Kuran, Allah’ın tüm alemlere öğüt olarak indirdiği ve hükmü kıyamete kadar geçerli olan, eşsiz hikmet yüklü kitabıdır. Ancak samimi olmayan ve Kuran’a uymamak için kendince bahaneler arayan bazı insanlar, Kuran’ın sadece belli bir dönem için geçerli olduğu ve yalnızca Arap toplumuna indirildiği yönünde asılsız bir iddiada bulunurlar. Bu nedenle de kendi sığ akıllarınca Kuran’ın bazı hükümlerini uygulamaya gerek olmadığını söylerler.
Oysa Kuran’ın hükümleri indirildiği günden itibaren tüm zamanlar ve tüm insanlar için geçerlidir ve bu hükümlerin geçerliliği kıyamete kadar devam edecektir. Kuran, insanlara öğüt verilen ve sonsuz yaşamları için onların uyarıldığı ve doğru yolun gösterildiği bir zikirdir. Allah’ın Kuran’da, “Ve şüphesiz o (Kuran), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız” (Zuhruf Suresi, 44) ayetinde bildirdiği gibi insanlar ahirette Kuran’da yazılı olanlardan sorguya çekileceklerdir.
Kuran, içerdiği üstün hikmet, geçmişten ve gelecekten verdiği gerçek bilgiler, gafleti yok edici, insanlardaki alışkanlık perdesini kaldıran üslubu ile benzersiz bir Kitap’tır. Ve Kuran’ın bu etkisi vahyedildiği günden kıyamete kadar yaratılmış ve yaratılacak olan tüm insanlar için geçerlidir. (www.pismanolmadanonce.com)
Bediüzzaman Said Nursi Kuran’da bildirilen hikmetlerin, geçerliliklerini hiçbir zaman kaybetmeyeceğini şu şekilde ifade eder:
Bin üç yüz elli senedir Kuran-ı Hakim, bütün gerçeklerini kainat çarşısında açıp sergilediği halde; herkes, her millet, her memleket onun cevherlerinden, gerçeklerinden almıştır ve alıyorlar. Halbuki ne o alışkanlık, ne o bolluk, ne zaman aşımı, ne o büyük değişiklikler; onun kıymettar gerçeklerine, onun güzel üslûplarına zarar verememiş, ihtiyarlatmamış, kurutmamış, kıymetten düşürmemiş, güzelliğini söndürmemiştir. Bu durum tek başıyla bir mucizedir. (Sözler, s. 433)
Kuran’ın insanlar üzerindeki etkisinden de bahseden Bediüzzaman, diğer sözlerinde bu etkiyi şu şekilde ifade etmektedir:
Kuran’ın en büyük mucizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliğini muhafaza etmesidir. Ve o asırda indirilmiş gibi, her asrın ihtiyacını karşılayan bir yönü olmasıdır. (Sözler, s. 750)
Kuran-ı Hakim, hakiki ilimleri kapsayan bir kitab-ı mukaddestir. Ve bütün asırlarda, insanların bütün tabakalarına hitab eden, ezeli bir hutbedir. (Konferans, s. 11)
Kuran, hak ve hakikat ve doğruluk ve hidayet ve harika bir fesahat (doğru ve düzgün söyleyiş, açık ve güzel ifadeli konuşma) olduğundandır ki, usandırmıyor, daima gençliğini muhafaza ettiği gibi tazeliğini, tatlılığını da muhafaza ediyor. (Sözler, s. 378)
Bediüzzaman, Kuran’ın benzersiz bir Kitap olduğunu ve başka hiçbir kaynağın Kuran’ın yerini alamayacağını da şöyle ifade etmiştir:
Çünkü bu hakikat noktasında katiyyen Kuran’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin (büyük mucizenin) yerini tutamaz. (İman ve Küfür Muvazeneleri, s. 67-68)
… O üslub herkesin hoşuna gittiği halde kimse taklit edemiyor. Geçen zaman o üslubu ihtiyarlatmıyor, daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir (manzum olmayan söz ve yazı) ve mensur (nesir halindeki yazı) nazımdır (sıra, tertip; kafiyeli, vezinli, söz) ki; hem yüce, hem tatlıdır. Hem kahinler ve gaybdan haber verenler tabakasına karşı, gelecekten verdiği haberlerle mucizevi yönünü gösterir. Ve ehl-i tarih ve insanlık tarihi alimler tabakasına karşı, Kuran’daki haberler ve geçmişteki ümmetlerin ilerideki durum ve olayları ve kabir ve ahirete dair mucizeliğini gösterir. Ve sosyoloji alimleri ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, Kuran’ın mukaddes kuralları az sözle çok şey anlatır. Evet o Kuran’dan çıkan en büyük nur, o az sözle çok şey anlatmanın sırrı. Çok manaya gelen kısa cümlenin hali gösterir. Hem İlahi ilim ve gerçeklerin oluşmasında meşgul olan tabakaya karşı, Kuran’daki İlahi kutsal gerçeklerdeki sanatı gösterir veya sanatın vücudunu hissettirir. Ve ehl-i tarîkat ve velilere karşı, Kuran bir deniz gibi daima dalgalanan ayetlerinin esrarındaki mucizesini gösterir ve bunun gibi… Kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, i’cazını gösterir. Hattâ yalnız kulağı bulunan ve bir derece mana anlayan avam tabakasına karşı, Kuran’ın okunmasıyla başka kitaplara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. (Mektubat, s. 181)
Dünyadaki her insanın birinci dereceden sorumluluğu, Allah’a olan kulluk vazifesini yerine getirmektir. Bu ise ancak Allah’a samimi bir kalple iman edip, Kuran’ı rehber edinmekle mümkündür. Her insan bu sorumluluğu üzerine almalı ve kıyamete kadar geçerliliğini koruyacak olan Kuran’a kuvvetle sarılmalıdır. Allah Haşr Suresi’nde, Kuran’ın ne kadar üstün bir Kitap olduğunu ve onu rehber edinmenin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu şu örnekle ifade eder:
Şayet Biz bu Kuran’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz. (Haşr Suresi, 21)