Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği,
hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.
(Bakara Suresi, 48)
Cahiliye toplumundaki insanların en büyük imani sorunlarından biri, ahiretin varlığına olan inançlarındaki eksikliktir. Sanki gerçekte ahiret yoktur da, insanlar ölüm konusunda kendilerini bir nevi teselli etmek için bunu “uydurmuşlardır”.
Söz konusu kişilerin ahiretten kuşku içinde olduklarının en büyük göstergesi, ölüm hakkında konuşulduğunda ya da bir yakınları öldüğünde gösterdikleri tutumdur. Bu kişiler ölüm hakkında konuşulmasından hiç hoşlanmaz, ölüm konusu açıldığında hemen kapatmak ya da başka bir konuya geçmek isterler. Ahirete kesin bir biçimde inanan bir insan ise tam tersine ölüm karşısında üzüntü duymaz. Hayatı Allah vermiştir ve yine O geri alır. Sonsuz ahiret hayatına inanan bir kimse için ölüm üzülecek bir şey de değildir.
Ancak ahirete olan imanındaki zaafiyet, din ahlakından uzak insanları yiyip bitirir. Bir yakınları öldüğünde, birbirlerine “üzülme, iyi insandı, cennete gider inşaAllah” gibi Kuran mantığına uygun sözler söylerler, ama gerçekten ahirete iman etmedikleri için, bu sözlerin vicdanları üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Kalplerinde, dünyanın gerçek olduğuna, ahiretin ise bulutların arkasında, bulanık bir mitolojik efsaneden başka bir şey olmadığına dair ilkel ve sapkın bir inanış vardır. Kuran’da geçen ifadeyle, “Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” (Rum Suresi, 7)
Oysa ahiret gerçeğin ta kendisidir, aldatıcı ve kendisinden şüphe duyulacak bir şey varsa, o da dünya hayatıdır. Cehennem ehline, “… Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” diye sorulduğunda onlar, “bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık…” derler. Buna karşılık Allah şöyle buyurur: “… Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz. Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Mü’minun Suresi, 112-115)
Allah, insanın nefsine verdiği tüm istekleri nimetleriyle karşılar. Örneğin insan yemek ve içmek ister; Allah yiyecekleri ve içecekleri yaratmıştır. İnsan karşılıklı sevgi, saygı ve muhabbetten çok büyük zevk alır. Allah insanları, kadını ve erkeği yaratmıştır. İnsan güzellik ister, estetik ister; Allah tüm evreni ve tüm dünyayı sonsuz güzelliklerle doldurmuştur. Zaten Allah’ın insanın içine bir istek vermesindeki amaç da, ona o nimeti tattırmaktır.
Ve tüm bunların yanında, insan sonsuza dek yaşamak da ister. Ama, küfrün mantığına göre, ölüm yüzünden bu istek asla tatmin edilemez. Oysa bu inkar edenlere ait batıl ve hatalı bir düşüncedir. Gerçekte Allah, ahireti yaratmakla ve insanı sonsuza dek hayat sürecek biçimde inşa etmekle, kişinin bu isteğine de cevap vermiştir. Ölüm, yalnızca bir geçiş kapısıdır. İnsanın, geçici ve aldatıcı bir yurt olan dünyadan kalkıp, ahirete doğru giden seferinde, ilk duraktır. Asıl olan ruhtur, beden değil. Ölümle birlikte ruh canlı kalır, ancak kalıp değiştirir.
İnsanların yaptıklarına göre ceza ve mükafat görmeleri de asıl olarak ahirette olur. Dünya hayatında bir mümin sıkıntı çekip, zorlu ortamlarla karşılaşırken, inkarcılar çok büyük bir zenginlik, sefahat ve ihtişam içinde hayatlarını devam ettirebilirler. Bu dünya hayatındaki imtihanın bir gereğidir. Oysa Allah’ın sonsuz adaleti, müminin mükafatlandırılmasını, inkarcıların ise azaplandırılmasını gerektirir. Bu ise, asıl olarak büyük bir mahkemede, mahşer günü görülecek olan hesapla karara bağlanacak ve mümin için cennette, kafir içinse cehennemde sonsuza dek uygulanacaktır.
Tebliğ yapılan kişinin bu büyük gerçeğin farkına varması, elbette ki hayati öneme sahiptir. Çünkü ahiret Allah’ın varlığı ile birlikte, imanın en temel iki konusundan biridir. Tebliğ yapılan kişiye, Kuran ayetlerine dayanarak açık ve etkileyici bir Kuran tasviri yapılmalı, mahşer günü, hesap, cennet ve cehennem ayrıntılarıyla açıklanmalıdır. Yaptığı her işi Allah’ın görüp bildiğini, görevli melekler tarafından zapta geçirildiğini bilmeli, ahirette dünyada yaptığı her işten, hatta aklından geçirdiği her düşünceden sorumlu olacağının bilincinde olmalıdır.