Şeytan insanı Allah’ın yolundan saptırmak, onu dinden uzaklaştırmak, boş işlerle uğraştırarak Allah’ı ve ahireti düşünmesini engellemek için her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Şeytanın fırsat bildiği durumlardan biri de, insanın karamsarlığa ve umutsuzluğa düştüğü anlardır. İnsan hayatı boyunca birbirinden farklı olumlu ya da olumsuz gibi görünen birçok olayla karşılaşır ve bu olaylarla nerede, ne zaman ve hangi koşullar altında yüz yüze geleceğini bilemez. Hiç beklemediği bir anda ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, doğal bir afetle tüm malını, sevdiklerini kaybedebilir, işinden çıkarılabilir, uzun bir süre geçim sıkıntısı çekebilir ve daha bunlara benzer küçük büyük birçok olumsuz gibi görünen durumla karşılaşabilir. Dünya hayatının bir imtihan olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah’ın herşeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar bu tür durumlarda karamsarlığa kapılır ve tüm umutlarını kaybederler. Bu Allah’a tevekkül etmemelerinden kaynaklanır.

Oysa insanın hayatı süresince karşılaştığı hiçbir şey tesadüfi, başıboş ve anlamsız değildir. Allah’ın “… O’nun ilmi olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz…” (Fussilet Suresi, 47) ayetiyle bildirdiği gibi, meydana gelen herşey Allah’ın bilgisi, isteği ve kontrolü dahilinde gerçekleşmektedir. Bu yüzden insanın başına gelen hiçbir şey tesadüfi ve anlamsız değildir. Tam tersine birçok hikmet ve anlam içermektedir. Eğer insan bu gerçeği görmek yerine, başına gelen herşeyi ‘şans’ ya da ‘kör bir tesadüfler yığını’ gibi batıl mantıklarla değerlendirecek olursa, bu onda bir huzursuzluk, sıkıntı ve çaresizlik oluşturacaktır. Tabii ki bu şeytanın işini kolaylaştırıcı bir durumdur. Çünkü bu sırdan habersiz bir şekilde yaşayan böyle bir insanı, verdiği vesveselerle Allah’tan ve dinden uzaklaştıracak hatta düşman konumuna sokacaktır. Ve tabii ki kişinin böyle bir anda karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılarak daha da kötü bir duruma düşmesi ve kendine zarar vermesi de şeytanın aynı anda bir diğer hedefine ulaştığını da göstermektedir. Allah Kuran’da insanların zorluk ve sıkıntılarla karşılaşmalarının nedenini, ve buna karşılık insanların gösterdikleri yanlış tavrı şöyle açıklamıştır:

Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çevirdik. Umulur ki yalvarırlar diye. Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 42-43)

Allah zorluk ve sıkıntıyı insanlara Allah’tan başka sığınılacak bir güç olmadığını görmeleri ve doğru yolu bulmaları için vermektedir. Ancak şeytan insanların bu hikmeti görmelerini engeller ve onların kalplerini duyarlılıktan yoksun bırakarak katılaştırır. Aslında insanların başına gelen bu durum Allah’ın bir rahmetidir. Böyle bir durumda Allah’ın razı olacağı hareket, hemen O’nu hatırlamak, Allah’a yönelip O’ndan yardım talep etmek ve isabet eden musibete karşı sabretmek olmalıdır. Allah, samimiyetle Kendisine sığınan kullarını yardımıyla destekleyeceğini bildirmiştir. Hz. Muhammed (sav)’in arkadaşıyla birlikte, peşine düşen inkarcılardan saklanmak amacıyla mağaraya sığındığı anda göstermiş olduğu üstün tavır bu konuda tüm insanlar için güzel bir örnek oluşturmaktadır. Allah Kuran’da Peygamberimiz (sav)’in bu tavrını şöyle bildirmiştir:

Siz O’na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O’na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Hz. Muhammed (sav), başına gelen bu olayın Allah’ın bir denemesi olduğunu anlamış ve Allah’a olan teslimiyetini ve tevekkülünü en güzel şekilde göstermiştir. En zor anda bile kurtulma umudunu asla yitirmemiş, hatta beraberindeki arkadaşına da Allah’ın rahmetini ve yardımını hatırlatmıştır. Allah bu samimi davranışına karşılık Peygamberimiz (sav)’in kalbine ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmiş ve O’nu kurtarmıştır.

Konuyla ilgili bir başka çarpıcı örnek de, Firavun ordusu tarafından takip edilen Hz. Musa’nın göstermiş olduğu teslimiyetli tavırdır:

İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten yakalandık” dediler. (Musa): “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.” Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 61-67)

Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Hz. Musa’nın yanındaki bazı kimseler bu durumda hemen ümitsizliğe kapılarak ‘yakalandık’ demişlerdir. Ancak Hz. Musa, Allah’a örnek bir tevekkül ve bağlılık göstermiş ve yanındakilere de Allah’ın mutlaka onlara yardım edeceğini hatırlatmıştır. Onun bu teslimiyetli ve samimi davranışının hemen ardından, Allah büyük bir mucize ile onları Firavun’dan kurtarmıştır.

Allah’a gönülden iman etmeyen insanlar umutsuzluğa kapılmaya yatkındırlar. Kuran ahlakını yaşamadıkları için ayrıca unutkan ve nankör bir karakter de gösterirler. Allah bu insanların nankörlüklerini “Andolsun, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp, sonra bunu kendisinden çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür” (Hud Suresi, 9) ayetiyle dikkat haber vermiştir.

“… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf Suresi, 87) ayetiyle ise Allah, insanları Kendisinden kesinlikle umut kesmemeleri konusunda uyarmıştır. Allah, dünyada var olan herşeyi insanlar için yaratmış ve tüm bunları onlara bir nimet olarak sunmuştur. İnsan herşeyini Allah’a borçludur. Allah, rızkı verenin ve alanın Kendisi olduğunu, “Görmüyorlar mı ki, Allah dilediğine rızkı yayıp-genişletir ve kısarda. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rum Suresi, 37)ayetiyle insanlara bildirmiştir.

İnsanın yapması gereken, “Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine dua ettiği zaman icabet eden…” (Neml Suresi, 62) ayetini bilerek, her ne durumda olursa olsun Allah’a güvenmesi ve     Allah’a samimiyetle dua etmesidir. Allah bu ahlakı gösteren kullarını sıkıntıdan kurtaracağını vaat etmiştir. “… Oysa siz, onların umud etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz…” (Nisa Suresi, 104) ayetiyle de Allah, insanlara Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini öğütlemiştir. Umut duymanın sürekliliği, onun kaynağına bağlıdır. Cahiliye insanlarının kendilerine daimi olarak umut verecek, sağlam bir dayanakları yoktur. Bu nedenle her an ümitsizliğe kapılabilirler. İman edenlerse sonsuz güç sahibi olan Rabbimize olan güvenlerinden dolayı, en zor anlarda bile kalplerinde güçlü bir umut beslerler. Hep umutlu olabilen bir kimse ise, umutsuzluk ve karamsarlığın neden olduğu stres, sıkıntı ve bunların neden olabileceği sağlık sorunlarıdan ve fiziksel tahribatlardan da korunmuş olur. Bezgin ve sönük bir ruh halinden uzaklaşıp canlı ve diri bir görüntüye sahip olur. Bu canlı ve diri ruh hali onun hareketlerine de yansır; onu neşeli, rahat, normal ve dengeli bir yapıya kavuşturur.

Umudunun kaynağı sonsuz güç sahibi Allah olan bir kimse, umudunu ve buna bağlı olarak duyacağı huzuru ve neşeyi -Allah’ın izniyle- hiçbir zaman kaybetmeyecektir.