İnsanların dini inkar etmek için öne sürdükleri mazeretlerden biri de, Allah’ı ve ahiret gününü inkar etme yanılgısına düşen bilim adamlarının varlığıdır.

Özellikle içinde yaşadığımız dönem, bilimin ciddi şekilde ilerlediği, bilimsel açıdan tarih boyunca yaşanmamış pek çok tecrübenin ve gelişmenin yaşandığı bir yüzyıldır. Bilim ve teknolojinin sağladığı imkanlarla evrendeki düzen ve tasarım görülmekte, Allah’ın yarattığı sistemlerin kusursuzluğu anlaşılmakta, canlıların sahip olduğu pek çok yaratılış gerçeği daha yakından tanınmakta, Kuran’ın mucizeleri teker teker keşfedilmektedir.

Ancak bir de bilimi kendi dünyevi çıkarları için kullanan, inkarcı zihniyetlerini onunla desteklemeye çalışan kişiler vardır. Bu kişiler “bilim adamı” sıfatıyla ortaya çıkmakta, ancak bilimi gerçekleri araştırıp bulmak için değil, kendi ideolojilerini beslemek için kullanmaktadırlar. Bu kişiler evrendeki ve canlılardaki kusursuz yaratılışı ve mucizevi özellikleri görmezden gelerek, herşeyin tesadüfler sonucu kendiliğinden var olduğu gibi gerçek dışı bir iddia ile ortaya çıkmaktadırlar. Bu çevrelerin amacı, Allah’ın varlığını inkar etmek ve toplumlara da inkar ettirmektir. Bu yolla hiç kimseye karşı sorumluluk hissetmeyen, başıboş bireylerden oluşan, her türlü ahlaksızlığın yaygın olarak yaşandığı toplumlar oluşturmak istemektedirler.

İnsanların çoğu da, bilim adamı görüntüsüyle kendi fikirlerini yaymaya çalışan bu kişilerden etkilenmektedir. Tüm bilim adamları herşeyi bilen, her konuda en doğru teşhisi yapabilen, en zeki ve akıllı kişiler olarak kabul edilmektedir. Oysa bu hatalı bir anlayıştır. Elbette bilimi doğru bir amaçla kullanan, pek çok konuda bilgisinden istifade edilebilecek, değerli bilim adamları vardır. Ama bilim çevrelerinde, bu sınıflandırmanın dışında, dünyevi çıkarları için gerçekleri saptıran, gizleyen, insanları yanlış bir yola sürükleyen kişiler de mevcuttur. Bu yüzden tüm insanlar gibi bilim adamları da sahip oldukları bilgilerin, ünvanların çokluğuna göre değil, sahip oldukları bilgileri yaratılış amaçlarına uygun kullanıp kullanmadıklarına, Allah’ın razı olacağı şekilde yaşayıp yaşamadıklarına göre değerlendirilmelidirler. Allah’a iman eden bir insan için doğru olan budur.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah Kuran’da insanların çoğunluğuna uymanın zarar getireceğine, bu çoğunluğun inkarda direttiklerine dikkat çekmiştir. Bu durumda insanın, başkalarının sözlerini hiç araştırmadan, detaylarını öğrenmeden kabul etmesi değil, kendi aklı ve vicdanıyla değerlendirmesi ve buradan doğru sonuca ulaşması gerekir. Allah bir ayetinde, “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra Suresi, 36) diye emretmektedir. İşte bu yüzden insanın kendisine söylenen herşeyi peşinen kabul ederek ardına düşmesi kendisini kandırmasından başka bir şey değildir.

İnsan Allah’ın kendine emrettiği şekilde hakka uymakla ve insanlara da hakkı tavsiye etmekle sorumludur. Gerçek böyleyken, mazeretler öne sürmesi, kendini ve çevresindekileri kandıracak bahanelerle ortaya çıkması ahirette hiçbir yarar sağlamayacaktır. Allah insanları inkara davet eden ve onlara bu konuda vaatlerde bulunan kişilerin her zaman olacağını Kuran’da haber vermiştir. Allah bu kişilerin de, onlara uyanların da hüsranla karşılaşacaklarını şöyle hatırlatmıştır:

İnkar edenler, iman edenlere dedi ki: “Siz bizim yolumuzu izleyin, hatalarınızı biz yüklenelim.” Oysa kendileri, onların hatalarından hiçbir şeyi yüklenecek değildir. Gerçekten onlar, elbette yalancıdırlar. Şüphesiz onlar, hem kendi yüklerini, hem kendi yükleriyle birlikte başka yükleri de yüklenecekler ve kıyamet günü, düzüp uydurduklarına karşı sorguya çekileceklerdir. (Ankebut Suresi, 12-13)