İnsan hayatı boyunca karşılaştığı her olayda nasıl davranması gerektiğini bilir. Bu Allah’ın her insanın vicdanına verdiği bir özelliktir. Dolayısıyla insan yanlış bir şey yapsa bile, aslında bunun doğru olmadığını kavrayabilecek bir bilgiye sahiptir.
Ancak buna rağmen insanların bir kısmı vicdanlarını ölçü alarak yaşamazlar. Hatta vicdanlarının sesini bastırarak yaşamayı bir hayat şekli haline getirmişlerdir. Ve bu hayat şekli içerisinde, ‘vicdan azabı’ duymayacak bir anlayış da elde etmişlerdir. Vicdanlarını körelten bu insanlar, hata olacağını kavradıkları konularda, -bile bile de olsa- bu yanlışı yapmakta bir sakınca görmezler. Menfaatleri öyle hareket etmelerini gerektiriyorsa, onlar da doğru olandan bilerek ve isteyerek taviz verirler.
Ancak Müslümanlar bu şekilde değildirler. Mümin bir kimse hayatının her anında vicdanını kullanır. Vicdanının yanlış olduğunu gösterdiği bir konuda, aksi yönde davranmaya güç yetiremez. Bunun sonucunda da, vicdan azabı duyacağı bir tavra en başından hiç yanaşmaz.
Fakat bazen şeytan insanlara, vicdanen doğru olmadığını hissettikleri bir konuda da, vicdanlarını dinlememeleri için baskı yapar. Bazen bunu kişiye bir şekilde makul ve doğru göstermeye çalışır. Bazen onu, bu tavrın vicdanına ters düşmeyeceğine ikna etmeye gayret eder. Bazen öfke, kıskançlık, kin gibi hisleri teşvik ederek o kişiyi güçsüzleştirip o tavra sürüklemeye çabalar. Hiçbir yönden sonuç alamadığında da kişiye, makul sebepler altında bunu ‘bir kere yapmasından bir şey olmayacağı’ telkiniyle yanaşır.
Şeytanın bu mantığı bazen çok küçük, bazen de çok hayati konularda ortaya çıkabilir. Nitekim kimi insanlar çoğu zaman küçük konularda umursuzluk yapmakta, doğru yoldan sapmakta bir sakınca görmezler. ‘Nasıl olsa önemli bir konu değil’ ve ‘nasıl olsa sonuçta kimseyi etkileyecek, kimseye zarar verecek ve kimseyi rahatsız edecek bir şey değil’ diye düşünürler. Hatta eğer bu, kimsenin farkına dahi varmayacağı bir detaysa, hiç vicdan azabı da duymalarına gerek olmadığını düşünürler. Şeytan da işte insanlara ilk başlarda özellikle böyle küçük konularda ‘bir kereden bir şey olmayacağı’ mantığıyla yaklaşır.
Bir kez doğru söylememek, bir kez samimi konuşmamak, bir kez gerçek duygularını ifade etmemek, bir kez kırıcı bir söz söylemek, bir kez karşı tarafı rencide etmek, bir kez umursuz davranmak, bir kez fedakarlıktan kaçınmak, bir kez küsmek, bir kez öfkelenmek, bir kez basit bir tavra tenezzül etmek, bir kez adaletsiz davranmak, bir kez arkadan konuşmak, bir kez tartışma üslubu kullanmak, bir kez gizli bir şey yapmak, bir kez gurur yapmak, şeytanın insanlara attırdığı ilk adımlardandır. Sonrasında bunlardan herhangi birini ikinci kez yaptırması, şeytan için çok daha kolay olur.
Allah’ın Kuran’da, ‘çirkin cesaret’ olarak adlandırdığı bir tavır vardır. Şeytan bu kötü ahlakın, en bilinen ve en uç örneğini temsil eden varlıktır. İşte bu yüzden insanların da kendisi gibi Allah’a karşı ‘çirkin bir cesaret’ içinde olmalarını ister (Allah’ı tenzih ederiz). Allah’ı unutmalarını, Allah’tan korkmamalarını , Allah’ın her her yaptıklarını gördüğünü düşünmemelerini (Allah’ı tenzih ederiz), ahireti – hesap gününü düşünmeden hareket etmelerini arzular. İşte ‘bir kereden bir şey olmaz’ felsefesinde de, şeytanın insanlar için asıl hedeflediği hayat şekli budur. İnsanlara bunu çok küçücük, masumane, iyi niyetli, zararsız; nasıl olsa sadece bir kerelik olduğu ve bir daha tekrarlanmayacağı için de üzerinde durmaya gerek olmayan bir girişim olarak göstermeye çalışır. Ama altında gizlenen bu gerçekten dolayı böyle bir tavra yanaşmak hiçbir şekilde zararsız ve masumane olmaz.
Çünkü ‘bir kereden bir şey olmaz’ mantığı son derece tehlikelidir. Eğer bir insan o tavrı, -hatalı olacağını bile bile- bir kere yapmakta bir sakınca görmemişse, bunu çok rahat bir şekilde bir kez daha yapabilecek bir negatif güç ve çirkin cesareti de elde etmiş olur. Bir kere vicdanını aşan, bir kere vicdanını bastıran bir insan kendine, bunu bir kere daha yapabilecek bir yol açmış olur. Aynı şekilde, bir konuda bilerek yanlış olanı seçmekte bir sakınca görmeyen, ileride başka bir zaman geldiğinde, farklı konularda da aynı seçimi yapmakta mahsur görmeyebilecek bir anlayışa geçebilir. Bu nedenle insanın ‘nasıl olsa bir kerelik bir şey’ diye düşünmemesi; her an, her yerde ve her konuda Allah’tan çok korkup sakınması ve güzel ahlakta her an çok titizlik göstermesi gerekir.
Çünkü Allah’tan korkup sakınan insanın, Allah’a karşı dürüst olmasının verdiği bir iman kalitesi, bir ruh hali vardır. Bu insanın, dürüst olduğunu bilmesinden dolayı kendisine karşı saygısı vardır. Kendisine olan saygısını yitiren bir insan ise, pek çok konuda kendine samimiyetsizliğin ve dürüst olmamanın kapısını açmış olur.
Bunun yanı sıra elbetteki insan hata yapma özelliğiyle birlikte yaratılmıştır. Dolayısıyla mutlaka hata yapacak, yanlış düşünecek, yanlış kararlar alacak ve bunlardan geri dönecek, ahlakını düzeltecektir. Tevbe edecek, Allah’tan bağışlanma dileyecek, hatasını telafi etmek için çaba harcayacak ve bu şekilde samimi olmanın yolunu bulacaktır.
Ancak şeytanın ‘bir kereden bir şey olmaz’ mantığının, tüm insanları kapsayan; bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir tehlike olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu, şeytanın dikkatle sakınılması gereken önemli oyunlarından biridir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ kandırmacasıyla başlayıp bunu bir hayat şekli haline getirmiş pek çok insan vardır. Bir hırsız, bir dolandırıcı ya da yalanı veya diğer haram fiilleri alışkanlık haline getirmiş bir insan da ilk başta bunları yalnızca bir kez yapmış; ama sonra şeytanın oyununa düşerek bu davranışlarını ana özelliği haline getirmiştir.
Bu nedenle bir insan bu konuda ne kadar titiz ve dikkatli olursa olsun, bir gün şeytanın kendisine de bu tarz bir mantıkla yanaşabileceğini unutmamalı ve bu tehlikeye karşı uyanık olmalıdır. Kuran ahlakından taviz vermemeli, her an Allah’tan çok korkup sakınmalı, Allah’ın her yerde kendisini görüp duyduğunu ve içinden geçen her düşünceyi bildiğini unutmamalıdır.