İnkarcıların Allah hakkındaki tartışmalarını Rabbimiz Kuran’da şu şekilde haber vermektedir:
De ki: “O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O’na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız.” (Bakara Suresi, 139)
Şeytanın tartışmacı karakter özelliği bu şekilde inkarcılar üzerinde tecelli eder. Böylelikle bu insanlar müminlerle Allah hakkında, Allah’ın ayetleri hakkında ve Allah’ın dini hakkında tartışmalara girerler. Bu gibi insanların müminleri hangi gözle gördüklerini Allah şöyle haber verir:
Ve (yine) kendilerine: “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde: “Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İman ettik” derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz.” (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır. (Bakara Suresi, 13-15)
Bu ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, müminlerle tartışan ve onlarla kendilerince alay eden kişilerin şeytanla manevi bağlantıları olabilir, şeytanla “başbaşa” kalıyor ve onun yolunu izliyor olabilirler. Tartışmalarda en sık rastlanan durumlardan biri gerçekleri çarpıtmak ve yalan söylemektir. Anlık çarpıtılmış cevaplar vermek ve ilerde bunların tevilini rahatça yapmak bu insanlar için çok olağandır. Bu tartışmalarda hiçbir sonuca varmayan hikmetsiz konuşmalar yapılır ve gerçek konu üzerinde durulmaz. Kalıplaşmış cümleler ve basmakalıp yorumlarla herkes kendi fikrini insanlara empoze etmeye çalışır. Allah Kuran’da şöyle haber verir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, ‘gerçeği ters yüz eden,’ günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. (Şuara Suresi, 221-223)
İnkar edenlerin müminleri doğru yoldan döndürmek ve din ahlakına eğilimi olan halkı da dinden uzaklaştırmak amacıyla kullandıkları bir metod, hak din dışında, ona alternatif olarak sunulacak herhangi bir sistemin yoğun propagandasını yapmaktır. Bu kişiler bir yandan kendi sistemlerinin yoğun propagandasını yaparken, hak dini de bozmaya ve gözden düşürmeye çabalarlar. İnkarcıların bu faaliyetlerini din hakkında tartışmalar çıkararak yürüttüklerini görmekteyiz. Saff Suresi’nin 8. ayetinde bildirildiği gibi inkar edenler “… ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istemektedirler…”Bu çabanın açıkça sergilendiği yerler dini hedef alan, sorgulayan bazı açık oturumlar, tartışma programları ve birtakım basındır. Özellikle bazı gazete ve dergilerde düzenli biçimde yayınlanan din karşıtı yazılar, inkarcıların önde gelen propaganda malzemelerindendir. Çeşitli yayın organlarında çıkan yaratılış gerçeğini inkar eden yazılar ve resimler hep inkarcıların ‘Allah’ın nurunu söndürmek’ amacıyla tasarlamış olduğu faaliyetlerdir. Burada ‘Allah’ın nurunu söndürmek’ten kasıt, O’nun dinini, kitabını geçersiz kılmak, insanların dine olan inancını sarsarak onları din ahlakından uzaklaştırmaktır. Şüphesiz bu faaliyetlerinin içine, tebliğ yapanları engellemek, baskı altına almak ve böylece din ahlakının yayılmasını engellemek de girer. Ancak Allah bu çabaların boşa çıkacağını aynı ayetin devamında şöyle buyurmaktadır: “… Allah Kendi nurunu tamamlayıcıdır, kafirler hoş görmese bile”.
İman edenlerle etmeyenler arasındaki tartışma, çoğunlukla iman edenlerin tebliğ çalışmaları sırasında çıkmaktadır. Gerek müminlerin anlattığı dinde hiçbir çarpıklık olmaması ve bu dinin diğer tüm fikir sistemlerine karşı üstün gelmesi, gerekse inkarcıların aslında vicdan ve fıtrat olarak din ahlakını kabul edebilecekleri halde büyüklenmeleri dolayısıyla inkar etmiş olmaları, inkar edenleri medeni ve seviyeli bir fikir alış-verişi yapmak yerine cahilce bir tartışma ve yaygara üslubuna sürüklemektedir. Genelde getirdikleri örnekler de tutarlı örnekler değil, bir tartışma konusu olsun diye seçilmiş örneklerdir. Bir ayet, sırf tartışma olsun diye tartışmaya kalkan inkarcılardan şöyle söz eder:
Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: “Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?” Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar ‘tartışmacı ve düşman’ bir kavimdir.” (Zuhruf Suresi, 57-58)
Allah’ın ayetleri konusunda yaptıkları tartışmaları alay derecesine getiren bu tür kişilerle karşılaşıldığında, Allah’ın tavsiyesi onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevirmektir:O, size Kitapta: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. “Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır.” (Nisa Suresi, 140)
Bu tür kişilerin gerçekte din ahlakı hakkında hiçbir bilgileri olmadığı, tartıştıkları kişilere “Bize uyun, sizin günahlarınızı da yüklenelim” dedikleri de görülebilir. Kuran’da Allah’ın açıkça vurguladığı gibi “… Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez…” (İsra Suresi, 15)
İnanmayan kişi, bir tartışma ortamında öncelikle kudretiyle, maddi varlığıyla ve kendisi gibi düşünenlerin sayıca çok olmasıyla üstün gelmeye çalışır. Oysa Allah “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle yalan söylerler” (Enam Suresi, 116) hükmünü vermektedir. Demek ki bir fikre inananların sayısının çok olması, o fikrin doğru olduğunu göstermez. Nitekim Kuran’ın birçok ayetinde bazı insanların nankörlük edip ayak direttiklerinden, şükretmediklerinden, akletmediklerinden, hakkı çirkin gördüklerinden Allah bahseder. Bunlar insanların çoğunun zaten sapıklık içinde olduğunu, dolayısıyla sayının bir önem taşımadığını göstermektedir. İnkarcılar ise, fikrin doğruluğunun ve gücünün ona inananların sayısıyla ilişkili olduğunu sanırlar. Bu batıl inanış cahiliye toplumlarında sık telaffuz edilen “Bu kadar insan bilmiyor da, bir tek siz mi doğrusunu biliyorsunuz?” sorusu şeklinde karşımıza çıkar.
İnkarcılar, din hakkındaki tartışmalarını, inkarlarına sözde mantıksal bir zemin bulabilmek için yaparlar. Aynı “beni ateşten, Adem’i topraktan yarattın” diyen şeytan gibi, kendi içinde saçma mantık içeren bir söz atar ve buna dayanarak tartışmaya girişirler. Amaçları, doğru olduğunu bildikleri, ancak kabul etmek istemedikleri büyük gerçeği inkar edebilmek için bir bahane bulabilmektir. Bir ayette, inkarcıların şeytandan kopya ettikleri bu yöntem şöyle anlatılır:
… Onlar, hangi ‘apaçık-belgeyi’ görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkâr etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” derler. Onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler. (Enam Suresi, 25-26)
Tartışmalarında belirli örnekleri kullandıklarından, onları tanımak son derece kolaydır. Kuran’da gördüğümüz ayetlerde inkarcılar, Peygamberimiz (sav)’le tartışırken dini onun anlattığı gibi görmediklerini, onun anlattıklarını daha önceki büyüklerinden de duymadıklarını, ama aslında kendilerinin de bir Allah inancı olduğunu iddia etmektedirler. İnkarcıların bir çoğu saldırgan ve vahşi kişiliklerini tartışmalarında sergiler. Kuran’da belirtildiği gibi, müminleri “kendi topraklarından sürmek veya dinlerine geri döndürmekle” (İbrahim Suresi,13) “taşa tutmakla” (Meryem Suresi, 46), “işkence ve ölümle” (Taha Suresi, 71), “hapse atmakla” (Şuara Suresi, 29) “baskı altına alıp engellemekle” (Kamer Suresi, 9) ya da “yakmakla” (Saffat Suresi, 97) tehdit ederler. Bu örnekleri daha da çeşitlendirmek mümkündür.
Buraya kadar olan bölümde, inkarcıların Allah hakkındaki tartışmalarını anlattık ve müminleri hangi gözle gördüklerini, gerçeği nasıl çarpıttıklarını ve Allah’ın nurunu söndürmeye çalıştıklarını açıkladık. Ayrıca Kuran’ı nasıl yalanlayarak, çeşitli sebeplerle tartışmalar çıkardıklarını özetledik. Ancak Kuran’da örnekleri verilen tartışma ortamları bu kadar değildir. Bir başka tartışma örneği, Bakara Suresi’nin 258. ayetinde karşımıza çıkmaktadır:
“Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara Suresi, 258)
Bu ayette görüldüğü gibi İbrahim (as) ile tartışmaya giren kişi refah içinde şımarıp azmış bir kişidir. Zaten Kuran’ın birçok ayetinde müminlerle tartışan ve mücadele edenlerin, o kavmin önde gelen, varlıklı kişileri olduğu belirtilmektedir. Gerçekten de önde gelenler, kurmuş oldukları düzenin bozulmasından, rahatça yapmakta oldukları adaletsiz ve haksız davranışların sona erdirilmesinden korktukları için, bu düzene muhalif olan müminlere karşı mücadele vermektedirler. Allah’ın Kendi fazlından verdiği zenginlik bu insanları saptırmış ve şirk koşmalarına sebep olmuştur. Her ne kadar bir Allah inançları olduğunu iddia etseler de gerçekte bunlar inançsız kişilerdir, sahip olmayı şiddetle arzuladıkları servet sadece dünya hayatı içindir. Allah böyle kişilere dünyada istediklerini verebilir ancak onların ahiretteki durumları çok farklıdır. Bu kişiler dünyadayken Allah’ın dinine iman etmeleri için yapılan davetleri dinlememiş ve inkarda diretmişlerdir. Ve bunun karşılığını sonsuz cehennem azabıyla almaktan korkmalıdırlar. Müminler de Allah’tan servet ve zenginlik isterler. Allah “Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru der.” (Bakara Suresi, 201) ayetiyle müminlerin bu duasını bildirmiştir. Ancak müminlerin bu istekleri yalnızca nefislerini tatmin etmek ya da dünyada refah içinde başıboş bir hayat sürmek için değildir. Onlar, zenginliği Süleyman (as) gibi Allah’a yakınlaşmak, tebliğde güçlü ve etkileyici olabilmek için talep ederler. Hz. Süleyman (as): “Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim’ der…” (Sad Suresi, 32) Bu samimiyetine karşılık olarak Allah ona, yaşadığı dönemde dünya hakimiyetini vermiştir.
Önceki paragrafta sözünü ettiğimiz, Hz. İbrahim (as) ile tartışan “refahtan şımarmış kişi” kaderin farkında değildir. Allah’ın herşeyi sarıp kuşattığını, Allah’ın kontrolü dışında bir şey yapabilmeye gücünün yetmeyeceğini anlamamıştır. Bu zannı da onu, Hz. İbrahim (as)’a “ben de öldürür ve diriltirim” demeye yöneltmiştir. Böyle bir sapkınlığa sürüklenmesine yol açan ise, kuşkusuz şeytandır. Çünkü şeytan, insana, Allah’a “başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip-çekici göstermiştir” (Hicr Suresi, 39) Böylece o da Allah’a ve O’nun elçisine başkaldırmış, dünya tutkuları kendisine kapıları açılan mal-mülk ile süslenip çekici kılınmıştır. Ancak İbrahim akılcı bir cevapla “güneşi batıdan getirebilir misin” deyince o inkarcı, Kuran’da kullanılan ifadeyle “afallayıp-kalmıştır.”
Hiç şüphesiz Allah’ın yardımı her işinde Rabbimiz’e yönelip dönen, ihlas sahibi kulu, Hz. İbrahim (as)’dan yana olacaktır. Kuran’da, müminlerin inkarcılarla yaptıkları konuşmalarda nasıl desteklendikleri şöyle açıklanır: “Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım.” (Furkan Suresi, 33) Böylece bu mücadeleden galip çıkacak olanlar, Allah’ın izniyle her zaman müminlerdir.
Müminlerle bu tartışma ortamını yaratanlar, Kuran’da hep ‘Kavmin inkara sapmış önde gelenleri’ olarak bildirilmiştir. Bu önde gelenlerin ortak özellikleri mal, mülk, servet bakımından ‘zengin’ sayılan insanlar olmaları, siyaset ve ekonomide belirleyici-önde gelenlerden olmalarıdır. Yaptıkları ilerleyen satırlarda anlatılacaktır.
Ahiret inancı olmayışı kişiyi, sanki edinmiş olduğu servet sonsuza kadar onun olacakmış zannına sürükler. Hatta öylesine ne dediğini bilmez bir duruma düşebilir ki, bir yandan kıyameti inkar ederken diğer taraftan Kuran’da örneği verilen bahçe sahibi zengin kişi gibi ahirette dünyadakinden daha iyi bir konumda olacağını iddia edebilir. Bir taraftan Allah’ın kendisini sevdiği iyi bir kul olduğunu savunurken, öte yandan ölümden müthiş korkar ve Kuran’da bildirilen ifadeyle “bin yıl” yaşatılsın ister. Enbiya Suresi’nin 44. ayetinde kullanılan “… Ömür onlara (Hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi…” ifadesi bu hissin açık bir kanıtıdır. Ölümsüzlük arzusunun temelindeyse yine şeytanın telkini söz konusudur.
Araf Suresi’nin 20. ayetinde Allah’ın haber verdiği üzere şeytan, Hz. Adem (as)’ı ebedi yaşamla kandırmaya çalışmaktadır. Taha Suresi’nin 120. ayetinde de sonsuzluk ağacı ve yok olmayacak bir mülkü vaat etmesi tüm bu anlattıklarımızla çok uyumludur. Şeytanın önemli tuzaklarından biri olan ebedi yaşam-ebedi servet vaadi, kendi fırkası için başta gelen saptırıcı etkenlerdendir. Gerçekte insan ruhu zaten ölümsüzdür, yok olacak olan bedendir, ruhun sonsuz hayatı yaratıldığı an başlamıştır, cennete mi yoksa cehenneme mi gideceği ise zahiren dünyada yaptığı salih amellerle belirlenir. Şeytanın bu kuru vaat ve aldatmacaları ile aklı örtülmüş bir kişinin de tutarlı ve mantıklı bir konuşma yapması doğal olarak beklenemez. Böyle birinden beklenebilecek hareket bağırıp çağırmak, sonu olmayan tartışmalara girişerek karşısındakini yıldırmak ya da sindirmek olabilir.
Tebliğ yapılan kişinin bu şekilde davranmasından, din ahlakını yaşamayı kabul etmeyeceğini anlayan müminler, bu konuda ısrarcı davranmaz ve kişiyi kendi seçtiği yolda bırakırlar. Çünkü bu noktadan sonra iki taraf arasındaki diyalog, tebliğden çıkıp, tartışmaya dönüşecektir. Kuran’da, müminlere tartışmaya girmeden yüz çevirmeleri emredilmektedir:
De ki: “O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O’na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız.” (Bakara Suresi, 139)