İnsanların büyük çoğunluğu hayatları boyunca gerçek sevgiyi ve gerçek dostluğu bulamamış olmalarından yakınır ve sonunda da bu duyguyu yaşamanın imkansız olduğuna kanaat getirirler. Bu tespit, cahiliye insanları için bir anlamda doğrudur da. Cahiliye sisteminin hakim olduğu insanlar arasında gerçek sevginin ve dostluğun yaşanması mümkün değildir. Çünkü bu kimseler birbirlerini, karşılıklı olarak sağladıkları çıkar ve menfaatlere bağlı olarak severler. Bu menfaatler son bulduğunda ise sevgi ve dostluk sandıkları yakınlık da sona erer.
Sevgiyi ve dostluğu en iyi bilen ve en güzel şekliyle yaşayan kimseler ise müminlerdir. Bunun en önemli sebebi ise, kitabın başında da hatırlattığımız gibi, onların birbirlerini herhangi bir menfaat sağladıkları için değil sadece vicdanlı ve salih kullar oldukları için sevmeleridir. Onlar için bir insanı en sevilecek ve dostluğu en çok istenecek hale getiren özellik, Allah korkusu ve takvadır. Çünkü takva bir insan, Allah korkusundan dolayı aynı zamanda Kuran ahlakını da en güzel şekilde yaşayan kimse demektir. Kuran ahlakını yaşayan kişi, hangi özelliklere sahip olduğunda kendisine sevgi duyulacağını ve dost olunmak isteneceğini bilir ve bunları en mükemmel şekliyle hayata geçirir. Aynı şekilde karşı tarafın hangi özelliklerinin sevilmeye değer olduğunu takdir edebildiği için gerçek anlamda sevmesini de bilir. Bu anlayış devam ettiği ve kişiler arasında Kuran ahlakı en güzel şekilde yaşandığı sürece de sevgiden ve dostluktan duyulan heyecan hiçbir zaman son bulmaz. Dahası kişilerin ahlakları güzelleştikçe sevgiden ve dostluktan aldıkları haz ve heyecan da sürekli olarak artar.
Onlar birbirlerindeki mümin vasıflarını, iman ve vicdan alametlerini, birbirlerinin ihlas ve samimiyetlerini, Allah korkularına ve takvalarına dair alametleri gördükçe daha da şevklenirler, aynı şekilde bereberlerindeki müminlerin Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmış, ahirette üstün makam sahibi kimseler olabileceğini ummanın heyecanını da yaşarlar. Zira böyle bir durumda Allah’a çok yakın, O’na dost olmuş ve belki de Allah’ın dost edindiği biriyle dost olmuş olacaklardır.
Ayrıca onların sevgileri sonsuz bir beraberlik anlayışına dayalı olduğu için hiçbir zaman son bulmaz. Bu dünyada başlamış olan beraberlikleri ölümle son bulmayacak, aksine daha da mükemmelleşerek ahirette de sonsuza kadar devam edecektir. Müminlerin sevgi anlayışı bu noktada bir kez daha cahiliye toplumunun sevgisinden ayrılır. Onlar sevgilerinde ve dostluklarında sonsuz bir beraberliğe niyet etmemiş oldukları için sadakat, vefa ve güven kavramları da onlar için anlamını yitirmiştir. Dost olduklarını iddia eden iki insan, bu dostluklarının süresine bir sınır getirmişlerse, bu, onların her an için dostluklarına son verebilme kapısını da açık bıraktıkları anlamına gelir. Her iki tarafın da karşılıklı olarak bu ihtimalin bilincinde olması da onları birbirlerine karşı son derece temkinli ve tedirgin hale getirir. Bu temkin ise, sevgi ve dostluğun gereği olan samimiyeti ortadan kaldırır. Söz konusu kişilerin kendi aralarındaki samimiyetleri sınırlıdır. Çünkü dostluklarının bitmesi durumunda gösterdikleri samimiyetin kendilerini mağdur edeceğini düşünürler.
Salih Müslümanlarda ise bu tür bir hesap söz konusu olmaz. Sonsuzluğa niyet eden insan sonsuza kadar sadakatinde, sevgisinde ve arkadaşlığında kararlılık gösterecek demektir. İşte müminlerin sevgilerine ve dostluklarına ayrıcalık katan sonsuzluğa niyet, yaşadıkları sevgiden büyük bir haz duymalarını da sağlar. Bu, sevdikleri insanlarla cennette de birlikte olmayı ummanın ve sonsuza kadar sevgilerinde sadık kalacaklarını bilmenin heyecanıdır.