira aynı sistem içerisinde yaşayan film yapımcıları da nelere önem vermeleri gerektiğini çok iyi bilmektedirler. Sırf ahlak üzerine kurulu bir film yaptıklarında, böyle bir film, söz konusu insanların hiç ilgilerini çekmeyecektir. Bu nedenle yapımcılar da film senaryolarında kişinin dış görünümünün, maddi gücünün, evinin, arabasının, mesleğinin, itibarının üst seviyede olması gerektiğinin farkındadırlar. Bu filmleri seyredecek olan kişiler, ancak bu değerler üzerine kurulu bir senaryo olursa filme ilgi duyacaklardır; yapımcılar da ancak bu şekilde para kazanabileceklerdir.

Nitekim para, tip, meslek araba gibi ölçüleri olan insanların ilişkisini anlatan filmler yaptıklarında, istedikler ilgiyi yakalayabilmekte ve sonuçta da en çok bu filmler seyredilmektedir.

Bu gibi filmlerin neredeyse tamamında kişi karşısındaki kişiye mutlaka maddi değeri olan, ev, araba ya da pahallı hediyeler alır. Aynı şekilde bu kişinin ailesine de pahallı hediyeler alıp yollaması, bunun gibi karşısındaki kişinin ailesini mutlu edecek maddi sürprizler yapması, filmi bu bakış açısıyla seyreden kimselerin son derece hoşuna gider. Filmlerde bu gibi cahiliye ölçülerine tam uyan detaylar ne kadar fazla olursa, filmler de o kadar çok tutulmaktadır. 

Maddi açıdan hiçbir gücü olmayan, cahiliye ölçüleri doğrultusunda sözde sevgi gösterileri yapmayan, tümüyle ahlaki değerleri önemli gören insanların hayatlarını anlatan filmler ise, bu kimselerin hiç beğenmeyecekleri ve etkilenmeyecekleri filmlerdir. 

Elbetteki cahiliye toplumunun burada kısaca değindiğimiz bu bakış açısı büyük bir yanılgıdır. Söz konusu insanlar önem verdikleri tüm bu maddi özelliklerin mutlu olmaları için yeterli olacağını zannederler. Oysa bunun ne kadar aldatıcı bir bakış açısı olduğunu bizzat yaşadıkları hayatlarında kendileri de açıkça görürler. Ancak yine de pek çok insan vicdanını gereği gibi kullanmadığı için, bu durumu farketmesine rağmen, aynı cahili ölçüler içinde mutsuzca yaşamaya devam eder.

Oysa paranın, fiziksel özelliklerin, mesleğin, itibarın, pahallı ve gösterişli ev ve arabaların mutluluk getirmediğini, insanların bizzat yaşayarak dahi olsa farketmiş olmaları onlar için çok önemli bir fırsattır. Allah insanların doğruyu görebilmeleri için bu mutsuzluğu onlara bir nimet olarak yaratmaktadır. Vicdanları, gerçek sevgi ve mutluluğun ancak iman etmekle, Allah sevgisiyle ve Allah’ın beğendiği ahlakı uygulamakla yaşanabileceğini her insan gibi onlara da hissettirmektedir. Vicdanlarının sesine uydukları takdirde, hem dünyada hem de ahirette sonsuza kadar sevgiyi, mutluluğu, her türlü nimet ve güzelliği en fazlasıyla yaşayabileceklerdir. 

Aksinde ise, Yüce Rabbimiz Kuran’da dünya hayatının metaına tutkuyla kapılıp aldanan insanların hiçbir güzellik elde emeyeceklerini ve azapla karşılaşacaklarını şöyle haber vermiştir:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)