Aklı örten etkenlerin en önemlilerinden biri, duygusallık, ya da diğer adıyla romantizmdir. Bu, son derece tehlikeli ve zararlı bir ruh halidir ve pek çok insanı akletmekten alıkoyar.

Duygusallık, insan duygularının aklın denetimini aşması ve aklı geride bırakarak insanın kontrolünü ele almasıdır. Duygusal bir insan, hiçbir akılcı tutarlılığı olmayan şeyleri sırf duygularının esiri olduğu için yapabilir. Oysa mümin, duygularını akla göre yönlendirir ve düzenler.

Örneğin, sevgi kavramının, bir duygusal bir de akılcı şekli olabilir. Duygusal sevgi besleyen insan, sevilmeye asla layık olmayan insanlara ya da nesnelere sevgi duyar. Halk arasındaki “arabesk” kültüründe yer alan sevgi kavramı bunun en açık örneğidir; bu kültürde kendisine acı çektiren, kendisine değer vermeyen insanların sevilmesi mantığı yer almaktadır.

Buna karşın müminin sevgisi tamamen aklına göredir. Sevdiği insanı, ondaki güzel özellikleri -ki bu özellikler Kuran’da bildirilen “iman alametleri” ya da “mümin özellikleri”dir- araştırıp görerek sever. Sevilmeye layık olmayan bir kişiye ise asla sevgi beslemez.

Kuran’da duygusal sevginin tehlikesine sık sık dikkat çekilmektedir. Mümtehine Suresi’nde Allah şöyle buyurmaktadır:

Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cehd etmek (çaba harcamak) ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur.

Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin inkar etmenizi içten arzu etmişlerdir…

İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir”… (Mümtehine Suresi, 1-4)

Ayetlerde bildirilen, “Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır” ifadesiyle elçiye düşman konumundaki birisine sevgi göstermenin akıl dışı olduğu bildirilmektedir.

Bu durumda böyle kişilere sevgi göstermenin tek bir açıklaması vardır: Duygusallık.

Bu tehlike başka ayetlerde de bildirilir. Örneğin, Hz. Nuh (as), tufandan kurtulmak için Allah’a sığınmayan oğlunun bağışlanmasını Allah’tan dilemiş, oysa Allah, Hz. Nuh (as)’a oğlunun inkarcılardan olduğunu ve ona sevgi duymaması gerektiğini vahyetmiştir:

(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: “Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma.” (Oğlu) Dedi ki: “Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.” Dedi ki: “Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur.” Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu… Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: “Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va’din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.” Dedi ki: “Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” Dedi ki: “Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.” (Hud Suresi, 42-47)

Akıl, ancak güzel ahlaklı yani sevilmeye layık insanları sevmeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla bir mümin için Allah’ı ya da hükümlerini tanımayan bir kişinin sevilmesi mümkün değildir. Böyle bir sevgi, ancak cahiliye kültüründen kaynaklanan duygusal bir sevgi olabilir. Ancak burada şu hususu da belirtmekte yarar vardır: Müminlerin inkar edenlere karşı sevgi duymamaları, bu insanlara karşı katı davranmaları anlamına gelmez. Allah, müminlere tüm insanlara karşı şefkatle ve merhametle yaklaşmayı emretmiştir. Hangi düşünceden hangi inançtan olursa olsun, mümin karşısındaki kişiye nezaketle davranmalı, bu kişilerin hakkını ve hukukunu en adil şekilde korumalıdır.

Hz. Nuh (as) ve Hz. Lut (as)’ın eşleri de inkar etmişler ve Allah’ın azabıyla cezalandırılmışlardır. Hz. Lut (as)’ın içinde bulunduğu sapkın kavim helak edilmiştir. Helaktan önce Hz. Lut (as)’a gelen melekler, ona gece şehri terk etmesi, ancak eşini geride bırakması gerektiğini bildirmişler, Hz. Lut (as) da hiç tereddütsüz buna uymuştur. Bu olay ayette şöyle haber verilmektedir:

(Elçiler) Dediler ki: “Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir. Onlara va’dolunan (azap) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?” (Hud Suresi, 81)

Hz. Lut (as), Allah’ın verdiği hükme tam itaat etmiştir. Örnek mümin tavrı budur. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)

Müminlerin duygusallıktan uzak davranmalarının sırrı, sahip oldukları gerçek sevgi anlayışıdır. Bir ayette, müminlerin sevgi anlayışıyla inkarcıların sevgi anlayışı arasındaki fark şöyle anlatılır:

İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını “eş ve ortak” tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

Ayette ifade edildiği gibi, müminler gerçekte Allah’ı severler. İnsanlara olan sevgileri bunun bir yansımasıdır. Müminler, iman edenleri severler çünkü onlar Allah’ın emrettiği ahlakı yaşayan kimselerdir. İnkar edenler ise, hevalarına uymuş, Allah’tan uzaklaşmışlardır. İnkarcılar ise her varlığı, her nesneyi Allah’tan bağımsız müstakil bir varlık zanneder ve bu yanılgıları nedeniyle her birine müstakil bağlılık duyarlar. Bu durum ayette bildirildiği gibi “Allah’a ortak koşmak”, yani putperestliktir.

Müminlerin duygusal olmamaları gerektiğini bildiren başka örnekler de vardır. Hz. Musa (as)’ın annesinin gelen vahiy üzerine bebeği tereddütsüz suya bırakması (Kasas Suresi, 7), müminlerin öfkelerini yenmeleri (Al-i İmran Suresi, 134), sevdikleri şeyi infak etmeleri (Al-i İmran Suresi, 92); başlarına gelen hiçbir şeye üzülmemeleri (Hadid Suresi, 23) gibi pek çok örnek vardır. Bunlar, müminlerin kendi duygusal saplantılarına göre değil, Allah’ın emir ve rızasına göre davranmaları gerektiğine dair örneklerdir.

Ancak bu noktada bir yanlış anlamaya kapılmamak gerekir: Duygusal olmamak, duygusuz olmak demek değildir. Aksine müminler içli insanlardır. Kuran’da Hz. İbrahim (as)’ın “çok duygulu, yumuşak huylu” (Tevbe Suresi, 114) olduğu haber verilir. Yanlış olan, cahiliye kültüründen kaynaklanan, olumsuz duygusallıktır. Bu, duyguların aklın önüne geçmesi ve insanı dinin gerektirdiği yapıdan dışarı çıkarmasıyla gerçekleşir. Buradaki duygu, ruhtan değil, nefisten gelen olumsuz bir duygudur.

Toplumda bunun farklı örnekleri görülebilir. Genç kız duygusallığı bunlardan biridir. Bu kültürde çarpık bir sevgi anlayışı vardır. Sevdiği insanın ruhunu, karakterini değil imajını sever. Örneğin, “romantik serseri” ya da “beyaz atlı prens” gibi belirli kalıplar vardır. Burada sevilen, o insanın ahlakı, karakteri değil cahiliye toplumlarında kabul gören bu gibi yanlış imajlardır. Bu da cahiliye toplumunun verdiği telkinden kaynaklanır.

Bunun yanında başka duygusallık örnekleri de gözlemlenebilir. Melankolik, arabesk kültür gibi. Bu kültürde acıdan garip bir zevk alınır. Dert, ızdırap, üzüntü çekmek zevkli bir şeymiş gibi algılanır. Çoğu kişi sigaraya bu kültürün etkisiyle başlar. Bu son derece zararlı alışkanlık tamamen telkinden kaynaklanır. Bu konuda yapılan filmlere, kliplere özenilir.

Buraya kadar verdiğimiz birkaç örnekte de görüldüğü gibi duygusal ruh halinin aslında hiçbir mantığı yoktur. Bu düşünen her insanın kolaylıkla anlayabileceği bir gerçektir.“