Kuran okumak ve ayetler üzerinde düşünmek

Gaflet tehlikesine karşı en etkili çözüm, Allah’ın kullarına yol gösterici bir nur olarak indirdiği Kuran’ı okumak ve onun üzerinde düşünmektir. Kuran okumak insanın Allah’a yakınlaşarak, Rabbimiz’in üstün ilim ve kudretini kavramasını sağlar. Ayrıca insanın daha önce bilmediği, düşünmediği, düşünüp de cevabını bulamadığı birçok konuda en açık ve en doğru bilgiyi verir. Bu nedenle Kuran’ı samimi bir niyetle okuyan ve anlayan bir insan, kalbi tatmin bulmuş olarak Allah’a yönelir.

Samimi bir şekilde ayetler üzerinde düşünen insan düşünce ve tavırlarındaki yanlışların farkına varır. Bilmediği ya da önemsemediği için yaptığı ya da yapmadığı şeylerin önemini ve ciddiyetini anlar. Rabbimiz’in üstün ilim ve kudretini kavrar ve Allah’a karşı duyduğu korku ve sevgi artar. Allah Kuran’ın indiriliş amacını ayetlerinde şöyle haber vermektedir:

İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

Şüphesiz, bu Kuran, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü’minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir. (İsra Suresi, 9)

Kuran’ı dikkatli bir şekilde okuyan ve ayetler üzerinde düşünen insan, samimiyeti ölçüsünde zamanla ayetlerin tecellilerini çevresinde görmeye başlar; bu da her an Allah’ı hatırlamasına ve gafletten korunmasına vesile olur. Örneğin, Kuran’da tarif edilen inkarcı karakterini, zamanla etrafındaki kimi insanlar üzerinde fark etmeye başlar. Onları bekleyen sonsuz azaptan haberdar olduğu için de bu örnekler kendisine önemli bir ibret vesilesi olur. Bu şekilde Allah’ın izniyle gafletten sakınır ve gaflete karşı nasıl tedbir alması gerektiğini bilir. Yine insan ayetler üzerinde düşünüp cehennemdeki acının ve pişmanlığın şiddetini öğrenir, sonsuz ateş azabından Allah’ın dilemesi dışında kurtuluş olmayacağını düşünüp anlar. Aynı şekilde, cennetteki sonsuz nimetleri, güzellikleri ve güzel yaşamı tefekkür eder, Allah’ın rahmetini ve cennetini kazanmanın şevkini yaşar. Kuran’ı okuyan insan dünyada yaptığı herşeyin hesabını vereceğini ve yaptığı işlerin sonucunda cennete veya cehenneme gireceğini anlar. İşte bu gerçeğin bilincine varan insan gafil olmaktan, hakkı unutmaktan veya uygulamamaktan şiddetle kaçınır.

Allah’ın verdiği fırsatları değerlendirmek

Allah, varlığını hatırlamaları ve Kendisi’ne yönelmeleri için insanlara çeşitli şartlar ve ortamlar var eder. Sıkıntı ve zorluklar da bunlardandır. Kuran’da bir ayette, “Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar” (Tevbe Suresi, 126) şeklinde buyrulmaktadır. Bu sıkıntılı anlar, insanlar için gaflette olduklarını fark etmelerini sağlayacak büyük birer fırsattır. Çünkü Allah’a isyan halinde olan nefis böyle anlarda acizliğini anlar. Bu durumda vicdanı ön plana çıkan insan, hatalarını görür ve onlardan sakınmanın yollarını arar. Bu, insana tanınan büyük bir fırsattır. Nefsin acz içinde sesini kıstığı bu anlarda insan kendini Allah’a daha yakın hisseder. Ve o anda samimi bir yakınlıkla Allah’a yönelir. Böyle zamanlarda Allah’ın herşeye güç yetirdiğini, herşeyin Allah’tan geldiğini, bu bela ve sıkıntıların da ancak O’nun dilemesiyle sona ereceğini fark eder. Bu durum tevbe etmek ve Allah’a yönelmek için bir fırsattır. Allah Kuran’da bu samimi ruh haline kavuşan insanı şöyle haber vermektedir:

Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki, siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmekteler iken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: “And olsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız.” Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)

Gaflet içindeki insan, kendisine Allah’tan başka yardım edecek bir güç olmadığını yalnızca kendini çok çaresiz hissettiği zaman fark edebilmektedir. Ancak sıkıntının sona ermesinden sonra yine Allah’ı unutup eski gafletine dalar. Bu durum Kuran’da şöyle belirtilmiştir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi,12)

Örneğin doğal bir afet, insana ne kadar aciz olduğunu, Allah’ın sonsuz ilim ve kudret sahibi olduğunu, herşeyi kuşattığını, her an herşeyden haberdar olduğunu hatırlatır. İnsan Allah’tan korkması gerektiğini, çünkü O’nun herşeye güç yetirdiğini, her an Allah’ın azabıyla karşılaşabileceğini anlar. Oysa o insan daha önce Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı etmiş ya da sürekli ertelemiştir. Korku içinde olduğu anda kişinin şuuru açılır ve gerçekleri görmeye başlar. Bu tür afetlerin gaflet içindeki insanın gerçekleri görmesini sağlayarak, ahiretini kurtaracak çok büyük hatırlatıcı vazifesi vardır. Fakat, uyarılardan ve belalardan gereken dersi almayan ve samimi iman etmeyen kişiyi biraz rahatlığa ulaştığında gaflet örtüsü tekrar bürür. Bu çirkin ahlaktaki insan yine geçici olan dünyaya sarılarak, Allah’ın varlığını, emir ve yasaklarını göz ardı eder ya da unutur. Oysa gafletten kurtulmak için insanın kendisine tanınan bu fırsatları değerlendirmesi gerekir. Yaşadığı sıkıntıları, daha sonra Allah’ın ona verdiği rahatlığı sık sık düşünüp hemen Rabbimiz’e yönelmelidir.

Bu tür olayların, Allah’tan birer uyarı olabileceğini ve bunun da büyük bir nimet olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Allah bu şekilde sonsuz kudretini göstererek insanın gafletten uzaklaşmasına bir yol açar. Ancak insanın, gafletten kurtulmak için kendi başından sıkıntılı bir olay geçmesini beklemesi doğru değildir. Çünkü Allah insanı her an çevresinde meydana gelen olaylarla uyarmaktadır. Örneğin yakınlarının, çevresindekilerin yaşadığı zorlu, sıkıntılı bir olayla, başka bir şehirde ya da ülkede yaşanan doğal afetlerle veya savaşlarla da insanlar uyarılmaktadırlar. Bu uyarıları dikkate alan insan, aynı olayın kendi başına gelebileceğini, Allah’ın üstün gücü karşısında insanların ne kadar aciz ve çaresiz olduklarını düşünür. Bu da gafletten kurtulup, Allah’a yönelmesine sebep olacaktır. Nitekim Kuran’da Ad kavminin helak edilişi anlatılarak insanlar şöyle uyarılmaktadırlar:

Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler. (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. (Hakka Suresi, 6-7)

Kuran’da verilen helak ve azap örnekleriyle, insanların başkalarının başlarına gelen belalardan ibret alarak Allah’ın sonsuz ilim ve kudreti üzerinde düşünmeleri istenmektedir. Allah’ın gücünü insanlara hatırlatacak birçok örnek günlük hayatta sürekli insanların karşısına çıkar. Fakat insanların büyük kısmı, çaresizlik içindeki kimselerin durumlarını sadece üzüntüyle karşılamakla ve onlara acımakla yetinirler. Gördüklerinin aynı zamanda kendilerine bir uyarı olduğunun farkına varmazlar. Oysa insanların acizliklerini ve çaresizliklerini gösteren bu tür durumların tümü, insanlara gaflet perdelerini aralamaları için yapılan açık birer uyarı ve verilen yeni birer fırsattır. Bu fırsatları değerlendirip Allah’a yönelmek insanın gafletten kurtulmasına yardımcı olacaktır.

Allah’ın herşeyden haberdar olduğunu ve herşeyi çepeçevre kuşattığını bilmek

Allah, “İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet Suresi, 36)  ayetiyle insanlara her an Kendi hakimiyeti ve kontrolü altında olduklarını açıkça bildirmiştir. Ancak gaflet içindeki insan bunu düşünmekten ve anlamaktan uzaktır. Oysa bunu anlamak için birkaç dakika samimi bir şekilde, yaşamını sürdürmesi için gereken herşeyi -en ince ayrıntısına kadar- kendisinin yapmak ve kontrol etmek zorunda kaldığını düşünmesi yeterli olacaktır.

Örneğin şu anda bedenimizin içinde neler olup bittiğini bile bilmiyor ve bunlarla ilgilenme gereği duymuyoruz. Ama tüm organlarımız düzenli ve birbirleriyle uyumlu bir biçimde sürekli çalışıyor. Kendi başımıza kaldığımıza göre ilk olarak yaşamımızı sürdürebilmemiz için düzenli bir şekilde oksijen almamız, düzenli bir şekilde kalbimizin atmasını, kan dolaşımımızı sağlamamız, mide asidini dengede tutmamız, sindirimimizi gerçekleştirmemiz ve bunun gibi milyonlarca işlemi kontrolümüz altına almamız gerekir. Vücudumuzun içinde gerçekleşen olayları kontrol altına aldığımızı -her ne kadar imkansız olsa da- düşünelim. Örneğin uyuduğumuzda bu işleri bizim yerimize kim devam ettirecek? Nitekim, uyurken de bütün organlarımızın çalışmaya devam etmesi gerekmektedir. Sadece kalbimizin birkaç dakika kontrolümüz dışında kalarak, durması bile hayatımızın sona ermesi için yeterlidir; ancak aynı zamanda uyumamız gerektiği de diğer önemli bir gerçektir. Kendi başımıza kaldığımızda yapmamız gerekenler bu kadarla da sınırlı değildir. Çünkü yaşamamızı sağlayan dış etkenleri de, artık bizim temin etmemiz gerekir.

Gayet açıktır ki, kendi bedenimiz bile kontrolümüz altında değilken, bizim dışımızdaki dünyayı ve evreni içine alan sonsuz sayıdaki ince ayar ve denge üzerine kurulu olan sisteme müdahale etmemiz sadece hayal gücümüzün genişliğini göstermekten ibaret kalacaktır. Bunları düşünüp de kendi bedeni dahil, hiçbir varlığı kontrol etmesinin mümkün olmadığını kavrayan her insan, kendi başına olmadığını, herşeyi üstün ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın kontrol ettiğini anlayacaktır. Kainattaki canlı-cansız her varlığın Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiğini ve O’nun kontrolünde olduğunu kavrayacaktır. Bunları anlamak, insanın içinde bulunduğu gafletten kurtulmasını sağlayacak ve her an Allah’ın kendini gördüğünü düşünerek hareket etmesine vesile olacaktır. Allah her an insanları gözetimi altında tutmakta, onları ve işledikleri fiilleri an ve an yaratmaktadır. Allah’ın her an insanları sarıp kuşattığı, “… Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır.” (İsra Suresi, 60)  ayetiyle haber verilmiştir. Allah’ın kendisini çepeçevre kuşattığının bilincinde olan mümin, gizli ya da açık yaptığı veya konuştuğu herşeyi, içinde bulunduğu her durumu Allah’ın bildiğini bilir. Her ortamda ve her an O’nun yanında olduğunu da bilir. Bu durum Kuran’da şöyle tarif edilir:

Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Ayette açık olarak tarif edilen bu gerçek, samimi bir biçimde üzerinde düşünüldüğünde insanı gafletten kurtarmaya yeter. Gerçekleri idrak etmesine, hem dünyada hem de ahirette güzel bir yaşam sürmesine vesile olur. Çünkü kendisinin sürekli Allah’ın hükmü ve kontrolü altında olduğunu bilerek Allah’ın rızasının dışına çıkmaktan şiddetle korkup sakınacaktır. Yaptığı tüm güzel şeyleri ve iyilikleri de Allah’ın gördüğünü bilecek ve mükafatlandırılacağı gün için sevinç ve neşe duyacaktır. Herşeyin kendi özel imtihanı gereği gerçekleştiğini kavradığı için herşeyin kendisi için hayır olduğunu bilerek, bu anlarda güzel bir sabır gösterecektir. Bu sabrı ve güzel davranışları neticesinde ise, Allah’ın izniyle O’nun tüm inananlara vaat ettiği cennete kavuşacaktır.

Allah’ın yarattıklarını detaylarıyla bilmek

Bilgi gafletten kurtulmayı sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Evreni saran yaratılış delillerini araştırmak, görmek ve anlamak insanın üzerinden gafleti dağıtır ve uzaklaştırır. Allah’ın üstün ilim ve kudreti, ancak böyle ciddi bir araştırma ve tefekkürle hakkıyla takdir edilebilir. Allah, “Biz, bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık” (Enbiya Suresi,16)  ayetiyle evrenin ve içindeki varlıkların özel bir hikmet üzere yaratıldığını bildirmektedir.

Gerçekte, tüm yaratılmışlar Allah’ın varlığının açık delilleridir. Bu deliller üzerinde detaylı bilgi edinmek, detaylardaki üstün aklın tecellilerini görmeye sebep olacaktır. Allah’ın her yarattığının çok mükemmel sistemlerden oluştuğu, detayların incelenmesiyle kolaylıkla fark edilir. Bu detaylar karşısında insan, Allah’ın varlığını kesin olarak kavrayarak, O’nun üstün güç ve kudretinin farkına varır, O’nun varlığını her an hisseder. Gözlerini kör eden ve şuurunu işlemez hale getiren gaflet perdesini aralamayı ve samimi bir şekilde yapacağı derin tefekkürlerle de bu perdeyi tamamen kaldırmayı başarır.

Örneğin insan kendi vücudu ve yaratılışı hakkında detaylı bilgi edinerek Allah’ın üstün sanatını ve ilmini görebilir. Nitekim insanın yaratılışı, başlı başına gafleti dağıtan mucizevi olaylar zincirinden oluşur: Tek bir hücrenin içindeki genetik şifreden çoğalarak mükemmel sistemlere sahip bir canlıya dönüşen insan, tek başına Allah’ın varlığının, üstün aklının ve gücünün büyük bir delilidir: Birbirinden ayrı yerlerde ve ayrı canlılar içinde üretilen yumurta ve spermin tam bir uyum içinde birleşerek döllenmesi, tek tip hücrenin çoğalıp farklılaşarak kemikleri, kasları, organları, gözleri, el ve ayakları, bunlardaki kompleks sistemleri meydana getirmesi, daha sonra anne karnından ayrılan bu organizmanın görmesi, konuşması, yürümesi, gülmesi, ağlaması, duygulara sahip olması…

Günümüzdeki araştırma teknikleri sayesinde artık evrenin en uzak noktalarından okyanusların en derin yerlerine kadar gözlemler yapılabilmekte, buralardaki tüm varlıklar ve olaylar hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmak gitgide daha kolay bir hale gelmektedir. İşte bu olaylar ve varlıklardaki yaratılış mucizeleri hakkında detaylı bilgi sahibi olan, düşünen ve “… Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru” (Al-i İmran Suresi, 191)  diyen samimi ve vicdanlı her insan, Allah’ın izniyle gaflet perdesinden kurtulacaktır.

Gafletten kurtulan insan, Allah’ın bu açık delilleri karşısında kesin bir bilgiyle iman ederken, O’nun üstün sıfatlarını da tanır, Allah’a daha çok yakınlaşır ve artık her işinde O’nun rızasını gözetmeye başlar.

Dünyanın kısa ve geçici olduğunu bilmek

Dünya hayatı bir gün aniden yok olacak ve insan ebediyen yaşayacağı ahiret yurduna geçecektir. Oysa dünya hayatının geçici ve son derece kısa olduğunu fark edemeyen gaflet içindeki insan, büyük bir tutku ve hırsla dünyaya bağlanmıştır ve sadece dünya için yaşamaktadır. Çocukluğundan itibaren sürekli geleceğe dönük planlar yapar, hayatını istekleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışır. Ömrü, bu oyalanmalarla, dünyanın ne kadar kısa ve geçici olduğunu düşünmeden aniden son bulur. Tıpkı gördüğü ve uzun sürdüğünü sandığı, ama aslında uyuduğu sürenin yalnızca birkaç saniyesini kaplayan rüyanın sona ermesi gibi… Ahirette, dünya hayatının sadece bir rüya gibi çok kısa sürdüğünü, kesin olarak yanıldığını anlar. Ahirette insanların kendi aralarında dünya hayatının kısalığına dair yaptıkları konuşma Kuran’da şöyle bildirilir:

Dedi ki: “Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.” Dedi ki: “Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz” (Müminun Suresi, 112-114)

Ayette geçen “bir gün ya da bir günün birazı kadar” ifadesi çok uzun sanılan ömrün ne kadar kısa olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu, Allah Katından bildirilmiş açık bir gerçek iken insan neyi neye tercih edeceğini çok iyi düşünmelidir. Sonsuz cenneti mi, yoksa çok kısa süreli dünyayı mı hedefleyerek hareket edecektir? İnsanın arzularını belirlerken üzerinde düşünmesi gereken en önemli unsur, kısa ve geçici olan dünya hayatının faydasının da yine kısa ve geçici olacağıdır. Bu nedenle dünyayı, asıl yurdumuz olan ahirete gitmek için bir bekleme salonu olarak düşünmek gerekir. Bir bekleme salonundaki eşyaların ve orada yaşanan olayların insanı ne kadar ilgilendireceği açıktır. Hiçbir yolcu, bekleme salonunda uzun bir süre kalacakmış gibi oraya yerleşip, bütün planlarını bu bekleme salonuna göre yapmaz. Çünkü burada çok kısa bir süre kalacaktır. Burada dışarıyı düşünmeden yalnızca bekleme salonunu göz önüne alarak aldığı kararlar ya da yaptığı hareketlerin dışarda bir faydası olmayacaktır. Aynı şekilde, dünya için yapılan hiçbir şeyin de ahirette bir faydası olmayacaktır. Bu nedenle dünya için yapılan işlerin eninde sonunda Kuran’da bildirildiği üzere, bir serap gibi yok olacağını bilmek gerekir. Kuran’da bunun haber verildiği ayet şöyledir:

İnkâr edenler ise, onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

Ayette açıkça bildirildiği gibi, dünya için yapılanların hepsi birgün yok olup gidecek ve insan yalnız Allah rızası için yaptıklarıyla Rabbimiz’in huzurunda hesap verecektir. İşte o an insan yanılgısını farkedecek ve cehennem azabı karşısında sonsuz bir çaresizlik ve pişmanlık duymaya başlayacaktır. Gaflet halinin sona erdiği, tüm gerçekleri birer birer fark ettiği o anda dünya hayatına geri dönerek, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir hayat yaşamak isteyecektir. Ancak bunun için çok geç kalmıştır. Çünkü artık geri dönüş yoktur:

İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: “Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım.” Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi,12)

İnsanın Allah’ın huzuruna yalnız başına getirileceği bu günle karşılaşmadan önce dünya hayatının ne kadar kısa ve geçici olduğunu anlaması ve tefekkür etmesi gerekmektedir. Dünyanın çok kısa bir süre sonunda mutlaka sona ereceği düşüncesi, insanın boş ve yararsız işlerden yüz çevirmesine, dünya hayatındaki kısa zamanını en iyi şekilde değerlendirerek, içinde bulunduğu gafletten kurtulmasına vesile olacaktır.

“Geçici Dünya Hayatını İsteyerek Ahiretten Gafil Olmak Büyük Bir Kayıptır”

ADNAN OKTAR: “Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. (Hicr Suresi, 88)” Mesela diyor ki, “kızım” diyor yahut “oğlum şimdi istikbal seni bekliyor” diyor. “Ne olacak” diyor. “Şimdi okuyorsun sen, okulu bitireceksin” diyor, “okulu bitirdi, adam olacaksın” diyor “işe yerleşeceksin, tamam yerleşeceksin, bol maaş alacaksın” diyor. “Sonra ne olacak” diyor, “sonra evleneceksin” diyor, “sonra çocukların olacak” diyor, peki sonra ne olacak diyor, “sonra da öleceksin” diyor. Yani bu çok anormal bir şey, buna kilitlenmesi bir insanın, değil mi? Çünkü doğurduğu çocuklar da ölüyor, kendisi de ölüyor. Demek ki insanların hedefi bu değil. İnsanın hedefi; Allah’ın rızası, rahmetidir, her şeyin üzerinde Allah’ın rızasını kazanmaktır. Allah’ın rızasını kazanırken her Müslüman sadece okuluna işine gidebilir, evlenmenin peşinde olur, riskten çekinebilir. Yani mesela ben de öyle istesem kendi evimde otururdum. Ne beni tutuklarlardı ne hapse girerdim, ne aleyhimde basında bir yazı çıkardı, değil mi? Ne akıl hastanesine konurdum, ne böyle yargılanırdım, hiçbir şey de olmazdı yani. Kendi halimde yaşardım ama sonunda da herhalde cehenneme giderdik Allah esirgesin, değil mi? Onun için onu bir uyanıklık bilmek, anormal bir harekettir. Yani kendini feda eden, Allah rızası için gayret eden Müslümanları böyle zayıf akıllı görüp, bu gibi dünyevi hedeflerde de kendini akıllı görmek, bilakis tam ters harekettir. Bunun böyle olduğunu ahirette görmüş olacaklar. Dünya hayatı çok kısadır. Biz buraya doğup, büyüyüp, üreyip ölmeye gelmedik; bu hayvanların vasfıdır. Yani doğar, büyür, ürer ve ölür. Hayvanın tarifinde bu vardır. İnsanın amacı bu değildir. İnsan doğar, Allah’a kul olur, Allah’ın rızasını kazanmak için gayret eder, Kuran ahlakını yaşamaya gayret eder, Allah rızası için kendini feda eder ve cenneti hedefler. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri saflığından veyahut az düşünmesinden dolayı 30 yıl hapiste yatmadı. O, 30 yıl hapiste yatarken, o çileleri çekerken, birçok aile namazını kılıp, orucunu tutup, kendi evlerinde hem ticaretlerini yaptılar hem yemeleri içmeleri yerinde oldu hem evlendiler. Fakat kendilerini aynı eşit kategoride görüyorlar. Bu böyle değil. Allah onlara tek tek bunları sorar. Bediüzaman’ın yaptığı doğru olandır. Yani kendisini uyanık zannetmek bilakis tam uyanık olmadığını gösterir o insanın. Uyanık olan, Allah’a tam teslim olan insandır, değil mi?  (Adnan Oktar’ın Samsun Aks TV röportajından, 27 Ocak 2010)