Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda gerçek sevgiyi bulanlardan çok, bulduğunu zannedip yanıldığını anlayanların yakınmalarına ve pişmanlıklarına rastlanır. Bu yanılma ve pişmanlıkların sebebi, insanların birçoğunun farkında olmadıkları bir gerçektir. Sevilecek varlıkları yaratan Allah’tır ve insana bu varlıkları sevme yeteneğini veren de yine ancak Rabbimiz’dir. Dolayısıyla sevgi gibi büyük ve eşsiz bir nimete layık olmak için sevginin esas sahibi olan Allah’a samimi olarak iman etmek, O’nu herşeyden çok sevmek, O’na gönülden bağlanmak ve O’nu razı edecek şekilde davranmak gerekir.
Hayatları boyunca Allah’ın rızasını arayanları, iman etmeyenlerden ayıran özellik, onların Allah’ı herşeyden çok sevmeleri ve Rabbimiz’e duydukları derin sevgi ve içli korkularından dolayı güzel ahlakı yaşıyor, iyi davranışlarda bulunuyor olmalarıdır. Müminler severken de, sevdikleri tüm varlıkları Allah’ın yarattığını, onlara sevilecek özellikleri verenin Allah olduğunu, Allah dilediği için sevgiyi hissettiklerini bilerek ve yine sevgilerini asıl olarak Rabbimiz’e yönelttiklerini unutmadan severler. İman etmeyenler ise nefislerinin kötü telkinlerine aldanırlar ve sevginin esas sahibi olan (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ı değil, O’nun yarattığı varlıkları kendilerince O’ndan bağımsızlaştırarak sevme yanılgısına düşerler.
Samimi olarak iman edenlerin sevgileri her zaman Kuran’daki sevgi kavramına uygundur. Müminler bu konuda son derece titiz davranırlar. Bu titizlik, onları kendi nefisleri için sevgi arayışında olanlardan ayırt eden temel farklardandır.
İman Etmeyenler Samimi Sevgiyi Neden Yaşayamazlar?
Daha önce de belirtildiği gibi, gerçek sevginin kaynağı, Allah’a saygı dolu bir korku ve içli bir sevgi duymaktır. Çünkü ancak Allah’tan korkan ve bundan dolayı O’nun istemediği ahlaktan titizlikle kaçınan bir insan sevilmeye layık olabilir. Allah’tan gereği gibi korkan bir insan, nefsinin oyunlarına ve kötülüklerine karşı her zaman dikkatli olur. Çünkü Kuran’da Hz. Yusuf (a.s.)‘ın sözlerinin haber verildiği ayetteki gibi insanın nefsi durmak bilmeksizin kendisini kötülüğe çağırmaktadır:
“(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, Rabbim’in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir…” (Yusuf Suresi, 53)
Buna karşılık, Allah korkusu olmayan ya da Allah’tan gereği gibi korkmayan, Allah’ın ölümden sonra dünyadaki davranışlarının hesabını soracağını görmezden gelen ve nefsi her ne isterse ona boyun eğen kişi ise, kötülükte sınır tanımaz. Nefsin sınırsız kötülük telkin ettiği, onu arındıran müminlerin felah bulduğu, onun telkin ettiği kötülükleri savunanların ise helak olacağı Kuran’da şöyle bildirilir:
“Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla günahla bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems Suresi, 8-9-10)
Durmaksızın kötülüğü emreden nefsine sınır koymayan bir insana güvenmek mümkün değildir. Böyle bir insanın, vereceği söze sadık kalması beklenemez, zira bu kişinin sözünden dönmemesi için hiçbir neden yoktur. Sevginin gerçekliği, zor günlerde, fakirlikte ve hastalık zamanlarında ortaya çıkar. Nefsani davranan bir kişinin ise sevdiğini söylediği insana vefa göstereceğinden asla emin olunamaz. Çünkü kendi nefsini seven bir insan, fedakarlıkta bulunma konusunda tahammülsüzdür. Böyle bir insan, karşısındaki insanın doğal acizliklerini görmezden gelemez, en basit hatalarını dahi çoğu zaman tolere edemez. Hatta hata bile sayılamayacak olaylar yüzünden hiç yoktan kavga çıkarabilir. Önemli olan kendi keyfidir ve keyifsiz olduğunda sevdiğini iddia ettiği insanların dahi mutlu olmalarını istemez.