Ölüm hiç kimseye uzak değildir; belki bir insanın tahmin ettiğinden de yakın, belki bir adım ötesindedir… Bu dünya hayatını Allah’ın boş bir amaç uğruna yaratmadığı ve ölümün bir son olmadığı ise şüphe götürmez bir gerçektir. Herkesin hayatını bu büyük gerçeğe göre düzenlemesi gerekir. Çünkü her kişi ölümün ardından dünyada yaşadığı hayatla değerlendirilip ya cennette ağırlanacak ya da cehenneme atılacaktır. Bir insanın bu gerçeğe tam kanaati gelmese, şüphe içinde bile olsa, değişen birşey olmaz. Öyle ki bir insan ölümün bir yok oluş olmadığına, cennetin ve cehennemin var olduğuna yarıyarıya ihtimal verse bile, böyle birşeyi asla riske atmamalı ve vargücüyle ölümden sonraki hayatı için çalışmalıdır.
Bunun içinse tek çözüm vicdanı dinleyerek Allah’ın emirlerini yerine getirmektir. Aksi takdirde, yani bir insan vicdanına uymuyorsa veya onu yüzde yüz kullanmıyorsa, ölüm meleği ile karşılaştığı an, sonsuza kadar kurtulamayacağı bir pişmanlık ve ümitsizlik içine girecektir.
Örneğin bu sitede vicdanıyla düşünen bir insanın hangi gerçekleri göreceği ve bu gerçekleri nasıl uygulamaya geçireceği tarif edildi. İnsanın bunları düşünüp anlamak veya hiç düşünmeden unutmak gibi iki alternatifi var. Ve o kişi de muhakkak bunlardan birini seçecek. Kötü bir ihtimal olarak ikinci alternatifi seçtiğini düşünelim. Vicdanına uymadı ve yaşamına kaldığı yerden devam etti… Aradan on yıl geçtiğinde belki bu kitabın ismini bile hatırlamayacaktır. Ancak unutulmaması gereken çok önemli bir konu var: Allah Katında bunların her biri yazılıyor. Her an insanın vicdanına uyup uymadığı, sağında ve solunda oturan ve ömür boyu kendisini bırakmayan iki yazıcı melek tarafından kaydediliyor. Bu, Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı kaydederlerken. O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır. (Kaf Suresi, 17-18)
Sorgulama gününde ise bu meleklerin her yazdıkları hassas terazilere yerleştirilecek. Bir tarafta vicdanlı tavırlar ve diğer tarafta vicdansızlıklar olacak. Kişi belki bu kitabı okuduğunu, vicdana uymanın ne kadar önemli olduğunun kendisine hatırlatıldığını unutmuş olacak, ama Allah burada okuduğu tek bir kelimeyi dahi karşısına çıkaracaktır.
Aslında insanlar henüz dünyadayken bu gerçeklerin farkındadırlar. Vicdanlarına başvurduklarında neyin doğru, neyin yanlış olduğunu aşağı yukarı kavrayabilirler ama dünyevi çıkarları uğruna gerçeklere sırtlarını dönerler, görmezden gelirler. Nitekim Kuran’da Hz. İbrahim ile ilgili anlatılan bir kıssada insanların vicdanlarına başvurduklarında doğruyu hemen görebildikleri, ancak nefsani çıkarları daha ağır bastığı için ters döndükleri şöyle anlatılır:
dünyevi çıkarları uğruna gerçeklere sırtlarını dönerler, görmezden gelirler. Nitekim Kuran’da Hz. İbrahim ile ilgili anlatılan bir kıssada insanların vicdanlarına başvurduklarında doğruyu hemen görebildikleri, ancak nefsani çıkarları daha ağır bastığı için ters döndükleri şöyle anlatılır:
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)” dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler… (Enbiya Suresi, 64-65)
Çok önemli bir gerçek daha var: Bir insan ne yaparsa yapsın vicdanı onu ölene kadar bırakmayacaktır. Çünkü vicdan, bir insanın tamamen kendi iradesinin dışında bir güçtür; Allah’ın sesidir. Herkes ölene kadar bu sesi duyacak, ancak bu sese uymayanlar öldükten sonra bunun şiddetli pişmanlığını tadacaklardır. Nitekim Kuran’da, ahiretteki konuşmalardan birçok örnekler verilmektedir ve bu konuşmaların hepsinde cehennemdekiler açık olarak neleri yapmadıkları için cehennemde olduklarını itiraf etmektedirler. Dolayısıyla herkes neyi yapması, neyi yapmaması gerektiğini aslında çok iyi bilmekte ve vicdanından kaçışı ona bir yarar sağlamamaktadır. Cehennem halkının bu durumları Kuran’da şöyle anlatılır:
“Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?” Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik” dediler. “Yoksula yedirmezdik.” “(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.” “Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.” “Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.” Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar? Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler; Arslandan korkup-kaçmışlar. Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister. Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar. Gerçek (şu ki), o (Kur’an,) elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. (Müddessir Suresi, 42-55)
Bu kitabı okuyan bir kişi, yukarıdaki konuşmaları yapmak istemiyorsa bilmelidir ki, yapması gereken şey vicdanını dinlemek, onun gösterdiği doğrulara sırt çevirmemek, onun sesini kısmaya çalışmamaktır.