Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. (Sahih-i Buhari)

Doksan dokuz kadından biri cennette, diğerleri ise cehennemdedir. (Sahih-i Buhari)

Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. (Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003)

Bağnazların oluşturdukları toplumlarda kadının neden ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edilip aşağılandığını söz konusu mevzu hadisler gayet açık göstermektedir. Bunlar gibi mevzu hadislerin uydurulmasının ardından bir kısım İslam toplumları, kadınları aşağılayan, küçük gören, onları evlere kapatan bağnaz ve korkunç toplumlar halini almışlardır. Kadınların ikinci sınıf görülmesi, toplumları müthiş bir medeniyetsizliğe, kavrukluğa, zevksizliğe ve boşluğa sürüklemiştir. Bu bağnaz zihniyetin temsilcileri asla ilerleyememiş, gelişememişlerdir. Şu an Ortadoğu’daki pek çok ülke, bu ürkütücü zihniyetin getirdiği kavrukluğun ve kalitesizliğin tam olarak içindedir. Oysa Kuran’daki din son derece güzel, sade, kaliteli ve barışçıldır.

Söz konusu bağnazlar, cennetin en güzel süsü olan kadınlara dünyada da ahirette de Allah’ın büyük bir değer ve önem verdiğini bir türlü akıl edememişlerdir. En önemlisi de, Kuran’a hiç danışmamışlardır.

Anlaşılabileceği gibi, söz konusu mevzu hadislerde geçen ifadelerin hiçbiri Kuran’da yoktur. Ahlak bozukluğu gösteren, kötülük yapan ve harama giren insanları Allah Kuran’da detaylı olarak tarif etmiştir ve bu tariflerin hiçbirinde bu insanların özellikle kadınlar olduğuna dair bir izah geçmemektedir.

Örneğin Allah Kuran’da insanların büyük kısmının iman etmeyeceğini, iman ettiğini söyleyenlerin büyük kısmının da şirk koştuklarını bildirmiştir:

Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitab’ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak insanların çoğu iman etmezler. (Rad Suresi, 1)

Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi, 106)

Bir başka ayette ise, Allah’ın insanlara öğüt alabilecekleri çok imkan yaratmasına rağmen insanların çoğunun gereken ibreti almadığı ve ahlak bozukluklarını devam ettirdikleri bildirilir:

Andolsun bunu, onların arasında öğüt alıp-düşünsünler diye çeşitli biçimlerde açıkladık. Ama insanların çoğu nankörlük edip ayak direttiler. (Furkan Suresi, 50)

Görüldüğü gibi ne bu ayetlerde ne de Kuran’ın diğer ayetlerinde ahlak ve tavır bozukluğu gösteren insanların –bağnazların iddia ettiği gibi- ağırlıklı olarak kadınlar olduğunu gösteren hiçbir ifade yoktur. Hiçbir ayette ahlaksızlık yapanlar cinsiyetlerine göre ayrılmamıştır. Hiçbir ayette kadınların daha ahlaksız olduğu ve cennete daha az sayıda kadının gireceği şeklinde bir bilgi de yoktur. Mevzu hadislerdeki bu bilgiler, özellikle kadın düşmanlığını yaygınlaştırmak için kurgulanmış büyük birer sahtekarlıktır. Kuran, söz konusu sahte hadisleri kesin ve net açıklamalarla yalanlamaktadır.

Kadınların Dinin Yaşanmasına Engel Oldukları İddiası

Kadınlar olmasaydı Allah’a hakkıyla ibadet edilirdi. (Suyuti, Buhari, İbn-i Adıyy, Ebu Hatim, İbn-i Cevzi, Muhammed Nasuriddin, İbn-i Hıbban hadisi mevzu kabul ederler.) (Silsiletul Ehadisuzzaif: 74, Tenzihuşşeria: 1/62, El-leali : 2/59)

Kadınlar olmasaydı, erkekler cennete girerdi. (İbn-i Arrak, Es- sakafi hadisi kabul etmezler. (Camiussağir: 2/113))

İlk olarak şu önemli hususu tekrar hatırlatalım: Bu mevzu hadislerde anlatılan korkunç zihniyet, hiçbir şekilde Kuran’da yer almamaktadır.

Yukarıdaki mevzu hadislerdeki açıklamalara gelince: İmanı zayıf veya dinsiz insanları din ahlakını yaşamaktan uzak tutan şey kadınlar veya dünyanın başka bir nimeti değil, kendi vicdan, akıl ve irade zayıflıklarıdır. Allah bu dünyayı bir imtihan olarak yaratmıştır. İnsan, yaşamı boyunca zorluklarla, sıkıntılarla, hastalıklar ve acizliklerle imtihan olduğu gibi, nimetlerle ve güzelliklerle de imtihan olur.

Kadın da bu dünyanın nimetlerinden, süslerinden biridir. Ama her nimet gibi nimetin nasıl değerlendirildiği, nimete sahip olan kişinin ahlakına bağlıdır. Allah Kuran’da dünya nimetlerinin insanlar için imtihan olarak yaratıldığını şöyle bildirmiştir:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Kadınlar gibi, evlat, altın, gümüş, ihtişamlı hayvanlar, ekinler yani zenginlik de dünyanın nimetlerindendir ve insanlara süslü kılınmıştır. Ancak iman sahibi bir insan tüm bu nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğunun, dünyadaki her nimetin geçici olduğunun ve tüm nimetlerin en güzel halinin ve daha fazlasının cennette olacağının bilincindedir. O yüzden de bu nimetlerin hiçbiri onu Allah’tan ve Allah yolunda gayret etmekten alıkoymaz. Eğer bir insan bu nimetlerin herhangi birinden dolayı gaflete kapılıyor, Allah’ın rızasının en çoğunu aramaktan geri duruyorsa bu o kişinin iman zayıflığından kaynaklanan bir durumdur. Bunun sorumlusu nimetler değil, kişinin kendisidir. Dolayısıyla -bu tutumunu düzeltmediği takdirde- karşılığını alacak olan da kendisi olacaktır. Bu konuda başkasını suçlamak ahirette kişiye hiçbir fayda sağlamaz.

Dolayısıyla bu mevzu hadislere dayanarak hatalarından, günahlarından, yaptıkları kötü işlerden kadınları sorumlu tutan bir erkek sadece kendisini aldatır. Kuran’a göre her ne şart, ne durum olursa olsun iman etmenin gereği Allah’a kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmektir. Hiçbir insan ahirette Allah’a “Ben kadınlar yüzünden hakkıyla ibadet edemedim” mazeretini sunamayacaktır. Ayette bu gerçek belirtilmiştir: “…insan, kendi nefsine karşı bir basirettir, kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.” (Kıyamet Suresi, 14-15) Yani insan ne kadar mazeret uydurursa uydursun doğru olanın ne olduğunu gayet iyi bilir. Söz konusu mevzu hadisleri esas alıp kendi gevşeklikleri yüzünden kadınları suçlayan bir kısım insanlar, ikiyüzlü olduklarının, bahaneler uydurduklarının elbette farkındadırlar. Dünyada bunu görmezden gelmeleri hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Allah’ın huzurunda durduklarında, “…her bir nefse -haksızlığa uğratılmaksızın- kazandığı tam olarak ödendiğinde nasıl olacak?…” (Al-i İmran Suresi, 25)

Kadınların Aklına Uymamak Gerektiği İddiası

sütun, bayan
John William Godward’nun “The Peacock Fan” adlı yağlı boya tablosu, 1912

Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz. (İbni Hanbel Müsned 5/43,50; Tirmizi Fiten:75 Nesai Kudat:8; Buhari Fiten:18)

Kadınlara itaat pişmanlıktır. (Tezkiratul Mevzuat: 128, Kitabul Mevzuat: 2, 272)

Kadınlarla istişare edin, onlara danışın ve onların söylediklerinin zıttını yapın. (El- Makasıdul Hasene: 248, Tezkiretul mevzuat:128, Tenzihuş Şeria: 2-204, Silsiletul Ehadis: 432)

Kadınlara danışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zira kadınlara muhalefet berekettir. (Kadınlara Dîni Bilgiler 44,45 Suyuti, Leali II, 147; İbn Arrak, Tenzihü’ş Şeria II, 210)

Kim ki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü cehenneme atar. (İbn Arrak II, 215)

Görüldüğü gibi, bağnazların kadınları kendilerince aşağı kabul etmelerinin en önemli yansımalarından biri de kadınları toplumda etkili konumlarda asla görmek istememeleridir. Bu yüzden kadınların yönetici olmalarına karşıdırlar. Hatta kadınlarla istişare edilmesini bile kabul etmezler. Kadınların düşündükleri herşeyin yanlış olduğu, yaptıkları herşeyin hatalı olduğu gibi sapkın bir mantıkları vardır. Bu, kadınları tamamen toplumdan soyutlamak için geliştirdikleri kirli oyunun bir parçasıdır. Yukarıdaki uydurma hadisler de bu amaçlarına hizmet etmiş ve birçok birçok ülkede bu sapkın fikirlerin hakim olduğu bağnaz ve kadın düşmanı toplumlar meydana gelmiştir. Oysa bu mantık Kuran’a da Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarına da tam anlamıyla terstir, tam anlamıyla İslam diniyle çelişir.

Örneğin sahte hurafeciler “Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz” uydurmasını kendilerince yaymaya çalışırlarken, Allah Kuran’da devlet yöneticisi olan bir kadını örnek verir: Sebe Melikesi…

“Kadınlara danışmayın” diyen hurafelere rağmen Sebe Melikesi, iş konusunda tüm kararları veren tek lider konumundadır. Ayetlerde Sebe melikesinin liderlik vasfı şu şekilde belirtilir:

Derken uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: “Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba’dan kesin bir haber getirdim.” “Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona herşeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var.” (Neml Suresi, 22-23)

Kavmine hükmeden kadın yönetici Sebe Melikesi Hz. Süleyman (as)’a bu şekilde tanıtılmıştır. Hz. Süleyman (as)’dan Sebe Melikesi’ne İslam’a davet mektubu gönderilmesinin ardından Sebe Melikesi kendi kavminin önde gelenlerine danışmış ve önde gelenler ona şu cevabı vermişlerdir:

Dediler ki: “Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız)(Neml Suresi, 33)

Görüldüğü gibi Kuran’daki kadın, devletlerin başına geçmekte, hükümdar olmakta ve iş konusunda karar verip emrini uygulatmaktadır. Bağnazların dinindeki kadın ile Kuran’daki kadının vasfı tam anlamıyla zıttır.

kadın ve çiçek
John William Godward’nun “The Bouquet” adlı yağlı boya tablosu, 1899

Kuran’daki kadın, devletlerin başına geçmekte, hükümdar olmakta ve iş konusunda karar verip emrini uygulatmaktadır. Bağnazların dinindeki kadın ile Kuran’daki kadının vasfı tam anlamıyla zıttır.

Ve Kur’an’ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir; kim sapacak olursa, de ki: “Ben yalnızca uyarıcılardanım.”
(Neml Suresi, 92)

Bağnazlar, söz konusu mevzu hadislerde kadınlara yönelttikleri bu pervasızca hakaretleri gerçekte Hz. Meryem’e, Kuran’da geçen mümin kadınlara, Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek eşlerine, sahabe kadınlara da yöneltmekte olduklarının farkında değildirler. Kadını bu derece aşağı gören böylesine garip bir zihniyetin, tüm kadınlara bu aşağılamayı yönelttiği unutulmamalıdır.

Söz konusu bağnazların Kuran’dan ne kadar farklı bir hayat yaşadıklarını, Peygamberimiz (sav) dönemi kadınlarının durumunu incelediğimizde de açıkça görürüz:

sütuni kadın
John William Godward’nun “Autumn” adlı yağlı boya tablosu, 1900
Peygamberimiz (sav) dönemi kadınları evlerini geçindiren, aile hayatında sözü geçen kadınlardır; Peygamberimiz (sav) de bu gayreti övmektedir.

Örneğin, Peygamberimiz (sav)’in eşi Hz. Hatice Mekke’nin en varlıklı tüccarlarından biriydi. Şam’a ticaret kervanları gönderiyordu, bu iş için yanında çalıştırdığı insanlar vardı. Medine döneminde de kadınlar deri işlemeciliği, ip imalatı, dokumacılık, terzilik, ilaç yapımı, güzel koku satışı gibi bir çok ticari iş yapıyor, hayatın her alanında aktif olarak yer alıyorlardı. Savaşlara çıkıldığı zamanlarda kadın sahabe erkeklerle birlikte savaşlara katılıyor, gerektiğinde ön saflarda da görev alıyorlardı.

Rayta bint Abdillah, Hz. Peygamber (sav)’e: “Ya RasulAllah ben zanaatkar bir kadınım, kocamın (Abdullah b. Mes’ûd) ve çocuğumun bir şeyleri yok; zanaatımla elde ettiğim ürünleri satıyorum” der ve ailesine yaptığı harcamalarının sevabı olup olmadığını da sorar. Hz. Peygamber, ona: “Onlara yaptığın harcamalarda sana elbette sevap vardır” diye cevap verir.1

Görüldüğü gibi Peygamberimiz (sav) dönemi kadınları evlerini geçindiren, aile hayatında sözü geçen kadınlardır; Peygamberimiz (sav) de bu gayreti övmektedir.

Peygamberimiz (sav) döneminde Eşlem kabilesinden Kuaybe bint Sa’d’ın hastaları ve yaralıları tedavi ettiği kaydedilmektedir. Yani kadınlar Peygamberimiz (sav) döneminde doktorluk yapmaktadırlar. Nitekim Habeşistan’a hicret eden, zeki, görgülü ve tecrübeli bir kadın olan Esma bint Umeys’in de iyi bir doktor olduğu bilinmektedir. Ümmü Seleme, Esma bint Umeys’in Hz. Peygamber (sav)’e “Hindistan ve Yemen’den getirilen bitkiler ve zeytin yağı ile bir ilaç” yaptığını söyler. Bu rivayette, Esma’nın, bu ilacın yapımını Habeşistan’da öğrendiği de ifade edilmektedir.2

Hz. Peygamber (sav) devrinde, Medine’de attarlık (güzel koku satıcılığı) yapan kadınlardan bazılarının isimleri verilmektedir. Bunlardan biri olan Müleyke Ümmü’s-Saib el-Sakafıyye, güzel koku satmak için Hz. Peygamberin huzuruna girer. Yani Peygamberimiz (sav) dönemi kadınları satıcılık da yapmaktadırlar.

Tüm diğer Müslümanlarla birlikte savaşa katılan kadın sahabenin durumunu en mükemmel anlatan rivayetlerden bir tanesi de aşağıdaki şekildedir:

“Müminlerin gafletinden faydalanan müşrikler öylesine girdiler ki savaş meydanına Rasulun etrafında onu korumakla görevli 10-12 kişilik bir grup da savaşa girmek zorunda kaldı. Bir anda yapayalnız kalan Peygamberimiz (sav)’in, yanında sadece Hz. Nesibe vardı. 40-50 saniyelik bir yalnızlıktı bu. Müşriklerden biri, fırsat bilip saldırdıysa da Nesibe kılıcıyla onu öldürdü. Ardından ikinci bir müşrik saldırdı Rasurullah’a. Çift zırh giymiş bir müşrikti. Ne kadar vursa da öldürmeyi başaramıyordu. Kendi omzundan beline dek ağır bir kılıç darbesi aldı. O sırada diğer müminler yetişip kafiri bertaraf etmişlerdi. Bu birkaç saniye o kadar önemliydi ki!.. Uhud’da Nesibe tam on bir yara aldı. Buna rağmen savaşın sonuna kadar bırakmadı.

Görüldüğü gibi mevzu hadislerin tam aksine Peygamberimiz (sav) döneminde kadınlar savaş meydanı gibi son derece kritik ortamlarda bile bulunmuşlardır. Savaşta Peygamberimiz (sav)’in korunması gibi oldukça can alıcı bir konumda kadın sahabe görev almışlardır. Peygamberimiz (sav)’in, hayati tehlike dolu böyle riskli bir ortamda kadınların kendisini koruma görevini üstlenmesini uygun bulması söz konusu kadın sahabenin akıllarına ve vicdanlarına ne kadar güvendiğinin önemli bir alametidir.

Kuran’da; Ey iman edenler, “Raina-Bizi güt, bize bak” demeyin. “Unzurna-Bizi gözet” deyin …” (Bakara Suresi, 104) ayetinde sadece iman eden erkeklere değil iman eden kadınlara da bir hitap vardır. Ayette kadınlara da “bizi güt, bize bak” dememeleri öğütlenmektedir. Demek ki Kuran’da kadına; güdülen, akıl zayıflığı olduğu için erkekler tarafından bakılan ve yönlendirilmesi gereken bir varlık olarak değil tam aksine kendi ayakları üzerinde duran, güçlü, akıllı, vicdanına tam güvenilen, zeki bir varlık olarak bakılmaktadır. Ancak kadınlara karşı yüzyıllardır bu uydurma hadislerle yetiştirilmiş ve bilinçlendirilmiş olan bazı İslam ülkelerinde bu anlayıştan yoksun insan sayısı çoktur. Dolayısıyla da “Kuran’da kadın erkekle aynı haklara sahiptir” dediğimizde bunu şiddetle reddeden kişiler; bilerek ya da bilmeyerek Allah’ın ayetlerine karşı muhalefet etmektedirler.

çalışan kadın

Kuran’da kadın, kişilikli, güçlü, akıllı, vicdanına tam güvenilen, zeki bir varlık olarak tarif edilmektedir.

Kadınların İkinci Sınıf Varlıklar Oldukları ve Allah’ın Kadınları Geride Bıraktığı İftirası

kadın ve ceylan
John William Godward’nun “The Belvedere” adlı yağlı boya tablosu, 1913

Kadınları Allah geride bıraktığı gibi siz de geri bırakın. (Taberani)

Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı, kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim, (Sahih-i Buhari)

Bağnaz zihniyetin yüz yıllardır süregelen kadın düşmanlığı büyük bir kitleyi Allah’a ve Peygamberimiz (sav)’e iftira atma noktasına kadar getirmiştir. Dikkat edilirse mevzu hadislerde, Kuran’da kadınların erkeklerle eşit haklara sahip oldukları, üstünlüğün cinsiyet farklılığından değil akıl-vicdandan ve Allah korkusundan kaynaklandığı gibi bilgilerden hiçbiri yer almamaktadır. Kuran’da kadınlara ait her türlü hakkın korunduğuna dair ayetler olduğundan da bahsedilmemektedir.

Bu hükümler ve izahlardan özenle kaçınılmış, kadınların Kuran’da övgüyle bahsedilen varlıklar olduklarına hiç değinilmemiştir. Dolayısıyla yüzyıllardır Müslümanların, güya Peygamberimiz (sav)’in sözleri denerek kandırıldıkları bu batıl anlatımlar, sapkın bir anlayışın İslam dinine mal edilmesine neden olmuştur. Bu yolla yüz yıllardır İslam dinine ve Peygamberimiz (sav)’e büyük iftiralar atılmıştır. Oysa kadınların Allah tarafından -haşa- geride bırakılmaları gibi bir anlayış Kuran’ın tek bir ayetinde dahi geçmemektedir. Aksine Kuran’da Allah kadın ya da erkek diye herhangi bir ayrım yapmadan; “müminler, iman edenler, inananlar, kadın olsun erkek olsun…” gibi hitaplarla kadın-erkek tüm inananları aynı sorumlulukla mükellef kılmıştır. Örneğin Allah, Nisa Suresi 95. ayetinde;

kadın, meyve tabağı

Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd (gayret) edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cehd edenleri (gayret edenleri) oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va’detmiştir; ancak Allah, cehd edenleri (gayret edenleri) oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa Suresi, 95)

Görüldüğü gibi ayette Müslümanların hayatları boyunca Allah yolunda fikri bir mücadele ile sorumlu oldukları ifade edilmektedir. Ancak bu sorumluluk hem kadın hem de erkeklere eşit olarak verilmiş bir sorumluluktur. Allah “müminler” hitabıyla hem kadın hem de erkek Müslümanları bu ibadeti yerine getirmekle birinci dereceden sorumlu tutmuştur. Eğer Müslüman bir kadın, Müslüman erkeklere göre bu sorumluluğunu tam hakkıyla yerine getirirse Allah Katında o kadın diğer tüm erkeklerden daha üstün bir konumda olur. Eğer Müslüman bir erkek yerine getirirse bu defa Allah Katında diğerlerine göre takvası nedeniyle daha üstün bir konuma gelir. Görüldüğü gibi burada hiçbir şekilde cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ya da farklılık yoktur. Aksine vicdan, akıl ve samimiyet esastır.

Dolayısıyla kadınlar konusundaki mevzu hadisler de tıpkı diğerleri gibi Kuran hükümleriyle ve Kuran’da kadına verilen değerle tamamen çelişmektedir. Birincisi Müslümanlar Allah’ın dışında hiçbir şeye secde etmezler. Bir Müslüman için boyun eğeceği ve emrine uyacağı tek güç Allah ve O’nun Peygamberidir.

Müslüman bir kadın için eşi; Allah rızası için sevdiği, Müslümanlığı ölçüsünde saygı ve merhamet duyduğu aciz bir kuldur. Eşine olan sevgisi, saygısı da kişinin Allah’a olan samimi bağlılığı, güçlü imanı, Allah yolundaki azmi ve şevkiyle doğru orantılıdır. Yoksa bağnazların çürük zihniyetinde olduğu gibi eşine sırf erkek olmasından dolayı körü körüne bir saygı duyması söz konusu bile olamaz. Çünkü Müslüman bir kadın ve erkek için evlilik aynı zamanda ahiret için de bir sözdür. Bir Müslüman kadın ancak ahirette Allah’ın razı olacağını umduğu; güzel ahlaklı bir eşe sevgi, saygı ve şefkat besleyebilir. Aksi söz konusu olduğunda ise o sevgi ve saygıyı asla hissedemez. Böyle bir şeyi tahayyül etmek, benzetme olarak cümle içinde kullanmak bile Müslümanlar için abestir.