Bugün toplumların en büyük sorunlarından biri stres. İnsanların bedensel ve zihinsel güçlerini zayıflatan, onları mutsuz, şevksiz, bitkin hale getiren, hatta hasta eden bir illet. Bu illet, kişinin hayata negatif bakmasına, yaşama heyecanının azalmasına, karamsarlaşmasına neden olan, psikolojik bir gerilim durumu olarak tanımlanıyor. Her ne kadar adı söylendiğinde toplumda ciddi bir hastalıkmış gibi algılanmasa da, çözüm Kuran’da aranmadığında, insanı ölüme kadar götürebilecek ciddi bir hastalık stres.

Stres insan bedenini nasıl etkiliyor?

Zihinsel ve bedensel gücünü azaltır

Karamsar bir ruh haline sokar

Yorgunluk, güçsüzlük ve endişeye yol açar

Konsantrasyon kaybı ve dikkat toplamada zorluk oluşturur.

Panik atağa neden olur

Tahammülsüz bir ruh haline yol açar

Neşesizlik oluşur

Depresyona neden olur

Çabuk sinirlenen agresif bir yapıya neden olur

Bağışıklık sistemini çökertir, çok kolay hastalanan bir bünye oluşur

Stres, çok yemek yemeye yol açar

Sözde “Rahatlatıyor” bahanesiyle madde (içki, sigara uyuşturucu) kullanmaya kadar iter.

Kalp atış hızı artar, çarpıntı başlar

Nefes darlığı ve yutkunma zorluğu yaşatır

Uyku sorunu oluşturur

Baş ağrısına neden olabilir

Vücutta tuz tutulumunu tetikleyerek yüksek tansiyona dolayısıyla da kalp krizi riskinin artmasına neden olur

Stresin artması ve süresinin uzamasıyla birlikte, kas ve kemiklerde de kayıplar oluşmaya başlar.

Stresin bunlar gibi insan üzerinde daha pek çok olumsuz etkileri vardır. Stres sorununu toplumlar teknik yollarla çözmeye çalışıyorlar. Oysa stres ve yarattığı etkilerin tamamı aslında insanın Allah’ın gösterdiği yola uymamasının birer neticesidir. Çünkü stres, yani insanın kendini baskı altında hissetmesi; hayatındaki her şeyin kontrolünü kendinde zannetmesinin bir sonucudur.

Düşünün… Tek gücün Allah’ın olduğunun ve kaderini yaşadığının farkında olmayan bir insana; “Tüm sorumluluk sende. Tüm kontrol sadece sende! Tek başına bu hayatın üstesinden gelmen gerekiyor denildiğinde üzerinde nasıl bir baskı hisseder? İşte bu baskı, yani stres, insanın tüm hayatının kendi omuzlarına yüklendiğini ve sonu belirsiz olan bir yolda, delicesine mücadele edip bu yaşam savaşını kazanması gerektiğini sanmasının bir sonucudur. Oysa Kuran’da Allah insanların başıboş bırakılmadıklarını ve her şeyin takdir edilmiş olan bir kader ile gerçekleştiğini birçok ayetinde bildirir. Örneğin bu ayetlerden birinde Allah “İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet Suresi, 36) diye haber verir. Yine başka bir ayetinde “Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49) diye bildirir.

Evet, insan dünyada yaratılıp kendi haline bırakılmış başıboş bir varlık değildir. Allah her insanı kaderiyle birlikte yaratmıştır. Sadece insan değil, tüm kainat kaderiyle birlikte yaratılmıştır. Dolayısıyla dünyada meydana gelen her olay, olumlu ya da olumsuz gibi görünen her gelişme, an an bu kadere tabidir ve Allah’ın kontrolündedir. Biz geleceği ve gelecekte olacak olan olayları bilemeyiz, ancak Allah bilir. Bu nedenle Allah’ın her şeyi bir kaderle yarattığına ve sonucunun mutlaka bizim için iyi olacağına gerçekten samimi olarak inandığımızda, işte o zaman dünyadaki hayatımızı rahat yaşamamız için tüm şartlar da oluşmuş demektir.

Örneğin insana; “Sabun ve su seni temizler, çamur ise kirletir” bilgisi verilmiştir. İnsan buna kesin inanır ve aksini asla düşünmez. Elini suyla sabunladığında tertemiz olduğuna kesin inanır. Suyla bir meyveyi yıkadığında o meyvenin yiyebileceği kadar temiz olduğundan hiç şüphe duymaz. İnsan bu bilgilere bir nevi iman eder ve aksini düşünmez. Halbuki suyu, sabunu yaratan, onları temiz kılıp hizmetimize veren Allah’tır. Bize onların temiz olduklarına, bizde temizlik oluşturduklarına dair hissi ve algıyı veren de Allah’tır.

İşte aynı bu şekilde, insanın Allah’a imanının çok kesin ve keskin olması gerekir. Allah bu dünyayı Kendisi’nin yarattığını milyonlarca deliliyle gözlerimizin önüne sermektedir. Bu nedenle başlangıç anımızdan son anımıza kadar ki durumumuzu sonsuz geçmişte bildiğini ve her anımıza tam hakim olduğunu bildirdiğinde de, bundan hiç bir şüphe duymadan inanmamız gerekir. O zaman stresi oluşturan tüm sebeplerin bir anda yok olduğunu da görürüz. Çünkü stres Allah’a  güvenmemenin insanlara getirdiği büyük bir beladır. İnsan Allah’a gerektiği gibi güçlü bir imanla bağlanmadığında, bu ona güçsüzlük, korku, stres, tedirginlik, huysuzluk, sinir öfke, panik, mutsuzluk gibi belalarla geri dönecektir. O zaman da ruhsal bozuklukların, sinirsel ve fiziksel hastalıkların oluşmasına ciddi şekilde kapı açılacaktır.

Unutmayın ki stresin tek ilacı Allah’a  tam güvenmek yani tevekkül etmektir. İnsan güçlü bir imana sahip olursa; sanki üzerinden dev bir beton duvar kalkmış gibi hem zihinsel hem de bedensel olarak rahatlayacak bu fonksiyonlarını en yüksek seviyede kullanmaya başlayacaktır.

Tevekkül eden insanla etmeyenin hallerinin anlaşılması açısından Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin şu örneği son derece anlamlıdır:

Tevekkül eden ve etmeyenin misâlleri, şu hikâyeye benzer: 

Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir gemiye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup, etrafa bakmaya başlar; diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.” 

O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zâyi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim.” 

Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli hükümdarlık gemisi daha kuvvetlidir, daha iyi muhâfaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem, gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya delidir diye seni kovacak, ya ’Hâindir, gemimizi töhmet altında bırakıyor, bizi aşağılıyor, hapis edilsin’ diye emredecektir. Hem, herkese maskara olursun. Çünkü, dikkati açık olanların gözünde, zaafı gösteren kibirinle, aczi gösteren gururun ile, riyâyı ve zilleti gösteren yapmacıklığınla, kendini halka alay konusu yaptın; herkes sana gülüyor” denildikten sonra, o bîçarenin aklı başına geldi, yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden râzı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi.

İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve övünmekten ve maskaralıktan ve ahiret hayatında kötü duruma düşmekten ve tazyikàt-ı dünyadaki sıkıntılar hapsinden kurtulasın.  Sözler 284, 285

Adnan Oktar’ın Weekly Blitz’de yayınlanan makalesi:

http://www.weeklyblitz.net/2015/04/the-sickness-of-our-age-is-not-stress-but-lack-of-trust-in-allah/

blitz adnan_oktar_sickness_of_our_age_is_not_stress

2015-04-18 13:32:14