Ümitvar olmakla Allah’ın emirlerine uymak ve O’nun sınırlarını korumak arasında çok önemli bir bağlantı vardır. İnsanın Allah’ın rahmetinden ümitvar olması elbette O’na olan yakınlığı ve bağlılığı, Kuran’ın hükümlerini gözetmesiyle orantılıdır. Yoksa Allah’ı anmayan, kendi bildiğince hayatını yaşayan, Allah’ın hükümlerinden yüz çeviren bir kimsenin eğer bu tavırlarını düzeltmezse, Allah’a tevbe edip yönelmezse bu ahlakına karşılık güzel bir mükafat verileceğini düşünmesi kendini kandırmasından başka birşey değildir.

İşte akılsızların ümitlenmesi de bu şekilde olur. Allah’ı gereği gibi tanıyıp takdir edemeyen, Kuran’dan, İslam’dan haberi olmayan pek çok insan vardır ki, ahirette güzel bir karşılık göreceklerine kendilerini inandırmışlardır. Bu müminlerin ümitvar olma özelliklerinin dışında inançsızlığın getirdiği pervasızlığı ve çirkin bir cesareti göstermektedir. Bu kişiler din ahlakından uzak olmaları nedeniyle daralan vicdanlarını, bu tür sahte ümit ve beklentilerle rahatlatmaya çalışır, kendilerini de buna inandırırlar. Örneğin bir araştırmacı Kuran ahlakına uygun en küçük bir tavır göstermese de, yaptığı bilimsel çalışmaların kendisini “kurtaracağını” umar. Veya bir felsefeci dini reddetse bile çok kültürlü bir insan olduğu için diğerlerinden üstün olduğunu ve ahirette buna göre karşılık göreceğini zanneder. Bir tüccar ise insanlara sağladığı mal ve imkanlar sayesinde ahiretten bir beklenti ve ümit içine girer. Oysa bu kişilerin konuşmalarına bakıldığında aslında ahiretin varlığı hakkında kuşkular içinde oldukları görülür. Bir ayette inanmadığı halde ahiretten yana beklenti içinde olan bu insan modeli tarif edilmektedir:

Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm”. Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): “Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum” dedi. “Kıyamet-saati’nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım”. (Kehf Suresi, 32-36)

Görüldüğü gibi, kıyamet gününden dahi şüphesi olan bu kişi, ahirete gittiği takdirde hayırlı bir sonuçla karşılaşacağı şeklinde tutarsız bir mantığa sahiptir. Bu tutarsız mantığı da, gerçekten iman etmemesinin getirdiği akılsızlığından kaynaklanmaktadır. Bu örnek günümüzde de oldukça yaygın bir zihniyeti yansıtmaktadır.

Bu saçma ümit ve beklenti içinde olanlar dünyada -kendi çıkarları doğrultusunda- yaptıkları iyiliklerin karşılığını almaları gerektiğini, bunun doğal hakları olduğunu düşünürler. “Çalışmak en büyük ibadettir”, “halka hizmet Hak’ka hizmettir” gibi sloganları benimser ve sık sık kullanırlar. Elbette bu düşünceler samimi olduğu sürece insana fayda sağlayabilir, ama bir yandan Allah’a karşı nankör ve isyankar bir tavır sergilerken, bir yandan Kuran’da yasaklanan her türlü çirkin tavrı, kötü ahlakı uygularken, bir yandan da dünyada nefsine yönelik yaptığı çalışmalardan karşılık beklemek mantıksızdır. Ama bu tür insanlara bunun boş ve saçma bir beklenti olduğu, Allah Katında değerli olanın iman edip yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan işler olduğu hatırlatılınca, bu gerçeği kabul etmeye yanaşmazlar. Oysa Allah’a iman olmadan ve Allah’ın rızası gözetilmeden yapılan işlerin ahirette bir kazanç sağlamayacağı, boşa gideceği Kuran’da bildirilen gerçeklerdir. İman edilmediği takdirde -Allah’ın dilemesi dışında- gerçekten de yapılan işlerin boşa gideceği ayetlerde şöyle haber verilmiştir:

De ki: “Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?” “Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.” (Kehf Suresi, 103-104)

Kendilerini dindar sandıkları halde gerçekte Kuran’da tarif edilenden farklı bir dini modeli benimseyen ve dolayısıyla şirke düşen insanlar da ahiretten yana boş bir ümit ve beklenti içindedirler. Oysa Kuran’ın dışında hiçbir dini anlayış ve uygulamanın Allah Katında değeri yoktur. Çünkü Allah’ın bildirdiği hak din Kuran’dadır, bunun dışında din adına, İslam adına benimsenen modellerin hiçbiri Allah Katında geçerli değildir. Kuran’da dine hizmet ettiğini sanan fakat şirke dayalı zihniyetlerinden dolayı hizmetleri boşa gidenlerden şöyle bahsedilir:

Şirk koşanların, kendi inkârlarına bizzat kendileri şahidler iken, Allah’ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır. (Tevbe Suresi, 17)

Şirk koştukları halde ahiretten yana beklenti içinde olanların, ahirette hiç bekmedikleri bu durum karşısında içine düştükleri şaşkınlık da Kuran’da şöyle anlatılır:

Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: “Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?” Sonra onların: “Rabbimiz olan Allah’a and olsun ki, biz müşriklerden değildik” demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24)

Görüldüğü gibi ümitvar olmak ancak imanla bir değer kazanmakta, bir ibadet ve güzel ahlak özelliği haline gelmektedir. Gerçek imana sahip olmadan, Kuran’ın hükümlerini gözetmeden, Allah’ın bildirdiği ibadetleri yerine getirmeden Allah’tan ve ahiretten bir ümit ve beklenti içinde olmak ise vicdanı rahatlatmaya yönelik, samimiyetsiz ve tutarsız bir zihniyetin ürünüdür. Böyle bir düşüncenin kendini kandırmaktan öte bir anlamı da yoktur. Müminlerin ümitvar olmaları ile gaflet ehlinin ve müşriklerin boşa ümitlenmelerini birbirine karıştırmamak lazımdır.

Allah’tan cenneti uman bir kişi de bunun için Allah’ın ayetleri doğrultusunda davranışlar sergiliyor olmalıdır. Allah’ın rızasına göre davranan, O’nun emir ve tavsiyelerine uyan, hiçbir şart ve ortamda Allah’ın ayetlerinden taviz vermeyen kişi bu durumda Allah’ın cennetle ödüllendireceğini belirttiği kişilerden olmayı ümit etmeye hak kazanır. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:

Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan ‘salih davranışlar’ ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)

Buraya kadar anlatılanlarla birlikte önemli bir konuya dikkat çekmekte fayda vardır. Bir kişi bu ana kadar Allah’ın beğenmeyeceği bir ahlakı  ve yaşam şeklini sürdürmüş olabilir. Ancak önemli olan kişinin Kuran’da bildirilen gerçeklerden haberdar olduktan sonra Allah’a tevbe edip, samimi bir insan olmaya karar vermesidir. Ve bu kararı doğrultusunda güzel ahlak göstererek yaşamına devam etmesidir. Bu şekilde söz konusu kişi geçmişte yaptığı hataları Allah’ın bağışlamasını ve cenneti umut edebilir.