Elçileri inkar eden, onlara karşı en büyük mücadeleyi ve düşmanlığı yapan kesimin, kavimlerin önde gelenleri olduklarını Kuran’da görmekteyiz. Bu inkarcı önde gelenlerin en karakteristik özellikleri ise büyüklenmeleridir. Bu konuya örnek bazı ayetler şöyledir:

Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: “Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız.” dediler.Büyüklük taslayanlar dedi: “Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız.” (Araf Suresi, 75-76)

Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar dediler ki: “Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.” (Şuayb:) “Biz istemesek de mi?” dedi. (Araf Suresi, 88)

Önde gelenlerden bazıları büyüklenmede öyle ileri gitmişlerdir ki kendilerine de peygamber gibi vahiy gelmedikçe iman etmeyeceklerini ilan etmişlerdir:

Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. Onlara ne zaman bir ayet gelse, derler ki: “Allah’ın elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilene kadar biz kesin olarak inanmayacağız.” Allah, elçiliğini nereye vereceğini daha iyi bilir. Bu, suçlu-günahkarlara, kurdukları hileli-düzenleri nedeniyle şiddetli bir azab ve Allah Katında bir küçüklük isabet edecektir. (Enam Suresi, 123-124)

Böyle bir tavır içine girmelerinin en büyük sebeplerinden birisi, elçileri Allah’ın seçip göndermiş olmasını hazmedememeleri, elçilere tabi olup onlara itaat etmeyi kendi makam, şöhret, zenginlik ve itibarlarına yakıştıramamalarıdır. Bu yüzden her devirde kavimlerin inkarcı önde gelenleri kendilerine gönderilen elçileri, kurulu düzenlerine, halkın gözündeki makam ve itibarlarına yönelik bir tehdit olarak görmüşlerdir. Bu durum onların peygamberler ve tebliğ ettikleri gerçekler karşısında kibir ve nefretlerini ortaya dökmelerine yol açmıştır.

“Kavmin önde gelenleri” kavramı her dönemde, her toplumda var olan “elit” kesimi tanımlar. Bilindiği gibi elit kesimin özelliği, malca-mülkçe çok zengin, hatırı sayılır kişiler olmaları, “çevrelerinin” kuvvetli olması, kısaca zahiri bir güce sahip olmalarıdır. Bu sayılan özellikler kitabın başında da anlatıldığı gibi iman etmeyen, akledemeyen kimselerde enaniyete, kibire sebep olmaktadır. Bu kişiler zahiri özelliklerine (mal, servet, güç, iktidar vs.) güvenerek toplumda söz sahibi olmak isterler. Öylesine kibirlenirler ki bu onları Allah’a ve elçisine başkaldırmaya kadar götürür. Üstünlüğün takvaya göre olduğunu kabul etmeye yanaşmazlar, çünkü bu durumda kendilerinin hiçbir değerleri olmadığı ortaya çıkacaktır. Göğüslerinde çok şiddetli bir büyüklenme arzusu vardır, inkarlarının altında yatan asıl sebep de budur. Akılları o derece kapalıdır ki öldüklerinde toprağın altına hiçbir şeylerini götüremeyeceklerini, zenginin de, fakirin de, güçlünün de, zayıfın da sonuçta birkaç metrelik beze sarılacağını, kısa bir süre içinde geriye sadece iskeletlerinin kalacağını düşünmezler. Sahip oldukları özelliklerin ahirette bir faydasını göremeyeceklerini akıllarına bile getirmezler.

Bu önde gelenlerin kibir ve enaniyetlerinden, dolayısıyla inkarlarından kaynaklanan belli başlı sapkın özellikleri Kuran’da müminlere tarif edilmiştir. Bunun amacı da müminlerin, her devirde karşılarına çıkarak kendilerine düşmanlık yapacak olan bu kimseleri tanımaları, onlardan sakınmaları ve onlardan gelecek zararlara karşı önlem almalarıdır. Bir de elbette onların bu hallerinden ibret almaları ve aynı duruma düşmemek için kendilerine dikkat etmeleridir. Çünkü hiç kimse Kuran’ın hiçbir ayetinden müstağni değildir; müminler de inkarcılar hakkındaki ayetleri kendi üzerlerinde düşünüp, inkarcılara ait yanlışlardan tam olarak arınmaya gayret göstermekle yükümlüdürler.

Bu nedenle söz konusu “elit” kesimin Kuran’da bildirilen temel özelliklerini aşağıda bazı başlıklar altında ele alacağız.

Halkı Saptırmak İçin Çaba Harcamaları

İçinde yaşadıkları halkın iman etmesi çok ağırlarına gider; bu nedenle onların iman etmelerini istemez, ellerinden geldiğince engellemeye çalışırlar. Çünkü halk iman ettiği takdirde, üzerinde hakimiyet kuracakları bir zemin kalmayacaktır. Herşeyden önce dünyevi üstünlük ölçülerinin, değer yargılarının tümü yok olacaktır. Üstelik tüm toplum, gözlerde büyütülen söz konusu kişilerin aslında ne derece aciz ve basit insanlar olduğunu da anlayacaktır. Böylece artık onları överek şımartacak, onlara tabi olacak kişiler kalmamış olacaktır.

Kendilerine tabi olan, bir nevi kendi malları gibi gördükleri ve genelde de aşağıladıkları kişileri kaybetmek önde gelenlerin hiç işine gelmez. Halkın kendilerini her ne pahasına olursa olsun izlemesini isterler. Bu yüzden de onları doğru yoldan çevirmek için her yolu denerler, hatta kimi zaman bunu o kişileri tehdit etmeye kadar vardırırlar. Allah Kuran’da bunun örneklerini şöyle bildirmektedir:

Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler, dediler ki: ‘Andolsun Şuayb’a uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz. (Araf Suresi, 90)Firavun: “Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz. öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan sürüp -çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.” (Araf Suresi, 123)

Vicdanları Kabul Ettiği Halde İnkar Etmeleri

Kavmin ileri gelenlerinin inkarlarının altında yatan sebep, aynı Firavun’da olduğu gibi anlamamaları değil inatla büyüklenmeleridir. Allah’ın ve ahiretin varlığını kavrayabilecek olsalar dahi kibir ruhlarına işlediği için karşı koyarlar. Kuran’da bu insanlar için, “… vicdanları kabul ettiği halde gurur ve büyüklenmeleri dolayısıyla inkar ettiler” (Neml Suresi, 14) ifadesi geçmektedir. Bu kibirin sebebi de daha önce belirtildiği gibi zenginlik ve güçtür:

Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın ‘refah içinde şımaran önde gelenleri’: “Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz.” demişlerdir. Ve: “Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve bir azaba uğratılacak da değiliz.” demişlerdir. (Sebe Suresi, 34-35)

Oysa malların, evlatların ve sahip olunan diğer şeylerin, Allah’ın rızasına uygun yaşanmadığı sürece bir değeri ve faydası yoktur. Ancak Allah’ın dinine faydalı olmak koşuluyla salih amellerde bulunulursa, dünyanın bu geçici süslerinden ahirette bir karşılık umulabilir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Bizim Katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar, onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)

Atalarının Dinine Uymaları

Refah içinde şımaran bu kişilerin en çok kullandıkları misallerden (Allah’a karşı hak olmaksızın getirdikleri izah) biri de, elçinin onları babalarının dininden koparmak istediğini söylemeleridir:

Onlara, apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda: “Bu sizi babalarınızın taptıkların (ilahlar)dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir.” dediler… (Sebe Suresi, 43)

Enaniyetli önde gelenlerin ağızlarından düşmeyen bir ifade de “atalarının dini”dir. Elbette bu da enaniyetlerinin sonucu olarak ortaya çıkan bir kavramdır. Kendi babalarının, atalarının üzerinde bulundukları yolun doğruluğundan son derece emindirler. Soyunu, geleneklerini, kültür mirasını üstün görme ve kendilerinden daha üst bir aklın varlığını kabul edememe, en büyük hastalıklarıdır:

İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun ‘refah içinde şımarıp azan önde gelenleri’ (şöyle) demişlerdir: ‘Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz.” (O peygamberlerden her biri de şöyle) Demiştir: “Ben size atalarınızı üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsam da mı? Onlar da demişlerdi ki: “Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye karşı kafir olanlarız.” (Zuhruf Suresi, 23-24)

Allah’ın Gönderdiği Kitaplara Tabi Olmamaları

Kibirli kişilerin Allah’ın gönderdiği kitaplara tabi olmadıkları görülür. Onları bu noktaya getiren etken içlerindeki “yüce ve herkesten üstün olma” arzusudur. Bu arzuyu inkar etme mantıklarında da görmek mümkündür. Kendilerinden çok emindirler ve yanlış yolda olduklarına ihtimal dahi vermezler. Kendi çarpık mantıklarına göre eğer doğru bir yol varsa, o, kendi bulundukları yoldur:

İnkar edenler, iman edenler için dediler ki: “Eğer O (Kuran veya iman) hayırlı bir şey olsaydı, ona bizden önce koşup-yetişemezlerdi.” Oysa onlar, onunla hidayete ermediklerinden: “Bu eski bir yalandır.” diyecekler. (Ahkaf Suresi, 11)

Elçilere İtaat Etmemeleri

Allah’ın kavimlere gönderdiği elçiler çok üstün ahlaklı, akıl, ileri görüşlülük ve basiret yönünden çok gelişmiş, Allah’ın özel olarak seçerek hikmet verdiği kimselerdir. Nitekim bir ayette “Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez” (Bakara Suresi, 269) şeklinde belirtilmiştir.

Bu ilim sahibi kişiler takvaca, bilgice ve akılca çok üstün olmaları dolayısıyla müminler için çok kıymetlidirler. Kavmin refahtan şımaran önde gelenleri ise kibirlenerek toplumun en güvenilir, en kıymetli kişileri olan elçilere karşı gelirler. Bununla da kalmayarak onlara hakaret ve iftirada bulunurlar, hatta tuzak kurup öldürmeye bile kalkarlar. Bu durum, kalplerindeki büyüklenme hastalığından kaynaklanır. İçlerindeki kibir teslim olmalarını engelleyip inkarlarına sebep olur:

Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah’tan başkası bilmez. Elçileri onlara apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: “Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkar ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.” (İbrahim Suresi, 9)

Bu ileri gelen, enaniyetli ve azgın insanların hakka çağrıldıklarında peygamberlere karşı nasıl tavırlar gösterdikleri ve ne denli bozuk mantık örgüleri geliştirdikleri de ayrıca Kuran’da bildirilmiştir:

Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış önde gelenler dediler ki: “Bu sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz.” (Müminun Suresi, 24)Kendi kavminden, inkar edip ahirete kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine, dünya hayatında refah verdiğimiz önde gelenler dedi ki: “Bu sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve içtiklerinizden içmektedir.” (Müminun Suresi, 33)

Bu ayetlerde dikkat çeken nokta ileri gelenlerin, elçilerden mucize göstermelerini beklemeleridir. Elçilerin akıl, ilim, ahlak, fazilet, maneviyat ve bunlar gibi pek çok nimet bakımından seçilmiş bir üstünlüğe sahip olmaları gururlarına ağır gelmiştir; bu gerçeği kabul etmek istemedikleri için de onları sıradan insanlar olmakla suçlamışlar ve birtakım mucizeler göstermelerini istemişlerdir. Hatta peygamberlerin yemek yemeleri, su içmeleri gibi insani vasıflarını şaşkınlıkla karşılamışlar, bu özelliklerini onlara inanmamak için bahane olarak öne sürmüşlerdir. Nitekim inatçı önde gelenler mucize de görseler zaten inanacak değillerdir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Onlar: “Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz” dediler. (Araf Suresi, 132)

Önde gelenleri rahatsız eden şey, sahip oldukları güç, itibar ve iktidara rağmen, kendilerinden olmayan, dahası kendilerini ve sistemlerini kötüleyen bir insanın din ahlakını yayarak toplumda kabul görmesidir. Olayı tümüyle bir kişisel çekişme olarak görmüşler ve peygamberin kendilerine üstün oluşunu hazmedememişlerdir. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)’e karşı da saldırganlık göstermiş, “bu Kur’an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?” (Zuhruf Suresi, 31) diyerek kendileri gibi önde gelenlerden bir kişinin peygamberlik etmesini istemişlerdir. Bu isteklerine karşılık Allah ise şöyle buyurur: “Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?…” (Zuhruf Suresi, 32)

Elçilere Çeşitli Yöntemlerle Zarar Vermek İstemeleri

Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: ‘Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür.” (Araf Suresi, 109)Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: “Musa ve kavmini bu toprakta bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın? (Firavun) Dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.” (Araf Suresi, 127)

Ayetlerde açıkça görüldüğü gibi, Firavun’un yanı sıra kavminin önde gelenleri de çok azgın kişilerdir. Hatta Firavun’u şiddet konusunda sürekli teşvik edenler de bunlardır. Büyücülük, bozgunculuk gibi suçlamalarla Firavun’un Hz. Musa’ya ve beraberindekilere karşı daha azgınlaşacağını tahmin etmiş ve müminlere karşı zalimce bir karar vermesini sağlamaya çalışmışlardır.

Önde gelen inkarcıların batıl düzenlerini temelinden sarsan elçilere karşı saygısız tavırlar sergilemeleri çok yaygındır ve Kuran’da da sık sık tarif edilmiştir. Onlara karşı takındıkları tutumlar son derece çirkin bir saygısızlık gösterisi şeklindedir. Bu konudaki birkaç örnek şöyledir:

Kavminin önde gelenleri: “Gerçekte biz seni açıkça bir şaşırmışlık ve sapmışlık içinde görüyoruz” dediler. (Araf Suresi, 60)Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: “Gerçekte biz seni akli bir yetersizlik içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.” (Araf Suresi, 66)

Allah’ın gönderdiği elçilerin en önemli özellikleri akıllı olmalarıdır. Zira Allah’ı hakkıyla takdir edebilmek, din ahlakını kavrayabilmek ve yaşayabilmek akla bağlıdır. Bu yüzden Allah’ın takdirine karşılık inkar edenlerin bu “akılsızlık” ithamları hem kendi kompleks ve kıskançlıklarını tatmin etmek hem de peşlerinden gelen halkları olumsuz etkilemek amacıyladır. Bu tavırlarıyla da asıl akledemeyenlerin kendileri olduklarını sergilemiş olurlar.

Hileli Düzenlerinin Kendilerini Kuşatması

Görüldüğü gibi her devirde inkarcıların önde gelenlerinin gösterdikleri ortak tavır, çirkin cesaret ve pervasızlık aynıdır. Ancak aldıkları karşılık da aynıdır. Bu, çağlar boyu her devirde böyle olmuştur. Her zaman azgın önde gelenlerin inananlara kurdukları tuzaklar boşa çıkmış, hatta bununla da kalmayarak kurdukları tuzaklar kendilerine dönmüştür. Allah’ın insanlar arasında uyguladığı değişmez kanunuyla ilgili olarak bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen kendi sahibinden başkasını sarıp kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm bulamazsın. (Fatır Suresi, 43)