Alçak gönüllülük, Kuran’da en çok üzerinde durulan konulardan biridir. Ayetlerde bildirildiği üzere, alçak gönüllü olmak imanın özelliğidir; buna karşı kibir ve büyüklenme ise ancak inkarcılara ait bir tavırdır.
Alçak gönüllülüğün imanla, kibirin de inkarla özdeş olmasının nedeni, imanın akıl, inkarın ise akılsızlık getirmesidir. İmanlı ve dolayısıyla akıllı olan insan kibirli olamaz. Çünkü sahip olduğu akıl ile Allah’ın apaçık olan varlığının ve üstün kudretinin farkına varır, O’nun herşeyi kontrol ettiğini anlar. Bununla birlikte kendisini de Allah’ın yarattığını, Allah’ın hayatta tuttuğunu ve nimetlendirdiğini dolayısıyla aciz bir kul olduğunu kavrar. Aklını kullanan insan, herşeyde Allah’ın gücünü ve kendi aczini görecektir. Acizdir; karnı acıkmakta, uykusu gelmekte, temizlenmesi gerekmekte, hasta olmakta, acı çekmekte, yaşlanmaktadır. Bunların hiçbirine engel olamaz. Ne kendisinin dünyaya gelişi üzerinde bir etkisi vardır ne de ölümünü engelleyebilir. Allah’ın verdiği aciz ve zayıf bir bedenle Allah’ın takdir ettiği bir sürede, Allah’ın belirlediği kadere göre yaşayacak ve sonra toprağa gömülüp yine O’na dönecektir. Böbürlenecek, kibirlenecek bir özelliği yoktur. Sahip olduğu güzel birtakım özellikleri de Allah ona vermiştir. Kibirlenmekle değil, şükretmekle sorumludur.
Allah’a karşı hissettiği bu acizlik, onun tüm davranışlarına yansır. Bu acizlik elbette ki diğer insanların yanında zavallı tavırlar göstermek demek değildir. Kişi aczini yalnızca Allah’a açar ve O’na gösterir. Diğer insanların yanında ise vakarlı, olgun, mütevazi, rahat ve güvenli bir tavır sergiler.
Buna karşın inkarcılar akılsızlıklarından kaynaklanan boş bir gurur ve kibir içindedirler. Allah’ı gereği gibi takdir edemedikleri için, büyük bir akılsızlıkla kendilerini Allah’tan bağımsız varlıklar sanırlar. Acizliklerini görmez, kabul etmek istemezler. Ellerinden geldiğince kendilerini övmeye, yüceltmeye çalışırlar. Sahip oldukları birtakım olumlu özelliklerin (zeka, şöhret, zenginlik, güzellik gibi) gerçek sahibi olduklarını zannederler; oysa bu özellikleri onlara Allah vermiştir ve istediği anda geri alabilir. İnkarcılar sahip oldukları özellikler nedeniyle gururlanırken, bir yandan da sahip olamadıkları şeyler nedeniyle komplekse kapılırlar. Allah’a teslimiyet, tevekkül, kanaatkarlık gibi kavramlardan habersiz olduklarından dolayı sürekli olarak ya aşağılık ya da büyüklük kompleksi içindedirler. Kuran’da, bu gibilerin durumu şöyle anlatılır:
Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah’a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. (Mümin Suresi, 56)
Bu konumdaki bir insan, kendi benliğini kendi gözünde o denli büyütür ki, başka bir şey görmez olur. Dünyadaki herşeyi kendi bencil egosunu tatmin etmek için bir araç olarak algılar. Sürekli olarak kendini övme çabası içindedir. Acizliğini, hata yapabileceğini asla kabul etmez. Bu akılsızlığı nedeniyle cahilce dine nefret beslemeye başlar. Çünkü din ahlakının getirdiği ilk şeylerden biri, insanın aciz bir kul olduğu gerçeğidir. Büyüklük hırsı nedeniyle kendi çarpık dünya görüşünü bırakıp dinin gösterdiği doğruları, bunun doğru olduğunu fark etse bile, kabul etmez. Kuran’da, böylesine bir akılsızlık içinde olan insanlardan şu şekilde söz edilir:
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları (ayetlerimizi) inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)
Kendi kibirleri içinde boğulmuş ve herşeyi kendi egoları için feda etmeye hazır olan bu insanlar, “yeryüzündeki bozgunculuğun” da gerçek sorumlularıdırlar. Allah ayetlerinde bu insanların durumunu şöyle haber verir:
İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahit getirir; oysa o azılı bir düşmandır. O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 204-206)
Bir başka ayette de büyük bir cehaletle dine karşı kibirlenenlerin konumu şöyle bildirilir:
Kendisine Allah’ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azabla müjdele. (Casiye Suresi, 8)
Bir insanın vicdanının kabul ettiği bir gerçeği büyüklenme dolayısıyla reddetmesi, kişinin inkar etmesiyle iman etmesi arasındaki derin uçurumda büyüklenmenin ne denli önemli bir akılsızlık olduğunu göstermektedir. İnsanın dünya ve sonsuz ahiret yaşamını bir anda acılara ve üzüntülere boğacak, sürekli sıkıntılı bir hayat geçirmesine neden olacak ve cehennemle noktalanacak bir tercihi, kişiye ancak büyüklenme hissi yaptırabilmektedir. Dolayısıyla insanın en büyük düşmanlarından biri, büyüklenmek yani enaniyettir.
Şeytanın sapmasının ve Allah’a isyan etmesinin ardında da büyüklenmesi yatmaktadır. Kuran’da şeytanın sapması ile ilgili ayrıntılı olarak anlatılan kıssa şöyledir:
Hani Rabbin meleklere: “Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratacağım” demişti.
“Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın.”
Meleklerin hepsi topluca secde etti;
Yalnız İblis hariç. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu.
(Allah) Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?” Dedi ki: “Ben ondan daha hayırlıyım; sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
(Allah) Dedi ki: “Öyleyse ordan (cennetten) çık, artık sen kovulmuş bulunmaktasın.”
“Ve şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar benim lanetim senin üzerinedir.” (Sad Suresi, 71-78)
Ayetlerde haber verilen şeytanın sözleri son derece ibretliktir ve tamamen aşağılık, kompleksli bir ruh halini yansıtmaktadır. Şeytan, kendisinde üstün özellikler olduğu vehmine kapılmış ve kendisini büyük bir akılsızlıkla Hz. Adem (as)’dan üstün görmeye başlamıştır. Oysa dilediğini üstün kılan, dilediği alçaltan Allah’tır. Allah ne emrettiyse, o yapılır. Hiçbir varlık, Allah’ın hükmüne karşı kendi basit mantık örgüsünü kullanarak karşı gelemez. Şeytan bu akılsızlığı yapmaya kalkmış ve bu nedenle sonsuza dek lanetlenmiştir.
Şeytanın sapması bir örnektir. Onun yolundan giden insanlar da aynı şekilde saparlar. Bu nedenle şeytanın sapkın ruh hali hakkında Kuran ayetlerinden yola çıkılarak yapılacak bir değerlendirme, insanların da nasıl saptıkları hakkında yol gösterecektir. Bu değerlendirmeyi şöyle sıralayabiliriz:
Şeytan, akılsızca Allah’a isyan etmektdir ve yanında kendisiyle birlikte isyan edecek başka varlıkların da olmasını istemektedir. Bu durum, Hicr Suresi’nde şöyle açıklanır:
Dedi ki: “Ey İblis, sana ne oluyor, secde edenlerle birlikte olmadın?”
Dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim.”
Dedi ki: “Öyleyse ondan (cennetten) çık, çünkü sen kovulmuş-bulunmaktasın.”
“Ve şüphesiz, din gününe kadar lanet senin üzerinedir.”
Dedi ki: “Rabbim, öyleyse onların dirileceği güne kadar bana süre tanı.”
Dedi ki: “Öyleyse, sen (kendisine) süre tanınanlardansın.”
“Bilinen günün vaktine kadar.”
Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.” (Hicr Suresi, 32-39)
Şeytanın kendisiyle birlikte pek çok insanın da sapmasını istemesi, bir tür psikolojik tatmindir ve aynı hal bazı insanlarda da görülür. Suç işleyen insanlar, başkalarının da aynı suçu işlemesini isterler. Bu, cezanın toplu olarak görüleceği ve dolayısıyla şiddetinin azalacağı yönündeki cahilce bir beklentiden kaynaklanır. Akılsızca dini inkar eden, Allah’ın hükümlerini tanımayan ya da açıkça inkar eden kimselerin de kendi düşük akıllarınca temel tesellisi, daha başka pek çok insanın da kendileri gibi sapmış olmasıdır. “Herkes benim gibi yapıyor”, “Bu kadar insan cehenneme mi gidecek, öyleyse ben de giderim” gibi akılsızca ifadelerin arkasındaki mantık, söz konusu çarpık mantıktır.
Şeytan, Allah’ı tanımakta, O’nun varlığını ve gücünü kabul etmekte, ancak kendisinde bir özellik, bir üstünlük olduğu gibi bir vehme kapılmaktadır. Bu akılsızlığı yüzünden de kendisine yönelik birtakım imtiyazlar, ayrıcalıklar beklemektedir. Şeytana Hz. Adem (as)’a secde emri verildiğinde sapmasının nedeni budur. Aynı nedenlerle pek çok insan da sapar. Kuran’da anlatılan inkarcı modellerinin büyük kısmı, Allah’ın varlığını kabul etmekte ancak kendilerinde birtakım üstün özellikler olduğuna inanmakta ve dolayısıyla birtakım imtiyazlar hak ettiklerini düşünmektedirler. Hatta bu nedenle gerçekte inkara sapmış olan pek çok kişi de kendisini “Allah’ın sevgili kulu” zanneder. Kuran’da bu durum haber verilmiştir. Örneğin, “Biz Allah’ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz” diyerek üstünlük iddia eden bazı Musevi ve Hıristiyanlara karşı ayette şu cevap verilmektedir:
“… Peki, ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azablandırıyor? Hayır, siz O’nun yarattığından birer beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır. Son varış O’nadır.” (Maide Suresi, 18)
Bu imtiyaz ve üstünlük hissi, çok farklı biçimlerde ortaya çıkabilir. İslam, insana aciz olduğunu ve Allah’ın kendisine bağışladıkları hariç, kendi başına hiçbir şeye sahip olmadığını öğretmektedir. İşte pek çok insanı saptıran şey bu gerçeği kabul edememeleridir. Şeytanın “ben ateşten yaratıldım” ifadesindeki çarpık mantığa benzer bir biçimde, pek çok insan, iyi bir aileden gelmesini, zengin oluşunu, yakışıklı ya da güzel olmasını büyük bir akılsızlıkla kendine ait bir meziyet sanmakta ve bu nedenle de ısrarla ve cahilce kibirini korumaktadır. Kuran’da Rabbimiz bu konuda çeşitli örnekler vermiştir. Örneğin, Hz. Musa (as)’ın kavminden olan ve kendisine çok büyük bir zenginlik verilen Karun’un durumu ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: “Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.”
Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz.
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir” dediler.
Kendilerine ilim verilenler ise: “Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz” dediler.
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.
Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz” demeye başladılar.
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 76-83)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, Karun -ve onun temsil ettiği insan modeli- verilen nimetleri çarpık mantık örgüsü nedeniyle kendisine ait olan bir özelliğin sonucu sanmakta, o nimetleri verenin Allah olduğunu unutmakta ya da reddetmektedir. Ayette haber verilen Karun’un “bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir” şeklindeki ifadesi, bunu gösterir. Bu çarpık mantıkla düşünen bir insan ise, ayette sözü edilen “şımararak sevinme” ahlaksızlığını gösterecektir. Bazı insanların başarı, zenginlik, güç gibi olumlu gelişmelerin ardından kibirli, saygıya uygun olmayan, saldırgan tavırlar sergilemesinin, diğer insanlara karşı küstahça davranmaya başlamasının nedeni de budur. Bu tür kişiler, az önce değindiğimiz gibi “Allah’ın sevgili kulu” oldukları vehmine de kapılır, Allah Katında da bir imtiyaz sahibi oldukları yalanını öne sürerler. Ancak Allah ayetlerinde bu kişilerle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se düşen bir umutsuzdur.
Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet tattırsak, mutlaka: “Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O’nun Katında benim için daha güzel olanı vardır.” der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan tattıracağız. (Fussilet Suresi, 49-50)
Cahilce kendilerini sürekli üstün görüp öven ve Allah Katında temize çıkarmaya çalışan kişilerin tavrı ile ilgili olarak bir başka ayette şöyle buyrulmaktadır:
Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, “bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar” bile haksızlığa uğratılmazlar. (Nisa Suresi, 49)
Buna karşın gerçek müminler hiçbir zaman Allah Katında kesin bir kurtuluşa erdiklerini, kesin “cennetlik” olduklarını düşünmezler. Müminlerin duası “korku ve umut” (Secde Suresi, 16) arasındadır. Allah’a “bizi ateşin azabından koru” (Bakara Suresi, 201); “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma” (Al-i İmran Suresi, 8); “bizi Müslüman olarak öldür” (Araf Suresi, 126) şeklinde dua ederler. Kendisini kesin cennetlik olarak gören ve gösteren bir kişi ise, bunu ancak enaniyetinden (kibirinden) dolayı yapar. Oysaki enaniyet, insanın kurtulmasını engelleyen en önemli ahlaksızlıklardan biridir; çünkü bir ayette, “Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (Hadid Suresi, 23) şeklinde hükmedilmektedir.
Kuran’da “büyüklenmenin” (enaniyet) müminlerin şiddetle sakınması gereken bir ahlak bozukluğu olduğu birçok ayetle haber verilmiştir:
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37)
İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)
Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 23)
Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Allah müminlere alçak gönüllü olmayı emretmekte ve büyüklenenleri Allah’ın sevmediği haber verilmektedir. Bu, bir müminin büyüklenmekten uzak durması için yeterlidir. Nitekim Kuran ayetlerinde, alçak gönüllü olmanın, en temel mümin vasıflarından biri olduğu şöyle haber verilmektedir:
… İşte sizin İlahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O’na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver. (Hac Suresi, 34)
O Rahman’ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman “Selam” derler. (Furkan Suresi, 63)
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)
Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder. (Secde Suresi, 15)
Tekrar tekrar vurgulamak gerekir ki; bu, son derece önemli bir konudur. Öyle ki, bir insanın iman etmesi ya da inkara sapması ile kibirli ya da mütevazi olması arasında çok yakın bir bağlantı vardır. Allah, “yeryüzünde büyüklenen” yani kibir (enaniyet) sahibi olanları, kendi ayetlerinden engelleyeceğini şöyle bildirmektedir:
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (Araf Suresi, 146)
Başka ayetlerde de önceki inkarcıların tümünün ortak vasfının “enaniyet” olduğu haber verilir. Tüm sapanlar, büyüklendikleri için sapmışlardır:
Hayır, Benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun. (Zümer Suresi, 59)
Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)
Andolsun, Biz Musa’ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs’le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz? (Bakara Suresi, 87)
Kuran’ın hükmüne göre, büyüklenen yani enaniyetli olan kimseler, aynı zamanda cehennem ehlidir:
Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlardan ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu günahkarları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 40-41)
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. (Araf Suresi, 36)
Peygamberlere isyan etmiş, onlara düşmanlık göstermiş olanlar da hep büyüklük taslayan, kibirli kimselerdir. Kuran’da “kavmin önde gelenleri”, “büyüklük taslayanlar” gibi sıfatlarla tarif edilen bu kimseler, gurur ve kibirleri nedeniyle büyük bir akılsızlık göstererek, peygambere itaat etmeyi kabul etmemişlerdir. Başka bir insanın kendilerini doğruya yönetlmesini reddetmişlerdir. Bu nedenle de içinde bulundukları sapıklıkta boğulmuşlardır. Kuran’da, kavmin önde gelenlerinin kibirleri nedeniyle inkar etmeleri sık sık bildirilmektedir:
Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız.” dediler.
Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.” (Araf Suresi, 75-76)
Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi. (Araf Suresi, 88)
Söz konusu inkarcı önde gelenler, sahip oldukları birtakım imkanlar (maddi zenginlik, asalet, şöhret, toplumsal statü gibi) nedeniyle kibirlenmekte ve bu imkanlara sahip olmayan bir kimsenin peygamber olmasını kabul edememektedirler. Bu yüzden de Allah’ın seçmiş olduğu kimseye akılsızca başkaldırmış, O’nun hükmüne isyan etmişlerdir. Kuran’da, İsrailoğulları’ndan bazı kimselerin kendilerine “imam” olarak tayin edilen Hz. Talut’a kibirleri nedeniyle, akılsızca itiraz etmeleri örnek verilerek şöyle buyrulur:
Onlara peygamberleri dedi ki: “Allah size Talut’u (melik olarak) gönderdi.” Onlar: “Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?” dediler. O (şöyle) demişti: “Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir.” (Bakara Suresi, 247)
Aynı şekilde, kavminin önde gelenleri, Peygamberimiz (sav)’in risaletine de büyük bir cahillikle karşı çıkmış ve ayette haber verildiği üzere “… Bu Kuran, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?” (Zuhruf Suresi, 31) demişlerdir. İnkarcıların öne sürdükleri bu saçma mantık, insanları yalnızca maddi zenginliği ya da şöhretleri ile değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Ayette haber verildiği gibi, eğer Resul, “iki şehirden birinin büyük bir adamı” olsa, ona itaat etmeyi belki kabul edeceklerdir. Ancak bir insana, yalnızca Allah onu seçtiği için itaat etmek, kibirlerinden dolayı ağır gelmektedir.
Kendilerine peygamber olarak yollanan Hz. Salih (as)’a, Semud kavminin önde gelenleri de aynı çarpık mantıkla karşı çıkmışlardır:
Dediler ki: “Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz. Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır.” (Kamer Suresi, 24-25)
Müddessir Suresi’nde büyüklenmenin insanı nasıl saptırdığıyla ilgili son derece önemli bazı açıklamalar vardır. Ayetlerde Allah’ın kendisine bolca nimet verdiği bir kişiden söz edilir. Ancak bu kişi kendisine Kuran okunduğunda enaniyete kapılır. Allah’ın sözünü dinleyip-kavrar, ama ona itaat etmek gururuna ağır gelir. Bu nedenle de inkar eder. Bu kişinin sonu cehennemdir; büyüklenmesinin sonucu olarak ebedi azapla cezalandırılacaktır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak; ki Ben ona, “alabildiğine geniş kapsamlı bir mal” (servet) verdim. Göz önünde-hazır çocuklar (verdim). Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne serdim. Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur). Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı “kesin bir inatçıdır.” Onu alabildiğine sarp bir yokuşa süreceğim. Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tespit etti. Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti. Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar). Böylece: “Bu, yalnızca ‘aktarılarak öğrenilen’ bir büyüdür” dedi. “Bu, bir beşer sözünden başkası değildir.” Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım. Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin? Ne alıkoyar, ne bırakır. Beşere delicesine susamıştır. (Müddessir Suresi, 11-29)
Başka ayetlerde de, Allah’a karşı büyüklük taslayan kimsenin cehennemdeki konumu şöyle tarif edilir:
Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin.
Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün;
(Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun. (Duhan Suresi, 47-49)
İnsan hiçbir zaman aciz, zayıf bir varlık olduğunu, Allah’ın kulu olduğunu unutmamalıdır. Hem eğer bunu unutmazsa, Allah’ın kendisine vereceği nimetlerden çok daha fazla zevk alır. O nimetlere sahip olmadığını, onların kendisine verildiğini anlar ve Allah’ın bu ikramına şükrederek gerçek lezzeti bulur. Eğer verilen nimetlerden dolayı böbürlenmeye, gururlanmaya başlarsa, önce o nimetten aldığı lezzeti, kısa bir süre sonra da nimetin kendisini kaybeder.
Gerçek dini yaşamak, Allah’a kul olduğunun bilincinde olmaya dayanmaktadır. Kim Allah’a kul olursa, Rabbimiz o kişiye her yolu açar. Bunun aksi bir tavır ise hüsranla sonuçlanır. Allah’a karşı büyüklenenler Kuran’daki, “Kim O’na ibadet etmeye ‘karşı çekimser’ davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır” (Nisa Suresi, 172) hükmü gereği Allah’ın huzurunda toplanacak ve azaplandırılacaklardır. Bunlarla ilgili olarak Allah Kuran’da şöyle bildirir:
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. (Araf Suresi, 36)
Allah’a karşı büyüklenmeyen, onun kullarına karşı da tevazulu davranan kimsenin varacağı yer ise cennettir:
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)