Dinsizliği yaşayan toplumlarda insanların büyük çoğunluğu dünyada kendileri için mümkün olduğunca fazla çıkar sağlamaya, kendi istek ve tutkularını tatmin etmeye, kısa bir yaşam süresini sorumsuzca geçirmeye çalışırlar. Ahlaki yönden bir güzellik elde etme konusunda herhangi bir çabaları olmaz. Çünkü bunun kendileri için bir çıkar sağlamayacağını düşünürler. Hatta aksine yardımsever, şefkatli, merhametli, hoşgörülü, vicdanlı kısacası üstün ahlaklı insanları kendi çarpık bakış açılarıyla “saf” kişiler olarak değerlendirirler. Din ahlakından yoksun olan toplumlarda aile bireyleri arasındaki ilişkilerde de açıkça fark edilen bir tahribatın yaşandığı görülür. Çocuklarına gereken sevgi ve ilgiyi göstermeyen anne babalar ve anne ve babasına karşı -çevresinden aldığı olumsuz telkinlerin neticesinde- gereken saygı ve hürmeti göstermeyen çocuklar, bu dejenerasyonun en açık örneklerinden biridir. Kimsenin kimseye saygı, sevgi ve merhamet duyguları duyması için bir neden kalmaz. Bunun sonucunda ise sosyal anarşi oluşur. Zenginler fakirlere, fakirler zenginlere kinlenir, sakat veya muhtaç olanlara karşı şefkat ve ilgi yerine kızgınlık oluşur. Farklı kökenden ve ırktan insanlara karşı saldırgan olunur, işçiler patronlarına patronlar işçilerine, baba oğula oğul babaya karşı saldırganlaşır.
Dinsiz toplumlarda insanların birbirleri için fedakarlıklarda bulunmaları, sevgi göstermeleri, dayanışma, cömertlik gibi değerler tamamen ortadan kalkar. Her şeyden önce bazı insanlar birbirlerine insan olarak değer vermezler, çünkü yıllar boyunca birtakım çevrelerin planlı ve örgütlü yalan telkinleri ile birbirlerini maymundan evrimleşmiş varlıklar olarak görürler. Bir insan, maymundan evrimleştiğini düşündüğü bir insana iyi davranmak istemez. Bu düşüncedeki insanlar, bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine değer vermez sevgi duymazlar. Kimse kimsenin sağlığını, huzurunu, rahatını düşünmez. İnsanlara bir zarar dokunmasından endişelenmez, buna engel olmaya çalışmaz. Örneğin, hastanelerde ölmek üzere olan insanlar sedyelerde uzun süre bırakılır, onlarla hiç ilgilenen olmaz. Veya son derece sağlıksız ve temizlikten uzak şartlar altında işletilen bir lokantanın sahibi, orada yemek yiyen insanların sağlığına vereceği zararı hesaplamaz. Yalnızca kendi kazanacağı parayı düşünür.
Burada verilen örnekler Allah korkusu olmadığı takdirde kişilerin her türlü kötülüğe yönelebileceğinin ve bir çıkarları olmadığı sürece birbirlerine hiçbir şekilde iyi davranmayacaklarının, sevgi duymacaklarının açık delillerinden yalnızca birkaçıdır. Oysa Kuran ahlakında insanlar birbirlerine Allah’ın birer kulu olarak değer verirler. İyilik yapmak, sevgi ve saygı duymak için bir çıkar gözetmez, aksine sürekli iyi işler yapıp hayırlarda yarışarak Allah’ın rızasını kazanmaya çalışırlar. Rabbimiz samimi iman sahibi kullarının üstün ahlakını ayetlerde şöyle bildirmiştir:
“Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.” (Rad Suresi, 20–22)
Yine dinsiz toplumlarda yaşanan menfaate dayalı olan sevgi türünde insanlar sevgi adı altında kendilerini ve başkalarını kandırmakta, bunun neticesinde son derece sıkıntılı, yalnız ve mutsuz bir hayat sürmektedirler. Bu, menfaat üzerine kurulu bir dünyada yaşayan insanlar tarafından çok iyi bilinen bir gerçektir. Bu dünyayı yaşayan insanlar, dost sandıkları kişilerin bir gün mutlaka kendilerini yalnız bırakacaklarını, özellikle sıkıntılı zamanlarında, örneğin hastalandıklarında ya da maddi imkanlarını kaybettiklerinde kendilerinden yüz çevireceklerini içten içe bilir, bu nedenle hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu ve huzurlu olmaz, sevildiklerini hiçbir zaman gerçek anlamda hissedemezler. Karşılarındaki insanların sevgilerinden sürekli olarak kuşku duymalarının sebebi budur.
Allah’ı çok seven, Allah’tan çok korkan, her şeyde Allah’ın tecellilerini gören, Allah’ın yarattığı maddi manevi tüm nimetlerden büyük zevk alan, insanlara karşı kalplerinde hissettikleri sevginin kaynağı da, yine, Allah’a duydukları coşkun sevgi olan müminlerin insan sevgisinin ise sonu yoktur. Sevgilerinde azalma olmadığı gibi, günden güne artar ve derinleşir. Karşılarındaki müminin kendilerine olan sevgisinden de şüphe duymazlar, çünkü onların da kendileri gibi Allah’ı çok sevdiklerini ve kendilerine duydukları sevginin Allah sevgilerinden kaynaklandığını ve doğal olarak azalmadığını, aksine sürekli arttığını bilirler.
Allah sevgisinin ve Allah korkusunun tam olarak yaşanmadığı toplumlarda ise insanlar sevgisizlikten yana çok sıkıntı çekmekte, aradıkları gerçek sevgi ve mutluluğu hiçbir zaman bulamamaktan yakınmaktadırlar. İnsanların sevgisizlikten kaynaklanan mutsuzluklarıyla ilgili günlük gazetelerde de çokça haber ve araştırmaya rastlamak mümkündür.