Genelde insanlar arasında “dediğini yaptırabilen” bir kişi olabilmek önemlidir. Çoğu kimse, bu özelliği gösteren kişilere karşı çok daha fazla saygı duyar. Bu kimselerin, diğer insanların elde edemediği çok önemli bir üstünlüğe sahip olduklarına inanır; gösterdikleri güçlü ve baskın kişilik nedeniyle onlara karşı derin bir hayranlık beslerler.
Oysa ki bu tümüyle çok yanlış bir bakış açısıdır. Çünkü asıl üstünlük, bir kişinin sürekli olarak kendi dediğini yaptırması, her konuda kendini haklı çıkarması ve tek söz sahibi kendisini görmesi değildir. Tam tersine bu, her insanın kolaylıkla yapabileceği bir tavırdır. Nefis insanı zaten bu yönde teşvik etmekte ve desteklemektedir. İnsanın daima kendinden yana tavır alması, nefsin en hoşuna giden şeylerden biridir. Kişinin egosunu, enaniyetini, gurur ve kibrini en çok mutlu edecek davranışlardandır. Dolayısıyla bir insanın sürekli üstün gelmeyi, haklı çıkmayı ve dediğini yapmayı başarmasından dolayı sevince kapılması ve kendini başkalarından daha büyük görmesi çok yersizdir. Aynı şekilde çevresindeki insanların da, böyle bir kimseye saygı ve hayranlık duymaları çok yanlıştır.
Asıl üstünlük, bir kimsenin kendi egosunu, enaniyetini ve gururunu –Allah rızası için- yenebilmesi; kendi nefsinin isteklerindense, Allah’ın razı olacağı ahlakı uygulamayı tercih edebilmesidir. Sürekli olarak kendi dediğini yaptırmanın peşinde olmaktansa, -Allah rızası için- alçakgönüllülükle, tevazuyla hareket edip, başkalarının fikirlerine ve sözlerine de değer verebilmesidir. İşte asıl emek gerektiren ve dolayısıyla da saygı ve hayranlık duyulması gereken ahlak şekli de budur. Çünkü nefse asıl zor gelen de budur.
Bu gerçeği gereği gibi düşünmeyen insanlar, bir ortamda geri çekilen, başkasına öncelik veren, kendinden feragat eden insanların gösterdikleri üstün ahlakı fark etmezler. Bu kimselerin, karşı tarafın üstünlüğü karşısında böyle bir tavır gösterdiklerine inanır; hatta bazen bu insanları ‘kişiliksiz’ olarak dahi nitelendirebilirler. Halbuki böyle bir ahlak sergileyen kişi, o sırada Allah korkusuyla hareket etmekte, vicdanını kullanmakta ve Allah’ın en razı olacağını umduğu tavrı uygulamaktadır. Geri adım atmasının sebebi de yalnızca budur. Bunun yerine karşı tarafla haklılık yarışına girip üste çıkmaya; inatla ve ısrarla kendi dediğini yaptırmaya çalışmanın ve tevazudan uzak, kibirli bir tavır sergilemenin Kuran ahlakıyla bağdaşmayacağını bilmektedir. Dolayısıyla ahlak ve vicdan olarak asıl üstün olan da, sözünü geçirten ve dediğini yaptıran kişi değil, Kuran ahlakıyla hareket ederek olgunluk gösteren bu kimsedir.
Kendi dediği yapılan kimse, bu durumdan dolayı sevince kapılır ve kendisiyle gurur duyar. Karşısındaki, geri adım atan, alttan alan ve hakkından feragat ederek onun sözüne uyan kimsenin ahlakındaki olgunluğun ve üstünlüğün ise farkına varmaz. Olayların doğal akışı ve özellikle de kendisindeki üstün kişilik neticesinde bu sonucu elde ettiğini zanneder.
Oysa ki, insanları ve olayları Kuran ahlakıyla değerlendirenler, görünüşte bu kişi galip gelse, onun sözüne uyulsa ve onun dedikleri yapılsa dahi, gerçekte kimin ahlakının ve kişiliğinin daha üstün olduğunu çok açık bir şekilde görürler.
Daha da önemlisi, vicdanını kullanan, tevazu gösteren, hakkından geçen, geride kalmayı kabul eden bir kimse, Allah’ın beğendiği ve razı olacağını bildirdiği ahlakı göstermiş olur. Dolayısıyla dünyada insanlar tarafından fark edilmese, üstün tutulmasa ve takdir edilmese dahi, hiçbir şekilde bir kayba uğramış olmaz. Tam tersine inşaAllah, Allah Katında ve ahirette Rabbimiz’in rızasını kazananlardan olması umulur, ki asıl üstünlük de zaten budur.