llah, Kuran’ın Kehf Suresi’nde insanlara iki kişinin örneğini anlatmaktadır: Bu iki kişiden biri, Allah’ın varlığını bilmesine rağmen O’nu takdir edemeyen, ahiretten şüphe duyan ve sahip olduğu tüm zenginlikle şımararak vicdanına uymayan bir kimsedir. Arkadaşı ise Allah’ı takdir edebilen ve vicdanen gördüğü doğruları söylemekten çekinmeyen samimi bir Müslümandır. Bu iki kişinin arasındaki konuşmalar Kuran’da şöyle geçmektedir:
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: “Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.” Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): “Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum” dedi. “Kıyamet-saati’nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.” (Kehf Suresi, 32-36)
Bu bağ sahibinin konuşmaları günümüzde sıkça rastlanan insan modelinin inancını yansıtmaktadır. Bu sapkın inancın nedeni şudur: İnsanlar vicdanen Allah’ın ve ahiretin varlığını fark ederler. Ancak vicdanlarına uymanın getirdiği sorumluluklardan kaçınmak için özellikle ahiretin varlığını hiç düşünmezler ve dolayısıyla zihinlerinde genel olarak ölümle birlikte bir yok oluş vardır. Ancak bu yok oluş da onlar için korku verici birşeydir. Bu nedenle kendilerini teselli eden “mutlu bir öbür dünya” inanışına sahiptirler. Hem kıyamete inanmayıp hem de bir ihtimal olsa bile buradakinden daha iyi bir hayat yaşayacaklarına dair kendilerini kandırırlar.
Dünya hayatında elde ettikleri kazanç da onları bu şekilde aldatır. Allah’ın ayette de dikkat çektiği gibi, bahçe sahibi bağına neredeyse sonsuzluk atfetmiş ve hiçbir gücün onu yok edemeyeceğini düşündüğünü de açıkça ifade etmiştir.
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, bir insanın vicdanına uymaması onun gerçekleri görmesine engel olur. Üstelik burada görülemeyen çok önemli bir gerçektir; bir insanın sonsuz hayatını nerede ve nasıl yaşayacağı söz konusudur. Bağ sahibi kişi, kendisine Allah Katından bir deneme olarak verilen mallarla şımararak, sonsuz yaşantısını azap içinde geçirmeyi göze almıştır.
Bu kişinin vicdana uymayan konuşmasına karşılık vicdanlı olan arkadaşı gerçekleri ona hatırlatarak şöyle cevap vermiştir:
… Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam. Bağına girdiğin zaman, ‘MaşaAllah, Allah’tan başka kuvvet yoktur’ demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan. Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten ‘yakıp-yıkan bir afet’ gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir. Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.” (Kehf Suresi, 37-41)
Vicdanlı bir insan her durumda vicdanının emrettiklerini uygular ve söyler. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da, bu kişinin vicdanen doğru gördüklerini tüm açıklığı ile arkadaşına söylemesidir. Buradaki samimi ve açık üslubu arkadaşının ahiretini düşündüğü içindir. Ona bunları hatırlatmasa, onun cehenneme gitmesine göz yummuş olur. Öğüt vererek hatırlatmak, Allah’ın azabı ile uyarmak ve hiç kimseden çekinmemek, vicdanlı bir müminin özellikleridir.
Ama tüm bu hatırlatmalara rağmen öğüt almayan insanlar da olacaktır. Nitekim Allah şımararak ahireti inkar eden, Allah’ın gücünü takdir edemeyen kişinin sonunu şöyle bildirmektedir:
(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: “Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım.” Allah’ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah’a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır. (Kehf Suresi, 42-44)