İnsanlar hayatlarını çevrelerinden öğrendikleri bilgilere ve yaşadıkları toplumlarda uygulanan örf ve adetlere göre şekillendirmektedirler. Yaptıklarının yanlışlığı kendilerine gösterildiği ve bunların doğruları anlatıldığı halde, kimi insanlar, hayatlarını, fikirlerini ve davranışlarını yine de bu prensiplerine göre şekillendirmeyi tercih etmektedirler. Sahip oldukları bu yanlış bakış açısı ise, bu insanları, yeniliklere kapalı, hatta bunlara şiddetle karşı çıkan kimseler haline dönüştürür. Geçmişten kalan bazı uygulamaların, süregelen kuralların, fikir ve düşüncelerin, söylenen sözlerin, uygulanan çeşitli örf ve adetlerin yanlış ve anlamsız olduğunu bilmelerine rağmen, bunları savunup, bunlara bağlı kalma konusunda ısrar ederler. Kendilerini, geçmişten gelen tüm kuralları n daha makbul ve güvenilir olduğuna inandırmışlardır. Yaşadıkları ortam, uymak zorunda oldukları kurallar ve süregelen değer yargıları ne kadar değişse de, kimi insanlar tüm bu değişiklikleri birer ‘kötülük’ gözüyle değerlendirirler. Bu nedenle, sürekli olarak bunların, ve bunlara bağlı olarak da olumlu olan her hareketin karşısında olurlar. Hep atalarını örnek alır, karşılaştıkları herşeyi atalarının uygulamalarına göre değerlendirir ve onlara göre hareket ederler. Bu nedenle, eskiden kalan kültür ve inançlarına ters düşen her düşünceyi büyük bir tehlike olarak görürler. Kendilerine, inandıklarından daha doğrusu getirilse bile, bunu hiç anlamadan veya anlamaya çalışmadan, hatta dinlemeden bile reddedebilirler. Kendilerine anlatılanları büyük bir öfke ile karşılamaları ve dinlemeyi şiddetle reddetmeleri, bu insanların batıl dinlerine körü körüne bağlandıklarını açıkça göstermektedir. Allah’ın, Kuran’ın Şuara Suresi’nde bildirdiği, toplumun önde gelenlerinin, kendilerini Allah’a iman etmeye çağıran Hz. İbrahim’e vermiş oldukları cevap, bu insanların atalarına körü körüne bağlandıklarını gösteren örneklerdendir. Allah bu konuyu Kuran’da şöyle bildirir:

Onlara İbrahim’in haberini de aktar-oku: Hani, babasına ve kavmine: “Siz neye kulluk ediyorsunuz” demişti. Demişlerdi ki: “Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.” Dedi ki: “Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?” “Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?” “Hayır” dediler. “Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (İbrahim) Dedi ki: “Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?” “Hem siz, hem de eski atalarınız” (Şuara Suresi, 69-76)

Kuran’da yer alan bu kıssa, bu kimselerin atalarına, hiçbir bilgiye dayanmadan, sadece bilinçsizce bir bağlılık ve sadakat ile inandıklarını göstermektedir. Kendilerine taptıkları şeylerin gerçek mahiyeti anlatıldığında itiraz etmeleri ve bu şekilde hareket etmelerinin tek nedeninin de ataları olduğunu ileri sürmeleri, bu kimselerin putlarına olan sadakatlerinin, tamamen boş bir inanıştan ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.

Görüldüğü gibi, batıl bir sadakat duygusu, bu kimselerin Allah’ın hükümlerine karşı çıkmalarına, bunları inkar etmelerine, hatta din ahlakını benimseyip yaymaya çalışan insanlara bir düşman gözüyle bakmalarına neden olmaktadır. Allah, atalarının batıl dinine karşı duydukları sadakat nedeniyle bu bakış açısına sahip olan kimselerin, Peygamberimiz (sav)’den Kuran’ın değiştirilmesi talebinde dahi bulunduklarını bildirmektedir:

Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: “Bundan başka bir Kuran getir veya onu değiştir.” De ki: “Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım.” (Yunus Suresi, 15)

Bu kimseler kendi batıl dinlerini yıkması dolayısıyla, Peygamberimiz (sav)’den Kuran’ı ‘yenilemesini’ veya ‘değiştirmesini’ talep etmişlerdir. Kendi batıl dinlerine karşı duydukları sadakat, onları Allah’ın ayetlerine uymaktan alıkoymuştur. Bu yüzden, çağlar boyunca Allah’ın, din ahlakını tebliğ edip yayması için göndermiş olduğu elçiler, kavimlerinin bu batıl inançlarına olan sadakatleriyle ve öfkeli tepkileriyle karşılaşmışlardır. Sadece doğru ve güzel olana çağırdıkları için, onların düşmanlığını kazanmış, çeşitli tehdit ve iftiralara maruz kalmışlardır. Elçilere verdikleri olumsuz tepkiler, bu insanların ‘batıl’ olan dinlerine çok ciddi bir şekilde bağlandıklarını ve bu bağlılıkta da ısrarlı olduklarını ortaya çıkarmaktadır. Allah bu kimselerin kendilerini hak dine uymaya çağıran elçiler için “… Bu, sizi babalarınızın taptıkların(ilahlar)dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir…” (Sebe Suresi 43)diyerek, onların yolundan yüz çevirdiklerini bildirmiştir:

Ne zaman onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)

Cahiliye inançlarını uygulamakta kararlılık gösteren bu insanların bir başka sapkın tavırları da, atalarının dinine uymalarını kendilerine Allah’ın emrettiğini öne sürmeleridir. (Allah’ı tenzih ederiz) Doğru olmadığını bile bile, yaptıkları çirkin davranışların ‘Allah’ın bir emri’ olduğunu söyleyerek, atalarının sapkın dinine uymalarını kendilerince makul hale getirmeye çalışmaktadırlar. Ancak elbette bu konudaki samimiyetsizliklerine kendileri de şahittirler. Asıl amaçları Allah’ın rızasını kazanabilmek değil, nefislerinin isteklerine ve çıkarlarına uygun bir hayat yaşayabilmektir. Bu samimiyetsizliklerini gizleyebilmek ve kendi cahiliye sistemlerini devam ettirebilmek için de, böylesine sapkın bir mazeret öne sürerler. Yoksa elbette kendileri de Allah’ın emrettiği ahlaktan çok uzak bir yaşam sürdüklerini ve yaptıklarını Allah’ın emri olduğu için değil, sadece atalarının dini emrettiği için uyguladıklarını bilmektedirler.

Bu kişilerin düşünceleri, din ahlakını gerçek kaynağından öğrenmedikleri, dillerini eğip büktükleri ve atalarının uygulamalarından kopmadıkları için karmakarışıktır. Bu yüzden, Allah’ın yasakladığı ve çirkin karşıladığı bir davranışın ‘uygun’ olduğunu iddia edebilmektedirler. Allah bu kimselerin bu samimiyetsiz tavırlarını Kuran’da şöyle haber vermektedir:

Onlar ‘çirkin bir hayasızlık’ işlediklerinde: “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah bunu bize emretti” derler. De ki: “fiüphesiz Allah, ‘çirkin hayasızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (Araf Suresi, 28)

Bu yapıdaki insanlar başlarına gelen her olayı atalarını örnek alarak çözmeye çalıştıkları için, Allah’tan ve hak dinden sürekli olarak uzaklaşırlar. Allah Kuran’da, insanların bu yanılgısını şöyle açıklamaktadır:

Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: “Atalarımıza da (bazen) şiddetli sıkıntılar (bazen de) refah ve genişlikler dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine, Biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakaladık. (Araf Suresi, 95)

Allah, kendilerini denemek amacıyla bu insanların üzerinden kötülüğü ve sıkıntıyı kaldırmış ve onlara rahmetini ulaştırmıştır. Ancak bunun karşılığında, hatalarını anlayıp Allah’a yönelecekleri ve şükredecekleri yerde, nankör bir tutum içerisine girerek, başlarına gelenleri, geçmişteki atalarının durumlarıyla kıyaslamışlardır. Sıkıntıyı üzerlerinden kaldırıp, kendilerine nimet verenin Allah olduğunu takdir edememiş, bunun atalarından bu yana süregelen bir düzenin devamı olduğunu öne sürerek sapkın bir tavır göstermişlerdir.

Bu kimselerin böylesine çarpık bir anlayışa sahip olmalarının ve bunun sonucunda da gerçek bir sadakat anlayışıyla hareket edememelerinin nedeni, Allah’ın “Onlar, yine de o sözü (Kuran’ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?” (Müminun Suresi, 68) ayetiyle açıkladığı gibi, Kuran ayetleri ile düşünmemeleri ve bu yüzden de Kuran’ın kendilerine kazandıracağı gerçek akıldan mahrum kalmalarıdır.