İnsanların birçoğunun kendilerine göre bir din anlayışları vardır. Bunun nedeni ise insanların yine vicdanlarına uymamak için geliştirdikleri bir savunma mekanizmasıdır. Bir insan vicdanen doğrunun ne olduğunu bilir, ama nefsi bir yandan da onu yanlış olan yöne çeker. Örneğin hatalı bir tavrı yapmaya karar vermekte zorlandığı zaman hemen nefsi devreye girer ve çeşitli bahaneler öne sürer. Kişi nefsini dinleyerek kendini “sözde” rahatlatır ve çok ince hesaplar yapmasına gerek olmadığına, yaptığı şeyin çok basit olduğuna, bundan birşey olmayacağına, kalbinin zaten temiz olduğuna, adam öldürmedikten, hırsızlık ve dolandırıcılık gibi kanun dışı olaylara girişmedikten, kimsenin malında parasında gözü olmadıktan sonra iyi bir insan olduğuna kendini inandırır.

İnsanların çoğunun kolaylıkla yalan söyleyebilmelerinin, dedikodu yapmalarının, başkalarıyla alay etmelerinin ardında yatan neden de budur. Herhangi bir konuda yalan söylemek bir insanın vicdanına tamamen aykırıdır. Ancak bundan birşey olmayacağına, bunların “masum yalanlar” olduğuna dair vicdanını ikna etmeye çalışarak zamanla içindeki doğruyu söyleyen sesi bastırır. Hem dinin gerektirdiği ibadetleri ve hükümleri yerine getirmez, hem dinin sahip olduğu ahlak kurallarına uymaz hem de çok iyi bir insan olduğunu iddia eder. Bu, son derece samimiyetsiz bir yaklaşımdır.

Oysa vicdana gereği gibi uyulmadığı sürece bir insanın ahirette iyi bir karşılık umması imkansızdır. İnsanların genelinin sahip olduğu “benim kalbim temiz” mantığı ile bir insan dünyada, “iyi adam” olarak bilinebilir, ancak o kişi ahirette beklemediği bir karşılık görebilir. Çünkü din ahlakı insanlara sadece adam öldürmemeyi, hırsızlık yapmamayı değil, daha pek çok uygulanması gereken güzelliği emretmektedir. Hepsinden önemlisi de, yalnızca Allah’a kulluk etmeyi ve onun için yaşamayı emretmesidir. Allah gerçek “iyi insan”ları Kuran’da şöyle tarif eder:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

İnsanların birçoğu, kendilerine peygamberleri veya yukarıdaki ayette tarif edilen “iyi insan” modelini örnek alacakları yerde, “dünya tarihinde bu kadar zalim, acımasız insan varken ben onlarla aynı yeri hak etmem” mantığı ile kendilerini aldatmaktadırlar. Ancak bu, bilgisizliklerinden, Allah’ı ve ahireti tanımamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü Allah cehennemi derece derece yaratmıştır. Dolayısıyla herkes yaptığının karşılığını yaptığı kadarıyla alacaktır. Ayrıca cehennemin en üst tabakasının dahi dayanılmaz bir ızdırap kaynağı olduğu bir gerçektir. Üstelik bu sonsuza kadar dindirilemeyecek bir acı olacaktır.

Bu nedenle “bundan birşey olmaz” diyenler cehennemi iyice düşünüp tekrar karar vermeli, vicdanlarının ne dediğini dinlemelidirler.