Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). 
(Bakara Suresi, 163)

İnsanların önemli bir bölümü Allah’a inanır. Ancak onları asıl iman yolundan saptıran şey, kendilerine Allah’tan başka ilahlar edinmeleridir. Bu durum, Kuran’da şirk (ortak koşmak) olarak tanımlanır; şirk koşanlara ise “müşrik” denir. Buna karşın, İslam’ın özü “tevhid”dir; yani “birlemek”, “tek ilah olarak Allah’ı kabul etmek ve O’ndan başka hiçbir varlığa kulluk etmemek”tir.

Ancak ilginçtir, Allah’tan başka ilah edinenlerin neredeyse tümü, kendilerinin müşrik olduğunu kabul etmez ya da bilmez Aksine kendilerinin ideal bir Müslüman olduklarını öne sürerler. Kimileri, edindikleri ilahlar için, “… Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz…” (Zümer Suresi, 3) derler. Kuran’da bu ve benzeri yöntemlerle, şirk koştuklarını inkar etmeye çalışan müşriklerin durumundan şu şekilde söz edilir:

Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: “Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?” (Bundan) Sonra onların: “Rabbimiz olan Allah’a and olsun ki, biz müşriklerden değildik” demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24)

Günümüzde yaşayan pek çok insan Allah ın Kuran’da uyardığı bu şirk sisteminden tam anlamıyla haberdar değildir. Müşrik denildiğinde akıllarına taştan putlara ya da bazı cisimlere tapınan insan modeli gelir. Allah’tan başka ilah edinmeyi, yalnızca üç boyutlu ve cansız bir suret önünde yere kapanmak zannederler. Pek çok tavırlarının, açıklamalarının ya da düşünce tarzlarının Allah’ın ayetlerle uyardığı bu şirk kavramının içine girdiğini bilmez veya bilseler bile önemli görmezler.

Oysa secde, bir varlığa kulluk etmenin yalnızca sembolik bir ifadesidir. Ve bir insan bir varlığın önünde secde etmese de, O’na kulluk ediyor olabilir. Allah’a ait olan sıfatları kendi zihninde söz konusu varlığınmış gibi düşünmesi, o insanın o varlığı Allah’a şirk koşması anlmına gelir. Dolayısıyla insanların bir çoğu bilerek ya da bilmeyerek şirke düşebilir. Bu konuda dikkatin çok açık olması ve Allah’tan başka güç sahibi hiç bir varlığın olmadığı gerçeğinin kalbe iyice yerleştirilmesi gerekir. Çünkü Allah’ın gücünü herhangi bir varlığa ya da cisme atfetmek, Kuran’daki şirk tanımının içine girer. Örneğin hastalanan bir kişinin kendisini ilacın ya da doktorun iyileştireceğini zannetmesi, Allah’a şirk koşmak olur. Çünkü ne ilacın ne de doktorun bir hastalığı iyileştirme gücü yoktur. Onların vesilesiyle o insana şifa verecek olan Allah’tır. Bir misafirliğe gittiğinizde, sizin için kurulan sofrayı ve üzerindeki nimetleri ev sahibinin zannetmek ve o kişinin sizi doyurduğunu düşünmek de şirk olur. Çünkü o sofrayı sizin için kuran, üzerindeki her nimeti tek tek size ikram eden, sizi yediren ve sizi doyuran Allah’tır, Allah o kişileri yalnızca vesile eder Allah’ın vesile etmesi dışında bir insanın kendine ait güç ve imkanlarla bir diğerine rızık yaratma, ikram etme ya da onu doyurma gücü yoktur.

Bunun gibi gündelik hayattan çok fazla örnek verilebilir. Ancak belki de şirk konusunda insanların düştüğü en büyük hata, bir konuda Allah’ın sözü yerine bir insanın sözünü dinlemek ve onu daha önemli görmektir. Allah’ın yapılmasını emrettiği bir konuyu, bir insan için yapmamak ya da bir çıkar karşılığı yerine getirmemek o insanı ya da o menfaati Allah’ın üzerinde tutmak demektir ki, bu da Allah’ın müşrik özelliği olarak tanıttığı bir karakter şeklidir.

Müslümanın tüm bu hatalardan titizlikle kaçınması ve Allah’ın rızasını herşeyin üzerinde tutması gerekir. Çünkü Allah, rızası aranmaya layık olan tek varlıktır. Unutmamak gerekirki eğer insan Allah’ın dışındaki varlıkların rızasının peşinde koşar, örneğin insanlara kendini beğendirmeye ve onları mutlu etmeye çalışırsa, onları kendine ilah edinmiş olur. Allah’tan başka varlıklardan yardım bekler, medet umarsa, onları ilah edinmiş olur. Hayatını Allah’ın kurallarına göre değil de, başka varlıkların kurallarına uygun olarak yürütmeye karar verirse, o varlıkları “Rab” kabul etmiş, yani yine ilah edinmiş olur.

Buna karşılık, “muvahhid” (birleyen, şirk koşmayan) mümin karakteri, Allah’tan başka bir Rab, eğitici, dost, sahip ve ilah tanımamaktır. Kuran’ın ilk suresi olan Fatiha Suresi’nde geçen “Yalnızca sana kulluk eder, yalnızca Senden yardım dileriz” (Fatiha Suresi, 4) ayeti, bu katıksız imanın ifadesidir.

Zaten insan, fıtrat (yaratılış) yönünden tevhide inanmaya ve tevhide göre yaşamaya eğilimlidir. “Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat Suresi, 56) hükmü, insanın sadece Allah’a kulluk etmek için var olduğunu haber verir. Bu durumda insana düşen, yaratılış amacına uyarak “muvahhid” bir biçimde Allah’a ibadet etmektir. Yaratılışına uygun olan bu olduğu için, en kolay yol da budur. Nitekim Kuran’da şöyle denir:

Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)

Tebliğ yapılan kimseye anlatılacak en temel konu, işte bu şirk ve tevhid konusudur. Ona, içinden çıktığı toplumun farkında olarak ya da olmayarak pek çok yönden şirke düştüğü açıklanmalı, gerçek imana kavuşmak içinse, Kuran’a tam uygun bir ahlak ve düşünce yapısı geliştirmesi gerektiği anlatılmalıdır. Allah’ın dininden üstün tuttuğu herşeyden yüz çevirmesi gerektiği bildirilmelidir.

Anlatılmalıdır ki, insanın değil herhangi bir varlığı, kendi istek ve tutkularını Allah’ın emir ve yasaklarından üstün tutması başlı başına büyük bir şirktir. Kuran’da bu tür insanlar, “kendi hevasını (istek ve tutkularını) ilah edinenler” (Furkan Suresi, 43) olarak tanımlanır ve Allah Kuran ayetlerinde bu kişilerin durumlarını şu şekilde bildirir:

Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)

İnsanı şirkten kurtarmak için ona verilmesi gereken en önemli bilgi ise, gerçekte maddenin asıl mahiyeti ile ilgili “özlü bilgi”dir. Eğer insan; maddesel evrenin gerçekte bir “hayal”, yani bir “vehim” olduğunu hisseder ve tüm varlıkların gerçekte Allah’ın sıfatlarının tecellisine mazhar olan birer “gölge varlık” olduğunu anlarsa, o zaman tek gerçek varlığın ve dolayısıyla yegane ilahın Allah olduğunu kalben kavrar.

Sonuçta insanın şirkten kurtulabilmesi; Allah’ı herşeyin üstünde tutması, O’nu herşeyden daha fazla sevmesi ve O’nun hükmünden başka hiçbir hükmü tanımaması ile olur. Bu ise, cahiliye toplumundaki yerleşik karakter ve zihin yapısının tümüyle yıkılıp, yerine Kuran’a dayalı bir karakter ve zihin yapısının oturtulmasını gerektirir. Tebliğ yapılan kişiden asıl beklenen hareket de budur, aksi halde din ahlakı kendisine anlatılmış, ama ona itaat etmemiş bir kişi olarak çok büyük bir azapla karşılık bulabilir.

Ancak kendi içindeki bu önemli değişikliği yapabilmesi için, ona yardımcı olmak gerekir. İlk yapılması gerekenlerden biri, kendisine gerçek İslam’ın anlatılmasıdır. Çünkü cahiliye toplumunda tanımış olduğu din, bir sürü hurafe ve bid’atle karışmış olan çarpık bir modeldir ve bu model yüzünden İslam’a karşı pek çok ön yargıya sahip olması mümkündür. Ya da dini hiç tanımıyor olabilir. Bu nedenle, din ahlakının bu gibi kişilere detaylı bir biçimde anlatılması şarttır.