Şeytan insanlara vesvese verir
Şeytan insanoğlunun yaratıldığı günden beri hiç değişmeyen, en tehlikeli düşmanıdır. Şeytanın amacı insanları Allah’ın rızasından, sevgisinden, Kuran’dan uzaklaştırmak, insanları kışkırtarak birbirlerine düşürmek, kısacası kendisine olabildiğince benzeterek, onları şaşırtıp saptırmaktır. Allah bir ayetinde, “Ey Ademoğulları, Ben size and vermedim mi ki; ‘Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (Yasin Suresi, 60)şeklinde bildirerek, şeytanın açık bir düşman olduğu konusunda insanları uyarmıştır.
Kimi insanlar, böylesine tehlikeli ve aynı zamanda da sinsi bir düşmanla karşı karşıya olmalarına rağmen, bu gerçekten yana büyük bir gaflet içinde yaşamaktadırlar. Çünkü şeytanın varlığından, onun ne kadar sinsi bir düşman olduğundan habersizdirler. İnsanların bazıları ise şeytanı mistik, varlığıyla yokluğu bir olan, bir tür simge ya da sembol olarak görürler. İşte insanların şeytan hakkındaki bu yanlış düşünceleri, onun insanları ne gibi ciddi zararlara ve belalara uğratabileceğini fark etmemelerine neden olur ve insanı şeytan karşısında tamamen savunmasız bir hale getirir. Bu durum, şeytanın gaflet içerisindeki insanları Allah’tan ve dinden rahatlıkla uzaklaştırabilmesine olanak tanır. Şeytanın karşısında onu tanımayan milyarlarca insan vardır. Bu da bu insanların içinde bulundukları tehlikenin ne denli ciddi olduğunu göstermektedir.
Şeytanı tehlikeli yapan, insanları Allah’ın yolundan saptırmak isteğindeki kararlılığı ve bunun için yemin etmiş olmasıdır. Bu uğurda elinden gelen her türlü çabayı gösterecek, her yolu deneyecektir. Allah Kuran’da şeytanın bu konudaki kararlılığını bize şöyle bildirmektedir:
Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (Araf Suresi, 16-17)
Şeytanın diğer tehlikeli bir yönü ise tüm bunları yaparken çok sinsi hareket etmesidir. Şeytan her insanın eksikliklerine, zayıf yönlerine göre çeşitli yöntemler kullanarak her insana faklı açılardan yaklaşır. Her insan için farklı bir yöntemi, bir taktiği vardır. Tüm faaliyetlerini insanlara sinsice fısıldadığı vesveselerle gerçekleştirir. Onları şüpheye düşürür, olmadık boş kuruntulara kaptırır ve boş işlerle uğraştırarak zaman kaybettirir. Allah şeytanın insanları aldatıp kandırabilmek için çaba harcayacağını Kuran’da şöyle bildirmiştir:
“Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Şeytan) Onlara vaatler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey vaat etmez. (Nisa Suresi, 119-120)
Şeytan insanlara daima zarar-ziyan, kötülük ve kayıp vermeye çalışmaktadır. İnsanların hiç bitmeyen mutsuzluklarının, sıkıntılarının ve bunlardan kaynaklanan fiziki tahribatlarının kaynağı işte şeytanın verdiği bu vesveseler ve boş kuruntulardır. Çünkü şeytan insanların mutsuz olmalarını ister. Allah Kuran’da şeytana uyan insanların daima karanlıklara ve çıkmaza doğru gideceği bildirmiştir:
Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut’tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)
Ancak üzerinde durulması gereken önemli bir konu daha vardır. Birçok insan içinde yaşadığı bu psikolojiyi benimsemiş, bunu yaşamın bir parçası olarak kabul etmiştir. Bu şekilde yaşamadığı takdirde hayatın bir tadı ve zevki olmayacağını zanneder. Sürekli bu ruh hali içerisinde olmanın kendisine vereceği sıkıntıyı ve zararı düşünmeden yaşamaya devam eder. Bu ise şeytanın aldatmacasından başka bir şey değildir. Şeytan, insanları içine düşürdüğü bu durumu onlara çekici ve süslü göstererek bu insanların akletmelerini ve gerçeği görmelerini engellemektedir. Allah insanların içerisine düştükleri bu durumu Kuran’da şöyle bildirmektedir:
… Kendi yaptıklarını şeytan süsleyip-çekici kıldı, böylece onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen kimselerdi. (Ankebut Suresi, 38)
Görüldüğü gibi şeytan, iman etmeyen insanların mutsuz olmalarında ve sıkıntılı bir yaşam sürmelerinde büyük bir rol üstlenmektedir. Şeytan verdiği vesveselerle, insanları aldatmakta ve onları büyük sıkıntılara sürüklemektedir. Kendisine uyan insanları, verdiği mutsuzlukla Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sürekli uzaklaştırmakta ve onları Allah’a isyan eden kimseler haline getirmektedir.
Şeytan umutsuzluk ve çaresizlik telkini verir
Önceki bölümde de belirtildiği gibi, şeytan insanı Allah’ın yolundan saptırmak, onu dinden uzaklaştırmak, boş işlerle uğraştırarak Allah’ı ve ahireti düşünmesini engellemek için her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışır. Şeytanın fırsat bildiği durumlardan biri de, insanın karamsarlığa ve umutsuzluğa düştüğü anlardır. İnsan hayatı boyunca birbirinden farklı olumlu ya da olumsuz gibi görünen birçok olayla karşılaşır ve bu olaylarla nerede, ne zaman ve hangi koşullar altında yüz yüze geleceğini bilemez. Hiç beklemediği bir anda ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, doğal bir afetle tüm malını, sevdiklerini kaybedebilir, işinden çıkarılabilir, uzun bir süre geçim sıkıntısı çekebilir ve daha bunlara benzer küçük büyük birçok olumsuz gibi görünen durumla karşılaşabilir. Dünya hayatının bir imtihan olarak yaratıldığını düşünmeyen, Allah’ın herşeyi bir hikmet üzerine yarattığına iman etmeyen insanlar bu tür durumlarda karamsarlığa kapılır ve tüm umutlarını kaybederler. Bu Allah’a tevekkül etmemelerinden kaynaklanır.
Oysa insanın hayatı süresince karşılaştığı hiçbir şey tesadüfi, başıboş ve anlamsız değildir. Allah’ın “… O’nun ilmi olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz…” (Fussilet Suresi, 47) ayetiyle bildirdiği gibi, meydana gelen herşey Allah’ın bilgisi, isteği ve kontrolü dahilinde gerçekleşmektedir. Bu yüzden insanın başına gelen hiçbir şey tesadüfi ve anlamsız değildir. Tam tersine birçok hikmet ve anlam içermektedir. Eğer insan bu gerçeği görmek yerine, başına gelen herşeyi ‘şans’ ya da ‘kör bir tesadüfler yığını’ gibi batıl mantıklarla değerlendirecek olursa, bu onda bir huzursuzluk, sıkıntı ve çaresizlik oluşturacaktır. Tabii ki bu şeytanın işini kolaylaştırıcı bir durumdur. Çünkü bu sırdan habersiz bir şekilde yaşayan böyle bir insanı, verdiği vesveselerle Allah’tan ve dinden uzaklaştıracak hatta düşman konumuna sokacaktır. Ve tabii ki kişinin böyle bir anda karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılarak daha da kötü bir duruma düşmesi ve kendine zarar vermesi de şeytanın aynı anda bir diğer hedefine ulaştığını da göstermektedir. Allah Kuran’da insanların zorluk ve sıkıntılarla karşılaşmalarının nedenini, ve buna karşılık insanların gösterdikleri yanlış tavrı şöyle açıklamıştır:
Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çevirdik. Umulur ki yalvarırlar diye. Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 42-43)
Allah zorluk ve sıkıntıyı insanlara Allah’tan başka sığınılacak bir güç olmadığını görmeleri ve doğru yolu bulmaları için vermektedir. Ancak şeytan insanların bu hikmeti görmelerini engeller ve onların kalplerini duyarlılıktan yoksun bırakarak katılaştırır. Aslında insanların başına gelen bu durum Allah’ın bir rahmetidir. Böyle bir durumda Allah’ın razı olacağı hareket, hemen O’nu hatırlamak, Allah’a yönelip O’ndan yardım talep etmek ve isabet eden musibete karşı sabretmek olmalıdır. Allah, samimiyetle Kendisine sığınan kullarını yardımıyla destekleyeceğini bildirmiştir. Hz. Muhammed (sav)’in arkadaşıyla birlikte, peşine düşen inkarcılardan saklanmak amacıyla mağaraya sığındığı anda göstermiş olduğu üstün tavır bu konuda tüm insanlar için güzel bir örnek oluşturmaktadır. Allah Kuran’da Peygamberimiz (sav)’in bu tavrını şöyle bildirmiştir:
Siz O’na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O’na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)
Hz. Muhammed (sav), başına gelen bu olayın Allah’ın bir denemesi olduğunu anlamış ve Allah’a olan teslimiyetini ve tevekkülünü en güzel şekilde göstermiştir. En zor anda bile kurtulma umudunu asla yitirmemiş, hatta beraberindeki arkadaşına da Allah’ın rahmetini ve yardımını hatırlatmıştır. Allah bu samimi davranışına karşılık Peygamberimiz (sav)’in kalbine ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmiş ve O’nu kurtarmıştır.
Konuyla ilgili bir başka çarpıcı örnek de, Firavun ordusu tarafından takip edilen Hz. Musa’nın göstermiş olduğu teslimiyetli tavırdır:
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa’nın adamları: “Gerçekten yakalandık” dediler. (Musa): “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.” Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 61-67)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Hz. Musa’nın yanındaki bazı kimseler bu durumda hemen ümitsizliğe kapılarak ‘yakalandık’ demişlerdir. Ancak Hz. Musa, Allah’a örnek bir tevekkül ve bağlılık göstermiş ve yanındakilere de Allah’ın mutlaka onlara yardım edeceğini hatırlatmıştır. Onun bu teslimiyetli ve samimi davranışının hemen ardından, Allah büyük bir mucize ile onları Firavun’dan kurtarmıştır.
Allah’a gönülden iman etmeyen insanlar umutsuzluğa kapılmaya yatkındırlar. Kuran ahlakını yaşamadıkları için ayrıca unutkan ve nankör bir karakter de gösterirler. Allah bu insanların nankörlüklerini “Andolsun, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp, sonra bunu kendisinden çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür” (Hud Suresi, 9) ayetiyle dikkat haber vermiştir.
“… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf Suresi, 87) ayetiyle ise Allah, insanları Kendisinden kesinlikle umut kesmemeleri konusunda uyarmıştır. Allah, dünyada var olan herşeyi insanlar için yaratmış ve tüm bunları onlara bir nimet olarak sunmuştur. İnsan herşeyini Allah’a borçludur. Allah, rızkı verenin ve alanın Kendisi olduğunu, “Görmüyorlar mı ki, Allah dilediğine rızkı yayıp-genişletir ve kısarda. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rum Suresi, 37)ayetiyle insanlara bildirmiştir.
İnsanın yapması gereken, “Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine dua ettiği zaman icabet eden…” (Neml Suresi, 62) ayetini bilerek, her ne durumda olursa olsun Allah’a güvenmesi ve Allah’a samimiyetle dua etmesidir. Allah bu ahlakı gösteren kullarını sıkıntıdan kurtaracağını vaat etmiştir. “… Oysa siz, onların umud etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz…” (Nisa Suresi, 104) ayetiyle de Allah, insanlara Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelerini öğütlemiştir. Umut duymanın sürekliliği, onun kaynağına bağlıdır. Cahiliye insanlarının kendilerine daimi olarak umut verecek, sağlam bir dayanakları yoktur. Bu nedenle her an ümitsizliğe kapılabilirler. İman edenlerse sonsuz güç sahibi olan Rabbimize olan güvenlerinden dolayı, en zor anlarda bile kalplerinde güçlü bir umut beslerler. Hep umutlu olabilen bir kimse ise, umutsuzluk ve karamsarlığın neden olduğu stres, sıkıntı ve bunların neden olabileceği sağlık sorunlarıdan ve fiziksel tahribatlardan da korunmuş olur. Bezgin ve sönük bir ruh halinden uzaklaşıp canlı ve diri bir görüntüye sahip olur. Bu canlı ve diri ruh hali onun hareketlerine de yansır; onu neşeli, rahat, normal ve dengeli bir yapıya kavuşturur.
Umudunun kaynağı sonsuz güç sahibi Allah olan bir kimse, umudunu ve buna bağlı olarak duyacağı huzuru ve neşeyi -Allah’ın izniyle- hiçbir zaman kaybetmeyecektir.
Şeytan duygusallık telkini verir
İnsanı mutsuzlaştıran bir diğer etken de, insana hiç tahmin etmediği bir yerden gelir. Bu, insanın kendi duygularıdır. Zararsız gibi görünen bu hisler nasıl zararlı hale gelebilmektedir?
Dinden uzak yaşayan toplumlarda tüm kavramlar birbirine girmiş olduğundan, insanların neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilebilmeleri oldukça güçtür. Herkes kendine göre neyi mantıklı ve doğru gibi görürse onu yapmakta, bunda da oldukça kararlı ve istekli davranmaktadır. Yanlış olan birçok anlayış teşvik görmekte, beğenilmekte, doğrular ise tam tersine yanlış olarak görülüp, eleştirilmekte ve şiddetle karşı çıkılmaktadır.
İşte duygusallık konusu da bu karıştırılan konuların başında gelmektedir. Duygusallık genel olarak insanın herşeyi duygularıyla değerlendirmesi ve hayatını buna göre şekillendirmesi olarak tanımlanabilir. Bu şekilde yaşayan bir kimsenin gerçekçi, akılcı, rahat ve huzurlu bir hayat sürmesi için duygularının onu hep iyiye ve doğru olana yöneltmesi gerekir. Ancak bu pek mümkün olmaz, çünkü duygusal bir insan genellikle olayları doğru olarak değerlendirmekte güçlük çeker. Çünkü aklı ve mantığıyla değil, duygularıyla hareket etmektedir. Karar verme aşamasında duygularıyla hareket ettiği için, olayların ve insanların gerçek yüzlerini görmesi zorlaşır. Ya da tam aksi şekilde, öfkelenmemesi gereken bir durumda, kendine hakim olamayarak hem kendine hem de çevresine kolaylıkla zarar verebilir. Küçük bir tartışmayı aniden büyük bir kavgaya dönüştürebileceği gibi, arkadaşlarıyla eğlenip çok neşeli ve mutlu bir tablo çizerken, dinlediği bir şarkı ile aniden ağlayabilir. Ani ve beklenilmeyen davranışlar göstererek, dengesiz bir ruh haline sahip olduğunun sinyallerini verir. Bazı insanlarda ise duygusallık, içine kapanıklık, alınganlık gibi farklı şekillerde kendini gösterir.
Görüldüğü gibi bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak dikkat edilirse hepsinin ortak bir noktası vardır: İnsana akletme yeteneğini kaybettirmesi ve aklını örtmesi. Bu ise insanı saptırmaya kararlı olan şeytanın tam da istediği ve beklediği durumdur. Şeytan bu gizli silahı güzel bir biçimde kullanarak insana hiç fark ettirmeden, onun doğruları akletmesini, görmesini engeller. İnsanı Allah’ın ayetlerinden ve güzel ahlaktan uzaklaştırır. Kişinin aklının önüne adeta görünmez bir perde gerer.
İnsanın bu durumdan kurtulması için şeytanı iyi tanıması gerekir. İnsanın herhangi bir konuyu doğru bir bakış açısıyla değerlendirebilmesi için doğru ve sağlam bilgilere sahip olması gerekmektedir. Ancak bu şekilde kendisi için neyin doğru neyin yanlış, neyin zararlı neyin faydalı olduğunu anlayabilir. İşte kişi, hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı bu aklı ve bilgileri Allah’ın insanları doğru yola yöneltmek için indirdiği Kuran’da bulabilecek ve böylece gerçek bir akla sahip olabilecektir. Allah’ın Kuran’da müminlerin bir özelliği olduğunu bildirdiği ‘temiz akıl’, insanı şeytanın bu sinsi oyununa karşı koruyacak güçlü bir silahtır. Aksinde, insan istek ve duygularına göre hareket ettiği takdirde mutsuz olacaktır.
Allah, “… De ki: Ben sizin heva (istek ve tutku) larınıza uymam; yoksa bu durumda ben şaşırıp sapmış ve doğru yolu bulamamışlardan olurum.” (Enam Suresi, 56) ayetiyle, nefsani duygulara göre yaşamanın, insanı Allah’ın yolundan saptıracağını bildirmiştir. Bunun kaçınılmaz sonucu da insanın yaşayacağı hayal kırıklıkları, uzun süreli depresyonlar, sıkıntı ve strestir. Bu ise insana dünyada mutsuzluktan başka bir şey getirmeyecektir.
Şeytanın hileli düzeni zayıftır
Önceki bölümlerde şeytanın, dinden uzak kalmış, dolayısıyla hayatı boyunca Allah’a iman etmenin verdiği şuurdan uzak yaşayan insanlar üzerindeki telkinlerini ve bu yolla insanları nasıl bir sıkıntı içine sürüklediğini inceledik. Ancak insanın, şeytanın bu saptırıcı tuzakları ve vesveseleri karşısında unutmaması gereken önemli bir nokta vardır. Bu da şeytanın insan üzerinde ne derecede yaptırıcı bir güce sahip olabileceğidir. Öncelikle şeytan Allah’tan bağımsız bir güç değildir. Şeytanı da Allah yaratmıştır ve ancak Allah dilediği için insanlara düşman olmuştur. Allah dilemedikçe de insanlar üzerinde müstakil bir gücü kesinlikle olamaz. Allah şeytanı da insanlar için bir imtihan vesilesi olarak yaratmıştır. Ona uyanlar doğru yoldan uzaklaşacak, vicdanlarının sesine uyarak Allah’ın rızasına uygun hareket edenler ise kurtuluşa ereceklerdir.
Bunun yanında şeytanın bu etkisi, insanın Allah’a olan yakınlığı, bağlılığı kısacası imani olgunluğuyla yakından ilişkilidir; şeytan Allah’ın samimi kullarına etki edememektedir. Onun etkisi ancak Allah’a şirk koşan ve inkar eden kimseler üzerindedir. Bunu daha iyi görebilmek için, Allah’ın şeytanı hangi amaçla yarattığını bilmek gerekmektedir. Allah, şeytanı “… Ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik)…” (Sebe Suresi, 21) ayetiyle bildirdiği gibi, müminlerle, inkarcıları birbirinden ayırt etmek amacıyla yaratmıştır. Bu noktada şeytanın kimler üzerinde etkisinin daha kuvvetli olacağı, kimleri kolaylıkla Allah’ın yolundan saptırabileceği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Allah, “Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse sizde onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır”.(Fatır Suresi, 6) ayetiyle, şeytanın insanların açık bir düşmanı olduğunu ve insanların da şeytanı düşman edinmesi gerektiğini bildirmiştir. İnsanın düşmanına karşı başarılı olabilmesi, ona yenilmemesi, düşmanını ne kadar iyi tanıdığına, onun nasıl yöntemler ve taktikler izlediğini iyi tespit etmesine bağlıdır. Kısacası, insan düşmanı hakkında çok iyi bir bilgiye sahip olmalıdır. İşte müminler, Allah’ın kendilerine indirdiği Kuran sayesinde şeytanı çok iyi tanımakta ve onunla nasıl mücadele edeceklerini çok iyi bilmektedirler. Bu ise, şeytanın müminler üzerindeki gücünün ne kadar zayıf ve etkisiz olacağının bir göstergesidir. Şeytan, tüm insanları olduğu gibi, samimi müminleri de saptırmaya çalışacak ancak bunda hiçbir zaman başarılı olamayacaktır. Müminler yaşamlarını Allah’ın Kuran’da bildirdiği gerçekler üzerine kurdukları için, şeytanın tuzaklarını, kendilerine hangi yollarla yaklaşacağını da çok iyi görebilirler. Şeytana asla fırsat tanımaz, her zaman her konuda vicdanlarına göre hareket ederler. Müminlerin bu konudaki kararlı ve samimi tavırlarını Allah Kuran’da şöyle bildirir::
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)
Allah’ın “… Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır” (Nisa Suresi, 76) ayetiyle de bildirdiği gibi, şeytanın hileli düzeni müminler için pek zayıftır. Ancak aynı şeyi Kuran’dan yüz çeviren, Allah’ı unutarak yaşayan insanlar için söylemek mümkün değildir. Kuran’a uymadıkları ve Allah’a olan bağlılıkları çok zayıf olduğundan, Allah’ın Şuara Suresi’nin 223. ayetinde belirttiği gibi, kolaylıkla “şeytanlara kulak verirler”. Vicdanlarını tamamen devre dışı bıraktıklarından şeytanın her dediğini aynen uygularlar. Bu insanlar Allah’ın zikrini unutmuş ve tamamen şeytanın kontrolü altına girmişlerdir. Diğer bir deyişle, şeytanı ilah edinmişlerdir (Allah’ı tenzih ederiz). Bu yüzden, şeytanın bu kimseleri kendi yoluna çekmesi ve onlara Allah’tan ve Kuran’dan uzak bir hayat yaşattırması çok kolaydır. Allah, şeytanın, kendisini dost ve veli edinen insanlar üzerindeki saptırıcı etkisini ve iman edenler üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü olmadığını şöyle bildirmektedir:
Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)