Allah dünya hayatında insanlar için, çok büyük haz duyacakları çok güzel nimetler yaratmıştır. Ancak insanların büyük çoğunluğu kötü huyları ve gösterdikleri kötü tavırlar nedeniyle bu nimetlerden uzak kalırlar. İşte insanlardaki, bu tahrip edici kötü huylardan biri de ‘affedememek’tir. Birçok insan sırf affedebilme olgunluğunu gösteremediği için kendi elleriyle kendini dünya hayatının pek çok güzelliğinden ve nimetinden mahrum bırakır.

İnsanların birbirlerini affedebilmelerine engel olan duygular arasında en etkili olanı kuşkusuz ki ‘kin ve öfke’dir. Özellikle de eğer kişinin bu öfkesinde kendince bir haklılık payı varsa, bu durumda o kimsenin öfkesini yenip karşısındaki kişiyi bağışlayabilmesi çok daha zorlaşır. Bu haklılık ise çoğu zaman, karşı tarafın gerçekten büyük bir hata yapmış olmasından kaynaklanır. “Bana böyle bir şeyi nasıl yapar?”, “Nasıl bu kadar düşüncesiz, bencil, akılsız olabilir?” gibi, karşı tarafın gerçekten bozuk tavırlarına dayanan haklı çıkarımlar, bu kimselerin öfkelerine daha da saplanıp kalmalarına neden olur.

Oysa ki burada gözardı edilen çok önemli bir konu vardır: Elbetteki insan, kusurlu bir varlıktır. Hayatının sonuna kadar hiç hata yapmadan yaşaması mümkün değildir. Allah, pek çok hikmet doğrultusunda insanı hata yapacak şekilde yaratmıştır. Bu nedenle bir insanın, karşısındaki kişiden, bir ömür boyu hiç hata yapmadan irade göstermesini beklemesi çok yanlış bir yaklaşımdır. Dünyanın en mükemmel, en güzel ahlaklı insanı dahi, temelde bir ‘insan’dır. Ve Allah’ın yaratışı gereği mutlaka unutacak, yanılacak, hataya düşecektir.

Ancak bir insan eğer gerçekten iyi niyetli, samimi ve dürüst ise, bu hatasını düzeltip telafi etmek için elinden gelen her şeyi yapar. Dolayısıyla bir insanı değerlendirirken ölçü bu kişinin hiç hata yapmamasını beklemek ve hata yaptığında onu bir anda hayattan silip atmak değildir. Aksine hata yapabileceğini unutmamak, fakat hata yaptığında da, bunu ne kadar samimiyetle telafi etmeye çalıştığına bakmaktır. Eğer bu konumdaki kişi, işlediği kusuru örtebilmek, bu hatasıyla oluşturduğu tahribatı temizlemek ve karşı tarafa yönelik çok daha iyi şartlar oluşturabilmek için var gücüyle çabalayıp, elinden gelen herşeyi yapıyorsa, bu durumda onu da hiç vakit kaybetmeden hemen affetmek de, güzel ahlakın gereğidir.

Toplumda, içlerinden bir türlü atamadıkları kin ve öfke duyguları yüzünden birbirlerini affedemeyen, sırf bu yüzden en sevdikleri, en yakın olmak istedikleri insanlardan dahi ayrı kalan pek çok insan vardır. Ve sırf affedemedikleri için sevmekten, sevilmekten, birbirleriyle kuracakları güven dolu dostluklardan, yakınlıktan, sırdaşlıktan, sadakatten, vefadan, saygıdan tamamen mahrum kalmış bir hayat yaşamaktadırlar.

Nefis, ‘gurur’ adı altında insanları, birbirlerini affetmekten, alttan almaktan, hoşgörülü ve toleranslı davranmaktan, birbirlerine güvenle yaklaşmaktan, hüsn-ü zan etmekten, güzel gözle bakmaktan, sevgiyle ,merhametle yaklaşmaktan alıkoymaktadır. İnsanlara gururu –sözde- kutsal (Allah’ı tenzih ederiz) ve saygı duyulacak bir vasıf gibi göstererek, onları gururlarından asla taviz vermemeye teşvik etmektedir. Affeden insanın küçüleceğine, akılsız konumuna düşeceğine, yenilgiye uğrayacağına inandırmaktadır. İnsanlar da nefislerinin bu seslerine kulak vererek, gururlarının da desteğiyle içlerindeki kin ve öfke duygularını daha da güçlü ve katı hale getirmektedirler.

Oysa affetmek, kin gütmekten çok daha kolay, çok daha rahatlatıcı, çok daha bereketli ve güzel bir duygudur. İnsan %’de 100 haklı olduğu bir durumda dahi affetme olgunluğunu gösterebildinde, içinde çok derin bir ferahlık, neşe, sevinç ve mutmainlik yaşar. Ona kalbindeki bu güzellikleri yaşatan ise yalnızca Allah’tır. Allah, beğendiği ahlakı gösteren, nefsinin zorlamalarına rağmen iyilikten yana tavır koyan kullarına Kendi Katından bu lütfunu tattırmaktadır. Affetmeyen insan her gün, her saniye, içindeki kin ve öfkenin acısını, ızdırabını, sıkıntısını yaşarken; “Acaba affetse miydim?” diye düşünmenin verdiği manevi azap ve pişmanlık içerisinde kavrulurken; bağışlayabilen insanlar, gösterdikleri bu ahlak ile birlikte sevginin, saygının, dostluğun aydınlığına kavuşurlar.

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar,affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)