İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman, peygamberlerin döneminde yaşanan gerçek adaletin, adalet sahibi diğer yöneticilerin hakimiyetleri altında da devam ettiğini görürüz. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’den sonra da Kuran ahlakından taviz vermeyen ve elçilerin yolunu izleyen adil yöneticiler barış ve huzur dolu toplumlar oluşturmayı başarmışlardır. Kuran’da tarif edilen gerçek adalet, doğruluk ve dürüstlük bu yöneticiler döneminde de hüküm sürmüş ve bu yönetimler kendilerinden sonra gelecek insanlara birer örnek teşkil etmişlerdir.
Çok şerefli bir geçmişe sahip olan Türk halkı da adaletli, merhametli ve dürüst yönetimiyle tarihe geçmiş bu ender topululuklardan biridir. Bu gerçeği, kitabın ilerleyen sayfalarında da görüleceği gibi, Batılı pek çok tarihçi teyid etmektedir. Ayrıca bu gerçek, geçmişte Türklerin yönetiminde asırlarca yaşamış halklara mensup araştırmacılar tarafından da samimiyetle dile getirilmektedir. İki büyük Türk imparatorluğu olan Büyük Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu bu konuda akla gelen ilk örneklerdir. Bu imparatorlukların yönetimi altında asırlar boyunca yaşayan çeşitli halklar arasında gerçek adalet sağlanmış, toplumda barış ve sevgi hakim olmuştur.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Adaletle Hükmeden Hakanları
Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte hakanların, padişahların yönetimi de İslam ahlakına göre olmuştur. Kuran’da Allah’ın bildirdiği adaleti uygulayan yöneticiler, bu tutumları neticesinde çok büyük başarılar elde etmiş, büyük fetihler gerçekleştirmiş ve İslam’ın yayılmasında önemli katkılarda bulunmuşlardır. İngiliz araştırmacı Sir Thomas Arnold, The Preaching of Islam adlı kitabında Hıristiyanların, Selçukluların bu tutumlarından dolayı, nasıl onların idaresi altına girmek istediklerini şöyle anlatmıştır:
“İslam idaresi, altında dini hayatın emniyette olduğu hakkındaki bu hisler, yine o devirlerde Küçükasya (Anadolu) Hıristiyanlarının, Selçuk Türklerini bir kurtarıcı sıfatı ile karşılamalarına vesile olmuştu… Hatta VIII. Mihail (1261-1282) devrinde, Küçükasya içerisindeki ufak kasabaların halkı, Bizans İmparatorluğunun istibdadından kurtulmak ümidi ile Türkleri kasabalarının işgali için davet etmişlerdi. Hatta bu halk arasında zengin veya fakir birçok kimseler, o zamanki Türk Milli sınırları içerisinde göç etmeyi bile göze almışlardır.”20
Bu büyük Türk İmparatorluğu’nun en parlak devrinde yönetimde olan Melikşah, Kuran’ın hükümlerini uygulama konusunda oldukça hassas davranmıştır. Ele geçirdiği topraklardaki halka karşı büyük bir sevgi ve merhametle yaklaşmış, bunun neticesinde de fethettiği ülkelerin halkları tarafından büyük bir sevgi ve saygıyla anılmıştır. Ermeni tarihçisi Urfalı Mathiu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu şu şekilde anlatır:
“Melikşah’ın saltanatı Allah’ın lütfuna mazhar oldu. Hakimiyeti uzak ülkelere kadar yayıldı ve Ermenilere huzur verdi. Kalbi Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. Geçtiği ülkelerin halklarına karşı bir baba gibi davrandı. Birçok şehir ve vilayetler kendi arzuları ile onun idaresine girdi; bütün Rum ve Ermeni beldeleri onun kanunlarını tanıdı.”21
Tüm tarafsız tarihçiler Melikşah’ın adaletini ve merhametli tavrını içtenlikle dile getirmektedirler. Onun merhameti Kitap Ehlinin kalbinde de kendisine karşı bir yumuşama oluşmasına vesile olmuştur. Hatta bu nedenle tarihte eşine az rastlanır şekilde, birçok şehir kendi isteğiyle Melikşah’ın idaresi altına girmeyi kabul etmiştir. Sir Thomas Arnold’ın yine aynı kitabında yer alan, 2. Haçlı seferine VII. Louis’in özel katibi olarak katılan St. Denis Manastırı mensubu Odo de Diogilo adlı rahibin anılarında, Müslümanların hangi din mensubu olursa olsun herkese karşı nasıl adaletli davrandıkları tüm şeffaflığıyla anlatılmaktadır:
“Eğer Müslüman Türklerin kalplerine, o sefaleti ve felaketi görerek, bir acıma duygusu gelmemiş olsaydı, geri kalan Haçlı kafilesinin durumu çok feci olurdu. Türkler, bu biçarelerin yaralılarına baktılar, fakirlerini cömertlikle beslediler ve sıkıntıdan kurtardılar. Hatta bazı Müslümanlar, Rumların tehdit ve hile ile hacılardan koparmış oldukları Fransız paralarını satın alarak ihtiyacı olan hacılara verdiler. Aynı dinden olmayanların bu koruyucu muameleleri ile dindaşları olan ve kendilerini ağır işlerde kullanan, döven, dolandıran Rumların hareketleri, Haçlı hacıları arasında, öyle bir karşılaştırma vesilesi oldu ki, bunlardan pek çoğu kendi istekleri ile kendilerini kurtaran Müslümanların dinini kabul ettiler.”22
2. Haçlı Seferi sırasında yaşananları anlatan Odo de Diogilo, Müslümanların gösterdikleri sevecen, şefkatli ve adil tutumun nasıl güzel sonuçlara vesile olduğunu da şu satırlarla aktarmıştır:
“Kendilerine karşı zalimce davranan dindaşlarından sakınarak, imansız telakki olunan, fakat haklarında gayet yumuşak ve şefkatle muamele edenlerin arasına emniyetle girdiler. Ve işittiğimize göre, Türkler çekilirken 3 bin kadarı da onlara katılmıştır… Gerçekte Müslümanlar, ifa ettikleri hizmetle yetinerek, bunlardan hiçbirisini dinlerini terk etmeye zorlamamışlardı.”23
Tarihçiler tarafından yazılan bu satırlar İslam ahlakının savaş ya da zorluk döneminde de adaleti emrettiğini göstermektedir. Türklerin -tüm dünyanın zorba imparatorlarla yönetildiği, zulmün hüküm sürdüğü bir dönemde- gösterdiği bu üstün ahlak, Kuran’a olan bağlılıklarının ve yüksek karakterlerinin bir göstergesidir. Bu nedenle de, Türklerin karşısındaki millet ya da topluluk her ne kadar İslam’a karşı önyargılı da olsa, bu güzel Müslüman ahlakına şahit olduktan sonra aynı Haçlı Ordusu’ndaki Hıristiyanlar gibi kalplerinde İslam’a karşı bir yumuşama, sevgi oluşacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu Fethettiği Ülkelere Adalet Götürmüştür
İslam ahlakının yaşandığı toplumlarda sosyal hayatın nasıl huzur ve barış içerisinde devam ettiğini tarih bize pek çok örnekle göstermiştir. Bu adil yönetimlerden biri de Osmanlı devletidir. Osmanlı İmparatorluğu asırlar boyunca üç büyük kıtanın büyük bir bölümüne hakim olmuştur. Bugün Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve daha pek çok yerde Osmanlı’nın izlerini görmek mümkündür. Osmanlı ayak bastığı her yerde Türk’ün üstün karakterinin tanınmasına vesile olmuştur. La Martine’in 1854 yılında basılan Histoire de la Turquie isimli 10 ciltlik eserinden yapılan bir alıntı Osmanlı’nın günümüzdeki izlerini çok güzel yansıtmaktadır:
“İzmir’i, İstanbul’u, Suriye’yi, Lübnan’ı ziyaret edin. Oralarda manastırlara, dini mekanlara, eğitim kurumlarına girin. Dini eğitim veren yerlere bakın ve ‘Osmanlı’nın, size karşı davranışında ve korumasında bir eksiklik var mıydı?’ diye sorun. Hepsi size ‘Osmanlı’nın ve Sultan’ın tarafsızlığından’ söz edecektir… Gerçek şu ki, bu dini yerlerin yönetiminde Osmanlı tam bir tarafsızlık, saygı ve barış duygusuyla hareket etmiştir…”24
Osmanlı İmparatorluğu, kurucusu Osman Bey’den başlamak üzere Fatih Sultan Mehmet ve diğer padişahları adil yönetimleri ile tüm insanlığa örnek olmuştur. Onların zamanlarında her dinden, her inançtan insan birarada huzur içerisinde yaşamıştır. Hatta herhangi bir mücadeleye dahi girmeden kendi istekleriyle Fatih Sultan Mehmet’e teslim olan toplumlar olmuştur. Bu da insanların onun adil yönetiminden ne derece hoşnut olduğunu göstermektedir.
Bütün İslam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı padişahları da fethettikleri bölgelerdeki gayrimüslimlere karşı son derece adaletli davranmışlardır.25 Çünkü Kuran ahlakına göre o ülkelerin yerli insanları Allah’ın kendilerine bir emanetidir. Onları himaye etmek, hiç kimsenin onlara zulüm yapmasına müsaade etmemek adalet sahibi olan yöneticinin sorumluluğudur. Bu nedenle Avrupalı devletler ele geçirdikleri ülkelerde çok büyük soykırımlar gerçekleştirip, yerli halka zulümler yapıp, ülkenin tüm doğal zenginliklerini sömürürlerken, Osmanlı padişahları gittikleri ülkelere refah götürmeyi kendilerine gaye edinmişlerdir. Fethettikleri ülkelerdeki yerli halkın inançlarını değiştirmek için hiçbir zorlamada bulunmamış, aksine ibadetlerini huzur içerisinde yapabilmeleri için onlara imkan sağlamışlardır.26
Türkler, idareleri altında yaşayan hiçbir zümrenin diline, dinine, sosyal ve idari yapılarının büyük bir kısmına, kısacası kültürlerine müdahale etmemişlerdir. Bu nedenle o dönemde aynı toprak üzerinde her dinden, her milletten insan birarada huzur içerisinde yaşamaktaydı. Bu konuda tarihçi A. Miquel şöyle demektedir:
“Hıristiyan halklar Bizans ve Latin devletleri zamanında bulamadıkları çok iyi yönetilen bir idare karşısında bulunmaktaydılar. Asla sistemli bir zulüm görmemekteydiler. Tam aksine imparatorluk, İstanbul başta olmak üzere, işkence gören İspanyol Musevileri’ne bir sığınak olmuştu. Hiçbir yerde zorla İslamlaştırma olmamıştır.”27
İslam adaletiyle yönetilen Türk toprakları o dönemde her dinden insan için bir rahatlıktı. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu ve Rumeli gayrimüslimleri dinlerine ve sosyal hayatlarına müdahale edilmeden, eski gelenekleri üzerinde yaşamaya devam etmişlerdir.28 Osmanlı padişahlarının Kuran’a olan keskin itaatleri neticesinde toplum içerisinde ırk, dil ve etnik kimlikler nedeniyle bir ayrım olmamış, insanlar birbiriyle kaynaşmış ve toplumun çeşitli kesimleri arasında sosyal adalet sağlanmıştır. Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi adlı kitabında gayrimüslim halkların Türklerin güçlü merhametlerini nasıl bir kurtuluş olarak gördüklerini şöyle anlatmıştır:
“Türklerin, gayrimüslim cemaatlerin dini ve vicdani hislerine saygı göstermesi, bu insanların Osmanlı idaresini bir kurtarıcı olarak karşılamasına sebep olmuştur.”29
Avrupalı tarihçi Richard Peters İslam dinini benimseyen Türklerin yüzyıllar boyunca ele geçirdikleri tüm ülkelerde nasıl bir adalet örneği temsil ettiklerini de şu sözleriyle dile getirmiştir:
“Türkler asırlar boyunca birçok milletlere hakim oldular, fakat onları asimile etmeye asla gayret etmediler. Onlara hürriyet verdiler ve din ve kültürlerinin yaşanmasına müsaade ettiler.”30
Tüm bu örnekler açıkça göstermektedir ki Türkler fethettikleri ülkeleri sömürmemişler, bu ülke insanlarının haklarına saygı göstermişlerdir. Selçuklularda olduğu gibi, Osmanlı padişahları da fethettikleri yerlerde yaşayan halkı himaye edip, korumayı kendilerine bir görev bilmişlerdir. Bu nedenle aynı topraklar üzerinde her milletten ve dinden insan, kavga ve bozgun olmadan huzur içerisinde yaşamıştır. Osmanlı yöneticileri şayet toplumu oluşturan bu farklı gruplara karşı adaletli bir yönetime sahip olmasalardı, elbette böyle köklü imparatorluklar kuramaz ve bu insanları asırlar boyu birarada tutamazlardı. Ancak görmekteyiz ki, İslamiyet’in onlara kazandırdığı yüksek idealler ve hasletler neticesinde, son derece ileri bir kültür ve medeniyet seviyesine ulaşmışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun İlk Dönemlerindeki Adil Yönetim
Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucuları daha ilk yıllardan itibaren adaletle davranmayı kendilerine düstur edinmişlerdir. Birlikte yaşadıkları farklı dinlerden topluluklara, inkarcı gruplara karşı adaletli bir yönetimleri olmuş, dinlerini değiştirmek için herhangi bir zorlamada bulunmamış, her zaman barış içinde yaşamayı hedeflemişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey, beyliğinin etrafındaki gayrimüslim müslimlerle oldukça dostane ilişkiler kurmuştur. Bu iyi ilişki neticesinde karşılıklı bir güven oluşmuştur. Örneğin Osman Bey aşiretiyle yaylaya çıkarken, eşyalarını, Bilecik’teki gayrimüslimlere emanet olarak bırakır, dönüşte onlara yağ, peynir ve halı gibi hediyeler verirdi.31 Ayrıca Osman Bey’in Eskişehir’in Ilıca yöresinde kurduğu pazara, güvenli olduğu için etraftaki gayrimüslimlerden ve Germiyan halkından alışveriş için de sık sık gelenler olurdu.32 Gayrimüslimlerle sıcak bir diyalog, sosyal ilişkiler kurmuştu. Tarihçi Joseph von Hammer’in Osmanlı Tarihi adlı kitabında aktardığı bir olay bize Osman Bey’in hangi dine mensup olursa olsun, insanlar arasında adaletle hükmettiğini göstermektedir:
“Birgün bu pazara Bilecik gayrimüslimleri bir yük bardak getirmiş- Germiyanlı bir Müslüman da bardak satın almış, ancak parasını ödememiştir. Bu gayrimüslimin, Germiyanlı’yı şikayet etmesi üzerine Osman Bey, Germiyanlı Müslümanı yanına çağırarak, bardağın parasını kendisinden almış ve onu gayrimüslime vermiştir. Bu olay üzerine Osman Bey, tellallar vasıtasıyla, Bilecik gayrimüslimlerine kimsenin eziyet etmemesini ilan etmiştir. Osman Bey bu konuda o kadar adalet göstermiştir ki, Bilecik’in gayrimüslim kadınları bile, bu pazara gelip emniyet içinde alışverişlerini yapar hale gelmişlerdir. Gayrimüslim halk, Osman Bey’in yönetiminde emniyet ve eman içinde olmuştur. Bilecik’teki gayrimüslimlere karşı gösterdiği bu adaletin sebebi sorulduğunda, Osman Bey’in cevabı şöyle olmuştur: “Komşularımızdır. Biz bu ile garip olarak geldiğimiz zaman, onlar bizi hoş tuttular. Şimdi bize dahi gerektir ki, bunlara hürmet edelim.”33
Osman Bey’in gösterdiği bu güzel ahlak, Allah’ın Kuran’da bildirdiği bir emrin yerine getirilişidir:
Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Kuran ahlakına uygun bu davranış, birçok insanın kalbinin İslam’a ısınmasına vesile olmuştur. Osman Bey, Yarhisar, İnegöl, Bilecik ve Yenişehir’i çevresiyle birlikte fethettikten sonra, burada yaşayan gayrimüslim halka karşı da adaletle ve merhametle yaklaşmış, topraklarını onlara bırakmıştır. Öyle ki bu topraklarda yaşayanların durumları, Osmanlı hakimiyetinden öncesine göre daha iyi olmuş ve bu yerler kısa sürede daha yaşanılır hale gelmiştir. Hatta Osman Bey’in ülkesinde çok güvenlikli ve adaletli bir ortam olduğu için, bunu işiten diğer yerlerin gayrimüslim halkları da Osmanlı topraklarına yerleşmeye başlamışlardır.34 İslam dininin getirdiği adalet, sevgi ve güven ortamı Osman Bey tarafından sağlanmış olmasaydı, toprakları Müslümanlar tarafından fethedilen gayrimüslimler düşmanca bir tavır içine girebilirlerdi. Ancak kendisi, Allah’ın emirlerini gözeten bir yönetici olması sebebiyle insanlar arasında adaletle hükmetmiştir. Osman Bey’in, gayrimüslimlere olan sevgi ve saygısının bir göstergesi olması amacıyla, düğünlerine katılarak hediyeler götürdüğü de bilinmektedir.35
Osman Bey’in adaletli tavrına bir başka örnek de Osmanlı Tarihi isimli kitabın yazarı Joseph Von Hammer tarafından şöyle anlatılmaktadır:
“Bir Cuma günü Germiyan Türk Beyi Alişir’in uyrukluğunda olan bir Müslüman ile Bilecik Rum Komutanına bağlı bir Hıristiyan arasında çıkan kavgada Osman, Hıristiyandan yana hüküm verdi. Bunun üzerine bütün ülkede Ertuğrul’un oğlu Osman’ın hak ve adalet severliğinden söz açılmaya başlandı.”36
Nitekim Osman Bey’in, ölmeden önce oğlu Orhan’a “Bütün tebaanı eşitlik üzere koru, sana itaat edenleri hoş tut.” 37 şeklinde bir vasiyette bulunduğu rivayet edilmektedir. Onun adil yönetimi birçok yerde ün salmıştır. Bu sebeple Orhan Bey’in Bursa’nın fethi sırasında kuvvet kullanmasına gerek dahi kalmamış, Bursa Beyi kaleyi kendi isteğiyle teslim etmiştir. Bunun üzerine Orhan Gazi, Bursa Beyinin veziri Saroz’a, bu kaleyi niçin teslim ettiğini sormuş ve Saroz birkaç sebep arasında şunu da söylemiştir: “Size itaat edenler rahat içindeler. Biz de rahatlığa heves ettik.”38 Aynı soru Bursalı Rumlara sorulduğunda verdikleri cevap yine aynı samimi duyguları göstermektedir:
“Sizin devletinizin günden güne yükseldiğini ve bizim devletimizi geçtiğini anladık; babanızın idaresine geçen köylülerin memnun kalıp, bir daha bizi anmadıklarını gördük ve biz de bu rahatlığa heves ettik.”39
Orhan Gazi ve etrafındaki devlet adamlarının, Hıristiyanlara karşı ne kadar merhametli davrandıklarını, 1355 tarihinde, Osmanlılara esir düşen Selanik Başpiskoposu Gregory Palamas’ın mektubu da açık bir şekilde göstermektedir. Palamas mektubunda, Osmanlı ülkesindeki Hıristiyanları tam bir serbesti içinde gördüğünü, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın, O’na Hıristiyanlık hakkında serbestçe sorular sorduğunu ve bizzat Sultan Orhan’ın kendisi ile ulema arasında münazara yaptığını yazmaktadır.40
Orhan Gazi, Hıristiyanlara karşı olduğu gibi Musevi topluluklara karşı da son derece adaletli ve merhametli davranmıştır. Edirne ve Trakya’nın diğer şehirlerinde yaşayan Museviler birçok devletten zulüm gördükleri için, Türklerin kendi yaşadıkları bölgeleri fethetmesini sevinçle karşılamışlardır.41
Osmanlı padişahlarının Musevilere olan bu yaklaşımı, 1. Murat zamanında da devam etmiştir. Sultan Murat’ın halkına karşı adil ve anlayışlı yönetimini çağdaşı Bizans tarihçisi Khalkokondylas şöyle anlatmaktadır:
“Kendisine itaat ve hizmet eden milletlere ve kişilere, hangi dinden olurlarsa olsunlar, iyi ve yumuşak ve cömert davranırdı. Düşmanlık gösterenlere karşı amansızdı. Hiçbir düşmanı elinden kurtulamadı. Verdiği söze sonradan aleyhinde tecelli etse bile sadık kalarak, dost düşman herkesin güvenini kazandı.”42
Bir başka tarihçi İngiliz Gibbon ise Sultan Murat’ın Hıristiyanlara karşı olan merhametini şöyle anlatmaktadır;
“Dünya üzerinde çağdaşı bütün hükümdar ve devlet adamlarından üstündü. Babasının bile tahayyül ettiği sınırları çok aştı. Bütün tarihin en hayret verici gelişmelerinden birini, Osmanlı lehine kazandı. Ortodokslar’a, Katolikler’in Ortodokslar’a yaptığı muameleden kat kat iyi muamelede bulundu.”43
Tüm bu örnekler Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş ve ilk gelişim dönemlerinde bir anda çok büyük bir güç kazanmasının nedenlerini ortaya koymaktadır. Yöneticilerin adil tutumları diğer dinlere mensup halklar üzerinde çok olumlu etkiler oluşturmuş, Osmanlı toprakları çok büyük bir hızla genişlemiştir. Bu genişlemenin diğer padişahlar döneminde de hızlanarak artmasının en büyük nedeni aynı merhametli ve adil tutumun devam etmesidir. Fatih Sultan Mehmet dönemindeki adil ve merhametli ortam ise tüm tarihçiler tarafından dile getirilen apaçık bir gerçektir.