“Sarhoşun irtidatı (dini terk etmesi) geçerlidir. Fakat sarhoş kendine gelmeden ve tevbeye çağrılmadan öldürülmez.” (İmam Şafii el-Um c: 6 s: 148 -El-İnsaf c:10 s: 331-332 -Muğnil Muhtac 4/137 – Haşiyetül-Desuki 4/363 -İbn Kudame el-Muğni 9/25-26)
Söz konusu mevzu hadise göre içki içip sarhoş olan kimse eğer bilinci yerinde olmadığı bu süre içinde irtidatta bulunur yani dinden çıktığını söylerse, dinden çıkmış olarak kabul edilir. Bu, son derece ürkütücüdür. Sarhoşluk anında, bir kimsenin bilincinin yerinde olmadığı, mantıklı konuşamayacağı, ne dediğini bilmediği açıktır. Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu tutulamayacağı da ortadadır. Fakat bağnaz zihniyet, bu uydurma hadisi esas alarak bu kişinin öldürülmesine hüküm verir. Ve yine, Kuran’da asla olmayan böylesine sahte bir uygulamayı hüküm haline getirir ve cinayet kararı verilmiş olur.
Bu sahte ve ürkütücü zihniyet Kuran ile yalanlanmıştır. Allah, “Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. laşmayın….” (Nisa Suresi, 43) ayetinde “iman edenlere” seslenmektedir. Açıktır ki, bu kişilerin arasında içki içip sarhoş olan da olmuştur. Bu kişiler namaz kılan insanlardır. Bütün bunlar ayetten açıkça anlaşılmaktadır. Namaz sırasında kişinin ne dediğini bilmesi, şuurunun açık olması, Allah ile derin bir bağlantıya geçmesi gereklidir ve sarhoş bir durumda insanın bu dikkati sarf etmesi mümkün olmayacaktır. Böyle bir kişi yaptıklarından ve söylediklerinden de sorumlu tutulamaz, bu nedenle Allah, sarhoş olduğu süre boyunca bir insana namazı yasaklamıştır. Ayette geçen …“ne dediğinizi bilinceye kadar” ifadesiyle de, sarhoşluk durumunda kişinin bilinçsizce hareket ettiği ve “ne dediğinin farkında olmadığına” dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla ancak ve ancak bu şuursuzluk durumu bittiğinde bu kişinin namaza devam etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Sarhoşluk gibi bilincin bulandığı bir anda bir kişi dinden çıktığını iddia edebilir, son derece mantıksız sözler söyleyebilir. Kişinin, bilincinin yerine geldiğinde yaptıkları ve söyledikleri esastır. Dahası, bir kişi gerçekten dinden çıkmış olabilir ve bunu açıkça dile getirebilir. Bunun öldürme sebebi haline getirilmesi hem Kuran’a yönelik bir iftira, hem de adı üzerinde bağnazlıktır. Kuran, bu vahşi zihniyeti lanetlemektedir.
Yüce Allah, Kuran’da sarhoşlukla ilgili özellikle böyle bir hükme yer vererek, bir insanın harama girmesinin onun Müslüman olarak Allah’ı sevmesine ve ibadet etmesine bir engel olmadığını belirtmektedir. Bu ayet, İslam’ın her insana şefkatli ve sevgi dolu yaklaşımının da ayrı bir göstergesidir. Fakat her fırsatta ölüm isteyen bağnaz zihniyet, Kuran’daki hükme rağmen kendi sahte hükümlerini türetmiştir.
Peygambere Saygıya Uygun Olmayan Sözler Edenlerin, Tevbeye Çağrılmadan Öldürülmesi
“Peygambere söven kişi tevbeye çağırılmadan hemen öldürülür.” (İbni Teymiye)
İbni Münzir dedi ki: İlim ehlinin hepsi, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e söven kimsenin öldürülmesi hususunda birleşmişlerdir. (2. hadis kaynak: Enverşâh, el-Keşmîrî, “İkfâru’l-Mulhidîn”, sf. 64. “Tenbihu’l Ğafilîn ila Hükmi Şatimillahi ve’d-Dîn” adlı eserden naklen. Bkz. sf. 14)
Abdullah’ın rivayetinde şöyle diyor: Tevbeye çağrılmadan öldürülür. Halid b. Velid, Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem’e söven bir adamı öldürdü ve tevbeye çağırmadı. (İbni Teymiye)
Bir insanın Allah’a, Peygamberlere, manevi değerlere karşı uygunsuz ifadelerde bulunması elbette asla tasvip edilmeyecek bir durumdur. Fakat elbette her insan bir değildir. Kimi imansız olur, kimi çeşitli sebeplerle dine önyargılıdır, kimisi öfkeli yetiştirilmiştir, bazıları cahildir, kimisi Kuran hakkında hiçbir şey bilmez… Dolayısıyla çeşitli sebeplerle insanların zihinlerinde dine karşı önyargı oluşması mümkündür, özellikle günümüzde öfke ve nefret içinde yaşayan çok insan vardır.
İmtihana geldiğimiz bu dünyada, her görüşten, her fikirden insan olacak ve imtihanımız bu görüşler, bu fikirler ve bu insanlarla beraber sürecektir. Bir Müslümanın görevi, karşıdaki insan her ne kadar önyargılı, öfkeli dahi olsa, ona Kuran’daki güzel ahlakı güzellikle anlatmak ve kararı ona bırakmaktır. Kimi zaman bu güzel tavırdan karşı taraf etkilenir ve yaptığı hatanın farkına vararak kendisini değiştirebilir. Nitekim bu, yine Kuran ayetinde bildirilmiş olan bir gerçektir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuştur. (Fussilet Suresi, 34)
Ayette Müslümanlara, kötü bir tavra güzel bir karşılıkla karşılık verilmesi emredilir. Ve bunun getireceği sonuç şöyle bildirilir: “(görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuş…”
Ludwig Deutsch’nun “The Chess Game” adlı yağlı boya tablosu, 1896 |
Bütün bunlara rağmen karşıdaki insan eğer yine uygunsuz tavır ve sözlerine devam ediyorsa, bu durumda yine Kuran’da ne yapılması gerektiği açıklanmıştır:
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman “Selam” derler. (Furkan Suresi, 63)
O, size Kitap’ta: “Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi… (Nisa Suresi, 140)
Görüldüğü gibi Kuran’daki hüküm, böyle cahil topluluklarla karşılaşıldığında onlarla oturmamak, oradan uzaklaşmak ve onlara sadece “Selam” diyerek karşılık vermek, yani onlara barışı hatırlatmaktır.
Ayetlerde dikkat çekilen iki özellik vardır. Bu insanlar, muhatap alınamayacak kadar cahil ve belki de defalarca uyarılmış fakat doğruyu kabul etmemiş insanlardır. Çünkü görevi tebliğ olan ve dolayısıyla sürekli doğruyu anlatmakla yükümlü bir Müslüman, bu defa bu kişilerle hiç muhatap olmamakta, onların yanlarından ayrılmaktadır.
Yine ayette dikkat çekilen bir diğer husus, “onlar başka söze dalıp geçinceye kadar” onlarla oturmamaktır. Dolayısıyla bu insanlar, belki de bir Müslümanın daima yakın çevresinde olan, sürekli muhatap olduğu insanlar olabilir. Öyle ki başka söze daldıklarında onlarla sıcak bağlantı devam etmektedir.
Bu demektir ki, Müslümandan beklenen, yukarıdaki mevzu hadiste belirtildiği gibi vahşi bir yöntem değildir. Bazı insanlar uygunsuz söz söylediklerinde onların yanlarından ayrılmak, fakat öğüt aldıkları sürece mümkün olduğunca da onlara doğruyu anlatabilmektir.
Bu konudaki uydurma hadislerin Kuran’la çeliştiğini görebilmenin bir diğer önemli delili ise “tevbeyi engellemesidir”. Allah Kuran’da insanları her konuda tevbeye çağırmışken; tevbe, kişinin kendisi ile Allah arasındayken; Allah “affedici ve bağışlayıcı” olduğunu ayetlerinde sık sık belirtmişken; Kuran’da tevbe edenler sürekli övülmüşken; nasıl bir insanın tevbe etmesi engellenebilir? Kişi Allah’tan af dilemekten nasıl alıkonabilir? Rabbimiz’in “…tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Bakara Suresi, 37) ayetini görmezden gelerek, bir insandan yaptığından pişmanlık duymak ve Allah’tan af dilemek hakkı nasıl alınabilir?
Elbette kimsenin böyle bir hakkı asla ve kesinlikle yoktur.
Yine Rabbimiz, bir başka ayetinde de şöyle bildirir:
Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)
Allah’ın “tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim”, hükmünü adeta kendilerince reddederek yanlış uygulamalarını bu uydurma hadislere dayandırmaya çalışanlar, açıkça Kuran’a muhalif hareket etmektedirler.