Sevgisizliğin yaşandığı toplumlarda göz göze gelmekten ve birbirlerine selam vermekten kaçınan, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığıyla hareket ettikleri için ihtiyaç içinde olana asla yardım etmeyen, kendi ihtiyaçlarını ve çıkarlarını daima ön planda tutan; bencil, hoş sohbetten uzak, donuk, robotlaşmış ve sevgiden olduğu gibi saygıdan da yoksun nesiller yetişir. İçinde bulunduğumuz ahir zamanda hızla artan dejenerasyonun asıl kaynağı da toplumlarda yaşanan bu sevgi eksikliğidir.
Dünya üzerinde insanlar arasında gerçek bir dostluk ve ittifak sağlayabilecek yegane güç ancak ‘iman’dır. Hesap gününden korkan müminler dostluklarıyla, dünyada başlayıp ahirette de sonsuza kadar devam edecek sağlam bir ittifakın temellerini atmış olurlar. Birbirlerini, araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için dost olurlar. Temeli Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu bağın bozulması Allah’ın dilemesi dışında hiçbir şekilde mümkün olmaz.
Evrendeki tüm güzellikleri yaratan, güzelliğin ve mükemmelliğin esas sahibi olan Allah’tır. İnsana zevk veren her detay, Allah’ın üstün güzelliğinin, yarattığı varlıklardaki tecellisidir. Ruhun bu güzelliklerden heyecan duymasını ve sürekli güzel olanı aramasını sağlayan ise, Rabbimiz’in insanı yaratırken onun ruhuna ilham ettiği sevgi duyarlılığıdır. Diğer insanlardaki takdir edilecek mümin özelliklerini fark etmek ve bunlara daha güzeliyle karşılık vermek gibi, insanı diğer canlılardan ayıran pek çok üstün ahlaki özellik, sevmeye ve sevilmeye olan bu duyarlılıkla şekillenir.
İnsanın ruhundaki bu sevme ve sevilme eğilimi, bazı kişilerde diğerlerine göre çok daha güçlüdür. İnsanların bir kısmı, varlıklardaki sevilmeye layık özellikleri detaylı olarak teşhis edebilirler ve bu özellikler onların ruhuna derin bir zevk verir. Sevgi, şefkat ve coşku meydana getiren yönleri göremeyen ya da bunlara kayıtsız kalan kişiler ise daha donuk ve katı bir ruh hali içindedirler. Diğer bir deyişle, insandaki sevgi duyarlılığı, insanın ruh hali ve yaşadığı ahlak ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla sevgiyi algılama ve yaşama şekli, insanın samimi olarak iman etmesine ve imanın getirdiği birer nimet olan gerçek anlamda iyi, şefkatli ve merhametli, akılcı ve güvenilir oluşuna bağlıdır.
Sevgide Karşılık Ancak Allah’tan Beklenir
Gerçekten seven insan, sevdiklerini onore eder, yüceltir. Onları, dünyada ve ahirette zarar gelecek şeylerden sakındırır. Onların iyiliği, rahatı, güvenliği için samimi bir gayret sarf eder. Hepsinden önemlisi, sevgisi belirli şartlara bağlı değildir. Sevgisine karşılık gördüğü takdirde seven bir insan, gerçek anlamda sevgiyi bilmiyor demektir. Gerçek sevgide karşılık ancak Allah’tan beklenir. Asıl amaç Allah’ın rızasını kazanabilmektir.
Gerçek sevgide; bir kişinin güzelliğini, maddi birikimini, itibarını yitirmesi kesinlikle önem taşımaz. Tek önemli olan kişinin ahlakı ve karakteridir. İnsanlar birbirlerinin şefkat, merhamet, cömertlik, ince düşünce, fedakarlık gibi güzel özelliklerine her şahit olduklarında sevgileri katlanarak artar. Zaman içerisinde insanların kişiliklerinin gelişmesi, ahlaklarının güzelleşmesi, tavırlarının mükemmelleşmesi ile birlikte, birbirlerine karşı duydukları sevgi derinleşir. Gerçek sevgide asla bıkma ve sıkılma olmaz.
Gerçek sevgiyi yaşayabilmek, dünya üzerinde insana verilmiş en büyük ve en güzel nimetlerden biridir. Ve bu nimet, Allah’ın samimi ve derin olarak iman eden kullarına bir lütfudur.
Allah’ın Rızası için Sevenlerin Üstünlüğü
Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda gerçek sevgiyi bulanlardan çok, bulduğunu zannedip yanıldığını anlayanların yakınmalarına ve pişmanlıklarına rastlanır. Bu yanılma ve pişmanlıkların sebebi, insanların birçoğunun farkında olmadıkları bir gerçektir. Sevilecek varlıkları yaratan Allah’tır ve insana bu varlıkları sevme yeteneğini veren de yine ancak Rabbimiz’dir. Dolayısıyla sevgi gibi büyük ve eşsiz bir nimete layık olmak için sevginin esas sahibi olan Allah’a samimi olarak iman etmek, O’nu herşeyden çok sevmek, O’na gönülden bağlanmak ve O’nu razı edecek şekilde davranmak gerekir.
Hayatları boyunca Allah’ın rızasını arayanları, iman etmeyenlerden ayıran özellik, onların Allah’ı herşeyden çok sevmeleri ve Rabbimiz’e duydukları derin sevgi ve içli korkularından dolayı güzel ahlakı yaşıyor, iyi davranışlarda bulunuyor olmalarıdır. Müminler severken de, sevdikleri tüm varlıkları Allah’ın yarattığını, onlara sevilecek özellikleri verenin Allah olduğunu, Allah dilediği için sevgiyi hissettiklerini bilerek ve yine sevgilerini asıl olarak Rabbimiz’e yönelttiklerini unutmadan severler. Samimi olarak iman edenlerin sevgileri her zaman Kuran’daki sevgi kavramına uygundur. Müminler bu konuda son derece titiz davranırlar. Bu titizlik, onları kendi nefisleri için sevgi arayışında olanlardan ayırt eden temel farklardandır.
İman Etmeyen Toplumlarda Neden Sevgi Anlayışı Gelip Geçicidir?
Kitaplarda, gazetelerde, televizyon programlarında, şiirlerde, şarkılarda ve dost sohbetlerinde sevgiden bu kadar çok bahsedilirken, birçok kişi gerçek ve kalıcı sevginin bir türlü elde edilememesinin nedenini hiç düşünmez. Bu kişiler zaman zaman düşünseler dahi, Kuran ahlakını tam olarak bilmedikleri ya da yaşamadıkları için, gerçek sevgiyi nasıl elde edeceklerini veya yaşayacaklarını bulamazlar. Hayatını Allah için yaşayanlarla nefisleri için yaşayanların sevgi ölçüleri karşılaştırıldığında, ikinci grubun neden sevgiden yoksun kaldığı da daha net görülecektir.
* Bu insanlar herşeyden önce sevecekleri kişi seçiminde ahlak güzelliği yerine fiziksel güzelliğe öncelik verirler. Oysa bir insanı fiziksel özelliklerine göre sevmek demek, onu ancak birkaç sene sevmek ve yaşlanmaya başladığında artık sevmekten vazgeçmek demektir. Müslümanlar ise kimi seveceklerine karar verirken, bu kişinin Allah’a olan sevgisinin delillerini görmek isterler. Allah’ı seven bir insanın doğal olarak ahlakı da güzel olacaktır.
* Ayrıca şu da bir gerçektir ki; ahlakı güzel olmayan bir insan fiziksel olarak ne kadar mükemmel olursa olsun, o insana karşı kalpte gerçek bir sevgi ve muhabbet oluşması mümkün değildir. Allah, sevgiye duyarlılığının takva sahibi olmakla yani Allah rızasını gözetmekte titiz davranmakla bağlantılı olduğunu Hz. Yahya’nın ahlakını övdüğü şu ayetle bildirir:
“Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi.” (Meryem Suresi, 13)
* Biraz önce bahsettiğimiz bu farktan dolayı, ahlak güzelliği sürdükçe iman edenlerin birbirlerine duydukları sevgi de artarak devam eder. Öte yandan en derin sevgi olarak niteledikleri duyguların bile çok kısa sürdüğü, iman etmeyenlerin sık sık dile getirdiği bir durumdur. Dünyevi şartlara ve nefse bağlı bir sevgi kısa sürede bitmeye mahkumdur, çünkü nefis eninde sonunda en etkileyici güzelliklerden bile bıkacak şekilde yaratılmıştır.
* Allah korkusuna ve sevgisine bağlı bir sevgi anlayışı yerine, nefsani sevgiyi tercih edenlerin birbirlerini gerçek anlamda sevmediklerini anlamaları için aslında uzun bir süre geçmesi de gerekmez. Bu insanlar birbirlerinin acizliklerini gördükleri anda, karşılarındaki kişinin aslında zihinlerinde büyütüp hayran oldukları insan olmadığının farkına varırlar. Bu tür bir sevgi, daha en başından çürük temellere oturtulmuş ve biteceği baştan belli bir anlaşma gibidir. Güzellik ,bir kaza ya da yaşlanma sonucu kaybedildiğinde, ya da maddi bir krizle zenginliğin sağladığı rahatlık ve güven sona erdiğinde, kişilerin birbirlerine olan “sevgi” isimli anlaşmaları da bitmiştir.
* Bu ahlaktaki insanların aslında birbirlerinin bencil ve hırslı ahlakını sevebilmeleri imkansızdır. Dolayısıyla asıl sevdikleri ancak birbirlerine sağladıkları çıkarlar olabilir. Bu yüzden hayat boyu bağlanıp sevecekleri insanı ararken önce güzel ahlak, sadakat, güvenilirlik değil; maddiyat, eğitim durumu ve fiziksel üstünlük ararlar. Bir süre sonra da artık birbirlerinin bencil davranışlarına ve kötü ahlaklarına dayanamayan insanlar, birbirlerinin neredeyse en büyük düşmanı haline gelirler.
İman etmeyenler ise nefislerinin kötü telkinlerine aldanırlar ve sevginin esas sahibi olan Allah’ı bırakıp (Yüce Allah’ı tenzih ederiz.), O’nun yarattığı varlıkları kendilerince O’ndan bağımsızlaştırarak sevme yanılgısına düşerler.
Başkasını O’nu Sever Gibi Sevenlerin İçine Düştükleri Yanılgı
Allah’a samimi olarak iman eden bir insan, vicdanına uygun olarak sever. Vicdanlarının gösterdiği sevgi şeklini reddeden inkarcıların yol göstericileri ise nefisleridir. Dolayısıyla iman edenlerle inkar edenlerin sevgi konusundaki ölçüleri de farklılık gösterir.
Allah bu insanların, O’nun rızasını gözeterek sevenlerden farkını Kuran’da şöyle bildirir:
“(İbrahim) Dedi ki: “Siz gerçekten, Allah’ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz…” (Ankebut Suresi, 25)
Ayette haber verilen putlar, herşeyi yaratanın Yüce Allah olduğunu unutarak veya göz ardı ederek sevilen herşey olabilir. (Allah’ı tenzih ederiz.) Güzel bir insan, lüks bir ev, iş yerinde edinilen başarı, zekadan ileri gelen yetenekler… Oysa iman eden kişilerde seven taraf, sevdiği güzelliğin aslında Allah’a ait olduğunu bilir ve bunu asla aklından çıkarmaz.
Ancak bazı kişiler de vardır ki tüm bu saydığımız nimetleri Allah’ın yarattığını unuttuğu için iman edenlerin alabildiği zevki almaktan yoksun bırakılmıştır. İş yerlerinde, gazete haberlerinde ya da dost çevrelerinde her türlü güzellikten bıkmış ve artık hiçbir şeyden zevk almayan çeşitli insanlar bulunur. Bu kişiler, Allah’ın yarattığı sonsuz çeşitlilikteki güzelliklere karşı duyarsız hale gelmiştir. Güzellikleri sevememelerinin sebebi, Allah’ı da gereği gibi tanımıyor ve sevmiyor oluşlarıdır (Yüce Allah’ı tenzih ederiz.). Allah sevgisini unutmuş bir insanın, Allah’ın yarattıklarını sevmesine de imkan yoktur. Bu kişilerin ortak özelliği, Allah’tan saygıyla korkmaya ve O’nu yücelterek sevmeye karşı direnmeleri ve kendilerini büyük görme hastalığına kapılmış olmalarıdır. Allah bu kişilerin durumunu bir ayette şöyle haber verir:
“İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) “Siz dünya hayatınızda bütün ‘güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız.”” (Ahkaf Suresi, 20)
Bu hataya düşen insanlar, tavırlarını değiştirmezlerse, yaptıkları yanlışın karşılığını hem dünyada hem de ahirette almaktan korkmalıdırlar. Kuran’da samimi olarak iman edenlerle etmeyenlerin sevgi anlayışındaki fark bir ayette de şu şekilde bildirilir:
“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.” (Bakara Suresi, 165)
İman Etmeyenler Sevgi Duyarlılığından Neden Yoksun Bırakılmışlardır?
Daha önce de belirtildiği gibi, gerçek sevginin kaynağı, Allah’a saygı dolu bir korku ve içli bir sevgi duymaktır. Çünkü ancak Allah’tan korkan ve bundan dolayı O’nun istemediği ahlaktan titizlikle kaçınan bir insan sevilmeye layık olabilir. Allah’tan gereği gibi korkan bir insan, nefsinin oyunlarına ve kötülüklerine karşı her zaman dikkatli olur. Çünkü Kuran’da Hz. Yusuf’un söylediğinin bildirildiği ayetteki gibi insanın nefsi durmak bilmeksizin kendisini kötülüğe çağırmaktadır:
“(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim’in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir…” (Yusuf Suresi, 53)
Buna karşılık, Allah korkusu olmayan ya da Allah’tan gereği gibi korkmayan, Allah’ın ölümden sonra dünyadaki davranışlarının hesabını soracağını görmezden gelen ve nefsi her ne isterse ona boyun eğen kişi ise, kötülükte sınır tanımaz. Nefsin sınırsız kötülük telkin ettiği, onu arındıran müminlerin felah bulduğu, onun telkin ettiği kötülükleri savunanların ise helak olacağı Kuran’da şöyle bildirilir:
“Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla günahla bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems Suresi, 8-9-10)
Nefislerine uyarak iman etmeyen ve sevgisizliği yaşayan bu kişiler, yaşamları boyunca kendilerine ve çevrelerine hem maddi hem de manevi yönden zarar verirler. Çünkü;
* Kişiler dünyada kendileri için mümkün olduğunca fazla çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar.
* Çocuklarına gereken sevgi ve ilgiyi göstermeyen anne babalar ve anne ve babasına karşı -çevresinden aldığı olumsuz telkinlerin neticesinde- gereken saygı ve hürmeti göstermeyen çocuklar, bu dejenerasyonun en açık örneklerinden biridir. Çocuklar ebeveynlerine karşı agresif, ters cevaplar veren, kolayca yalan söyleyen, kendi zevklerine ve isteklerine ulaşmada ailesini yalnızca bir araç gibi gören yanlış bir zihniyet taşıyabilmektedir.
* Birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Her şeyden önce insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler.
* Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz.
* Durmaksızın kötülüğü emreden nefsine sınır koymayan bir insana güvenmek mümkün değildir. Böyle bir insanın, vereceği söze sadık kalması beklenemez, zira bu kişinin sözünden dönmemesi için hiçbir neden yoktur.
* Sevgi duyarlılığından yoksun bir insan, karşısındaki insanın doğal acizliklerini görmezden gelemez, en basit hatalarını dahi çoğu zaman tolere edemez. Hatta hata bile sayılamayacak olaylar yüzünden hiç yoktan kavga çıkarabilir. Önemli olan kendi keyfidir ve keyifsiz olduğunda sevdiğini iddia ettiği insanların dahi mutlu olmalarını istemez.
Gerçek Sevgiyi Yaşayan Müminlerin Üstün Ahlakları
* Diğer insanların güzel özelliklerini takdir edebilmeyi ve bunlara daha güzeliyle karşılık verebilmeyi ancak Allah’tan korkan müminler başarabilir.
* Samimi bir Müslümanın hayatındaki her davranışın amacı, Allah’ı razı etmektir ve güzel davranışların karşılığını karşısındaki insandan değil yalnızca Allah’tan bekler.
* Allah’ın Kuran’da bildirdiği ahlakın özü, fedakarlığa, zorlukta vefa göstermeye, her zaman dürüst olmaya dayanır.
* Samimi bir Müslüman, karşısındaki insanın dünyadaki imtihanı gereği pek çok acizlikle yaratıldığını bilir ve sevdiklerini bu yönlerine şefkat duyarak sever.
* İnsanın güzel ahlaklı olma konusunda nefsine ve şeytana karşı mücadele verdiğini bilir ve vazgeçilen anlık hataları gönül rahatlığıyla affedebilir.
* Sevdiklerinin keyfi ve huzuru, kendisininkilerden önde gelir ve zaten ancak böyle mutlu ve huzurlu olabilir.
* Hırs yapmadan paylaşabilmeyi, herşeye rağmen affedebilmeyi ve yalnızca nefis istediği süre boyunca değil her koşulda sevmeyi başarmanın yolu, bunları yalnızca Allah için yapmaktır. Bahsettiğimiz bu özellikler olmadan gerçek sevgiyi yaşamak imkansızdır ve bundan dolayı da gerçek sevgiyi ancak tüm bunları Allah için yapanlar yani gönülden iman edenler yaşayabilir.
İman etmeyen insanların sevgiye bakış açıları genellikle çarpıktır. Bu yanlış anlayışa sahip insanların sevgileri çoğunlukla menfaat beklentisi üzerine kurulu olduğundan, sevgiyi gerçek manasıyla yaşayamazlar. Yaşamlarını çürük temellere dayandırdıkları için, duygularını kalpten gelen samimi bir sevgiye dönüştüremezler. Çünkü en çok kendilerini severler. Tüm güzelliklerin kendilerine sunulmasını, kendilerinin el üstünde tutulmalarını ve kendilerine ilgi-ihtimam gösterilmesini isterler.
Gerçek ve Kalıcı Sevgiyi Elde Edebilmek Din Ahlakı ile Mümkündür
İnsan, gerçek sevgiyi Allah’ı sevmeyen ve Kuran’da anlatılan güzel ahlaka uymayan insanlardan bekledikçe, her arayışta aynı sonla karşılık görecektir. Sevilmeyi sevginin gerçek sahibi olan Allah’tan istemek yerine, aracıları ilahlaştırıp (Allah’ı tenzih ederiz) onlardan bekleyen kişiler, tüm hayatları boyunca gerçek sevgi yerine onun taklidiyle karşılaşıp hüsrana uğrarlar.
Gerçek ve kalıcı sevgiyi elde edebilmek içinse, öncelikle din ahlakının yaşanması gerekir. Din ahlakının varlığı, Allah sevgisini beraberinde getireceği için bu, tüm insanlarda çok olumlu ve güzel bir etki yapar. Herkes Allah’ın rızasını kazanmak için güzel ahlak gösterir, birbirini Allah rızası için sever, sayar. Toplumun geneline şefkat, merhamet, hoşgörü hakim olur. İnsanlar Allah’ın emirleri doğrultusunda hayırlarda yarışırlar. Dünya hayatında Allah sevgisini nefsani sevgiye üstün tutan samimi müminler de ahirette, Allah’ın izniyle, sonsuza kadar sevdikleriyle birlikte yaşayacakları cennet bahçelerinde olmayı umarlar:
(O gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet bahçelerindedirler. Rableri Katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (Şura Suresi, 22)