“Hiç yalan söyler misiniz?” sorusuna insanların verdikleri cevapları, birçok kereler duymuşsunuzdur. Bu cevapların çoğunda, kesinlikle yalan söylemedikleri, ancak gerektiği zaman “beyaz yalanlar” söyledikleri ve bunda bir sakınca görmedikleri belirtilir.
Kuran ahlakına uymayan insanlar, sadece yalan konusunda değil, tüm konularda kendilerine, çevrelerine ve çıkarlarına göre batıl kurallar ve ölçüler uydururlar. Örneğin hırsızlığın günah olduğunu kabul eder, ancak ihtiyaç içindeki birinin çalmasının günah olmayacağını söylerler. Veya kumar oynamanın haram olduğunu bilen insanların bir kısmı, buna rağmen kumar oynarlar, ancak kumardan kazandıkları parayı fakirlere verdiklerini söyleyerek, kumarı meşru hale getirdiklerini zannederler. Oysa, Allah’tan korkup sakınan bir insan, her ne koşulda olursa olsun, Allah’ın razı olmayacağı ve haram olarak bildirdiği bir şeyi yapmaz. Yalancılık için de aynı şey söz konusudur. Yalanlarına farklı sıfatlar takarak, anlamını yumuşatmaya çalışanlar belki insanları ikna edebilirler. Ancak, Allah insanlara yalan söylemeyi haram kılmıştır; buna toplumda “beyaz yalanlar” olarak isimlendirilen yalanlar da dahildir.
Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda uydurulan bu batıl kurallar, Kuran’a uygun değildir. Bunlara uyan insanlar, bu kuralları ayrıca kendilerine göre de biçimlendirmektedirler. Dolayısıyla neyin beyaz neyin başka türlü yalan olduğuna da herkes kendi çıkarına göre karar verir. Bunun bir sonucu olarak neredeyse yalancılığın her türü beyaz yalanların içine dahil edilerek, söz konusu toplumlarda adeta normal karşılanmaya başlanmıştır.
Sözgelimi, birine bir işini yaptırmak isteyen bir insan, ona suni iltifatlarda bulunur, güzel olmadığı halde güzel olduğunu, şık olmadığı halde şık olduğunu veya beceriksiz olduğu halde çok becerikli ve zeki olduğunu söyler. Evine geç gelen biri, eşini kızdırmamak için farklı bahaneler uydurur. Eğer doğruyu söylerse eşinin kızacağını ancak bu “beyaz yalanları” söylediğinde onu huzursuz etmediğini ve aralarında bir tatsızlık olmadığını söyler. Böylece yalanlarını masum ve hatta iyiliğe hizmet amaçlı söylenmiş sözler gibi göstermeye çalışır. Oysa, bu tür yalanlar, ne için söylenirse söylensin, aldatmaya, kandırmaya yöneliktir. Bu yalanları söyleyen insanın, karşısındaki kişilere sevgisi, saygısı, bağlılığı olmaz. Ayrıca, böyle bir tavırdaki insanların dürüst ve güvenilir olmadıkları da açıktır.
Sonuç olarak, her ne sıfat altında söylenirse söylensin, yalanın her türlüsü Allah’ın haram kıldığı bir harekettir. Yalancılık, insanlar arasındaki güven ve bağlılığı yok eden, insanların samimiyetsiz bir hayat yaşamalarına neden olan bir davranıştır.
Yalanın ve Samimiyetsizliğin Olduğu Ortamda Kimse Kimseye Güvenemez
ADNAN OKTAR: … Ama en vahimi sevgisizlik. Sevgisizlikten neşeleri kaçıyor. Sevgi insanı çok mutlu hale getirir, açar. Yani en güçlü gıdadır, bedenin en güçlü gıdası sevgidir. Yani hiçbir şey yemese bile, yemese içmese bile sırf sevgiyle müthiş sağlıklı olabilir insan, sıhhatli olabilir. Sevgisiz ne olacak, “hiçbir şey olmayacak” diyor. Oluyor işte, perişan oluyoruz, oksit sarısı oluyorlar. Bayağı bir kısmı öyle, çoğu öyle yani. Ağzında pas oluşuyor, bakışlarında canlılık yok, bir şey söylediğinde anlamada güçlük çekiyorlar, her şeye karamsar bakıyor, her şeyden korkuyor, birbirlerinden muazzam korkuyorlar. Mesela bakıyorum gözlerinde insanların birbirlerine karşı korku ifadesi var. Müthiş bir şüphecilik var, ama niye şüpheci oluyorsun da diyemeyiz çünkü haklılar yani. Çünkü dürüst insan o kadar çok olmuyor bazen bazı yerlerde. Samimi insan o kadar çok olmuyor. Onlar da haklı olarak korkuyorlar ve tedirginler, gerilim içindeler. O zaman işte milletimizi sevgi dolu, şefkatli, Allah’tan korkan, Allah’ı çok seven, müsbet bakan, pozitif değerlendiren, her şeyi hayra yoran, her şeyde güzellik gören, etrafını ve kendini güzelleştirmeye çalışan insanlar olarak eğitmeliyiz. Mesela dün bir baktım ben, bakıyorum yani, bakımsız ve perişan birçok insan. Bu illa yemekle de olmaz, yani az bir şey yemek insanı çok dinç yapar, ama yemek etki etmiyor. Çünkü neşe yok, sevinç yok. Sürekli korkuyu yaşayan bir insan, sürekli güvensizliği yaşayan bir insan mutlu olamaz. Mutlu olamayınca da vücut hücreleri buna isyan ediyor. Pankreası ayrı rahatsız oluyor, mesela midesinde kasılma oluyor kramplar meydana geliyor midesinde, ülser meydana geliyor, midesinde yanma-ekşime meydana geliyor. Mesela gözlerinde bakışlarında bozukluk meydana geliyor, mesela karaciğeri normal çalışmıyor, sindirimi normal çalışmıyor, kan çekiliyor vücuttan üzüntünün sebebiyle. Mesela sapsarı oluyor eli yüzü. Yazık günah değil mi bu kadar eziyete? Allah insana, şeytandan Allah’a sığınırım, Cenab-ı Allah diyor ki ayette, “Allah insanlara zulmetmez insanlar kendilerine zulmediyorlar.” (Tevbe Suresi, 70) İnsanın kendine yaptığı zulmü hiç kimse yapmaz derler, hani halk arasında vardır biliyorsunuz. Yani muazzam eziyet eder kendine. Her şeyden kuşkulanır. Hatta diyorlar ya, “babana dahi güvenmeyeceksin”. Kardeşim ne yapıyorsunuz siz, ortalığı cehenneme çeviriyorsunuz. Baba. O güvenilmeyecek babaları eğitsek de, normal baba olsalar da güvenseler bu insanlar olmuyor mu? “Babana dahi güvenmeyeceksin.” O zaman kime güvenecek değil mi? “Hiç kimseye güvenmeyeceksin” diyor. O zaman bu insanlar nasıl yaşasın bu dünyada. Bakın görüyor musunuz Darwinist ve materyalist düşüncenin yaptığı tahribatı daha hala temizleyemiyoruz. Daha hala bu tahribatı düzenlemekle uğraşıyoruz, temizlemekle uğraşıyoruz. Mesela karşılaşıyorlar çok sevecen, mesela bir televizyon programı oluyor, birbirlerine nasılsınız hoş geldiniz filan, ama hepsi birbirinden çekiniyor aslında. Gayet temkinliler, yani herhangi bir menfaatleri çatıştığında canlı yayında birbirlerine sille tokat giriyorlar biliyorsunuz. Yani arbede çıkıyor, saçlarından sürüklüyorlar. Demek ki içi patlayacak bomba gibi, çok gerilimli. Yani sevgi ortamı olsa, barış, kardeşlik ortamı olsa, bir anda böyle ağzından kopükler saçarak, hatta din adamı oluyor , alim, din alimi bir anda patlayacak bombaya dönüşüyor adeta böyle çıldırıyor, kendini kaybediyor. İşte sevgisizlik, sevgisizliğin sonucunda bu oluyor. Çok şefkatli çok merhametli olmak lazım… (Adnan Oktar’ın Kanal Urfa röportajı, 9 Kasım 2009)