Samimi olarak iman eden bir kişi yaşadığı her olayda Allah’ın aklını, ilmini, sanatını ve gücünü görür ve hayranlıkla Allah’a boyun eğer. Bu samimi sevgi, saygı ve teslimiyet, kişinin tüm hayatına olduğu gibi konuşmalarına da yansır. İman eden bir insan, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını; herkesin ve herşeyin, tüm varlıkların her an O’na muhtaç olduklarını bilir. Allah’ın kudretini ve büyüklüğünü kavradığı için aynı zamanda kendi aczinin de farkındadır. Allah dilemedikçe, kendisinin tek başına hiçbir şey yapamayacağını bilir. Bu yüzden ne kadar mükemmel özelliklere sahip olursa olsun, bunlardan dolayı kibir ya da büyüklenme duygusuna kapılmaz. Daima aczini bilen, boyun eğici ve teslimiyetli bir hal ve üslup içerisindedir; kazandığı bir başarıdan bahsederken, bunun ancak Allah’ın izniyle ve O’nun kendisine verdiği yetenekler sayesinde gerçekleştiğini bilerek konuşur. Aynı şekilde kendisine bir övgü yöneltildiğinde de, tüm bu övgülerin aslında Allah’ın üstün sanatına karşı yapıldığını bilmenin verdiği tevazu içerisindedir.
Allah’ın kudretini gereği gibi takdir edebilen bir insanın konuşmalarına O’nun aklını, ilmini, gücünü ve büyüklüğünü övüp yücelten bir üslup hakimdir. Böyle bir insan hayatının her anında kalbi hep Allah ile birliktedir; ne yapsa, nereye baksa, ne işitse hepsinde Allah’ın sanatının örneklerini görür ve bunlara karşı duyduğu hayranlığı samimi bir şekilde dile getirir. Kuran’da iman edenlerin günlük hayatın her anında; gerek otururken, gerek ayaktayken gerekse de yatarken kalplerinin hep Allah ile birlikte olduğundan, her an Allah’ın kudretini düşünüp dile getirdiklerinden bahsedilmektedir.
Ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)
Müslüman, yaşadığı her an, yaptığı her işte bu gerçeğin şuurundadır. Yediği besinleri kupkuru topraktan çıkarıp en güzel ve en lezzetli şekilde kendisine sunanın ve tat alabilmesini sağlayanın Allah olduğunu bilir. Bu nedenle yemeği pişirene teşekkür ederken, asıl teşekkürü Allah’a borçlu olduğunu bilir ve Rabbimiz’e şükreder. Hoşuna giden bir müzik dinlediğinde asıl hayranlığı onu çalan kişiye değil, insanlara bu yeteneği ve kendisine de müziğin sesinden zevk alma hissini veren Allah’a karşı olur.
Çok istediği bir şey, hiç beklemediği bir anda gerçekleştiğinde, bunun tesadüf olmadığının şuurundadır, hemen Allah’a şükreder. Güzel bir mimari yapıyı gezdiğinde, o eseri inşa eden, dekorasyonunda rol alan kimseleri estetik anlayışlarından dolayı takdir eder, ama gerçekte tüm bu güzellikleri yaratanın Allah olduğunu unutmaz, Allah’ın büyüklüğünü övüp tesbih eder. Kendisinde bulunan vasıflardan dolayı da gurura kapılmaz; Allah’ın aciz bir kulu olduğunu bilerek, övgüyü daima Rabbimiz’e yöneltir. Kuran’da, insanlara övgünün gerçek sahibinin Allah olduğu hatırlatılmış ve Allah’ı yücelterek tesbih etmeleri bildirilmiştir:
Ve de ki: “Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’adır.” Ve O’nu tekbir edebildikçe tekbir et. (İsra Suresi, 111)