İnsan kendisini, tüm canlıları ve evreni yaratan Allah’ı tanıyabilmek, O’nun gücünü kavrayabilmek için Rabbimizin yarattığı herşey üzerinde düşünmeli ve O’nun sonsuz aklının ve sanatının tecellilerini görmeye çalışmalıdır. Ancak bu sayede gördüğü herşeyin yaratılmış olduğunu, herşeyin mutlaka bir gücün ve aklın ürünü olması gerektiğini kavrayabilir. Bu sayede, Allah’ın aklını, gücünü ve sanatının çeşitliliğini anlayarak Allah’a yakınlaşacak ve O’na iman etmesi gerektiğini anlayacaktır.
Ancak insanın tüm bunları görüp anlayabilmesi için, ‘hikmetle bakan bir iç göze’ ihtiyacı vardır. İnsanların çevrelerindeki herşeye ‘hikmetle’ bakmaları, Allah’ın “(Bunlar) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir.” (Kaf Suresi, 8) ayetiyle belirttiği gibi, her an Allah’ı zikretmeye ve O’nu anmaya güzel bir vesile olacaktır. İnsan istediği kadar dünya üzerindeki yaratılış delillerine baksın, bunlar üzerinde günlerce, haftalarca, yıllarca araştırmalar yaparak bunların insanı şaşırtan özellikleri olduğunu bulsun, iman gözüyle değerlendirmediği sürece, tüm bunların gerçekte ne anlama geldiğini ve bunlarla kendisine ne anlatılmak istendiğini kavrayamaz.
İnsanların bu anlamı göremeyişlerinin bir nedeni de, tüm bunları kalp gözüyle değerlendirecek zihinsel ve ruhsal bir rahatlığa sahip olmamalarıdır. İnsanın dikkatli olabilmesi, her ayrıntıyı fark edebilmesi ve bunları doğru bir şekilde değerlendirebilmesi için zihinsel bir rahatlığa da sahip olması gerekmektedir. İşte cahiliye toplumunda yaşayan insanların zihinleri, yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı, sürekli olarak dünyevi işlerle doludur. Karşılaştıkları sorunları, problemleri çözme endişesi içerisindedirler. Kendilerini rahatsız eden bir durumdan kurtulup mutlu olabilmenin yolunu, günlük hayatta sürekli olarak kendi işlerini düşünmede, elde edecekleri kazançları hesap etmede ve dünya hayatından maksimum faydayı elde edebilmenin yollarını aramada görürler. Bu yüzden, tüm dikkatlerini bunlar için harcar ve çevrelerindeki yaratılış delillerini göremezler. Ya da görseler bile, yüzeysel bakış açıları nedeniyle bunları sıradan olaylarmış gibi karşılarlar. Tüm bunların ne kadar mucizevi detaylar olduğu kendilerine anlatılsa bile, onları asıl ilgilendiren ulaşmak istedikleri menfaatler olduğundan, bu anlatılanlar onlar için bir anlam ifade etmez. Kısacası, bu insanlar görmek istemedikleri için kör bir insandan daha kör, duymak istemedikleri için de, sağır bir insandan daha sağır hale gelmişlerdir. Allah bir ayetinde bu insanları şu şekilde tarif etmiştir:
“… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler…” (Araf Suresi, 179)
Zihinlerinin yanı sıra, manevi olarak yani ruhsal açıdan da rahat ve huzurlu olmadıkları için, Allah’ın yaratılış delillerindeki hikmetleri göremezler. Allah, bir Kuran ayetinde inkarcıların sivrisinekteki yaratılış delillerini göremedikleri için verdikleri tepkiyi şöyle anlatır:
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, “Allah bu örnekle neyi amaçlamış?” derler. (Oysa Allah) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)
İnkar edenler karamsarlık, sıkıntı ve stres içinde yaşadıkları için, her gün karşılaştıkları, gözlerinin önündeki iman hakikatlerinin üzerinde düşünmezler. Onlar için önemli olan, dünyada elde edebilecekleri en yüksek menfaati kazanmak olduğundan, bunun dışındaki konuları pek önemsemezler. Allah’ın gücünü, O’nun yarattığı tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini gerçek anlamda göremedikleri için de, Allah’a imanın gereğini ve önemini kavrayamazlar. Biraz olsun kavramış gibi gözükseler de, bu onların vicdanlarını harekete geçirecek kadar güçlü olmadığı için kısa sürede etkisi kaybolur.
Allah bu insanların, kendilerine Allah’ı hatırlatan nice delillerle karşılaşmalarına rağmen, bunlardan hiç etkilenmediklerini bir ayette şöyle bildirmektedir:
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. (Yusuf Suresi, 105)
Mutsuzluklarından dolayı manevi anlamda rahat ve huzurlu olamazlar; bu da onların çevrelerindeki herşeye “hikmetle bakan bir iç göz” ile bakmalarını engeller ve onları Allah’a iman etmekten alıkoyar. Allah’a samimi bir şekilde iman ederek kazanacakları mutluluğu, kendi akılsızlıkları yüzünden kaybedip mutsuz bir yaşam sürerler.
Müminler Allah’a iman ettikleri, hep O’nu düşünüp, O’nun rızası için çalıştıkları için mutluluğu her zaman hissederler. Allah’a daha fazla yakınlaşmak için Allah’ın yarattığı herşey üzerinde derinlemesine düşünür ve araştırırlar.
Örneğin müminin uçsuz bucaksız gökyüzüne bakması Allah’ın gücünü ve sanatını takdir etmesine vesile olur. Ya da güzel bir manzarayla karşılaştığında bunun Allah’ın kendisine gösterdiği bir güzellik olduğunu düşünerek şükreder. Müminlerin çevrelerindeki herşeyi Allah’ı zikretmek için bir fırsat olarak görmeleri, onların Allah’ın rızasını kazanmalarını ve mutluluğu daha yoğun bir şekilde yaşamalarını sağlar.