Bazı insanların, içinde yaşadıkları toplumun yüzyıllar içinde meydana getirdiği geleneğe uymaya, atalarından kalan örfü sürdürmeye yönelik bir eğilimi vardır. Eğer bu gelenek ve örf, Kuran ahlakına uygunsa, bunların yaşanmasında bir sakınca yoktur. Fakat Kuran’da bildirilen hükümlere uygun olmayan, İslam örfüne aykırı yönleri varsa -ki çoğu zaman böyledir- Allah bunları yaşamayı yasaklar. Çünkü Müslümanın yol göstericisi, Allah’ın indirdiği Kitap’tır; bu ilahi yol göstericiyle çeliştiği takdirde, ne atalarının ne de başka kişilerin ortaya koydukları gelenek ve kurallar Müslüman için hiçbir anlam ifade etmez. Fakat insanların bir kısmı büyük bir gaflet perdesi altında kendi bildikleri şekilde dini yaşamaya devam ederler. Bu şekilde dini yaşayan kişilerin düştükleri durumu Yüce Allah bir Kuran ayetinde şöyle haber verir:
“Onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denildiğinde, derler ki; “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)?” (Lokman Suresi, 21)
Bazı insanlardaki gaflet perdesinin kalkması, batıl din anlayışı yerine saf ve katıksız bir biçimde Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uygun din ahlakının yaşanmasını sağlamak için kullanılacak yöntemlerden biri de telkindir.
Din Ahlakı Telkinle Diri Kalır, Anlatımla Güçlenir
Yüce Allah’ın insanlar için seçip beğendiği İslam dini; insanların üzerindeki tüm külfeti, kısıtlayıcı, sınırlayıcı, insanlara zorluk getiren ağırlıkları kaldıran demokrasi ve özgürlüğün gerçek kaynağı olan bir dindir. İslam dininin hiçbir karmaşıklığı ve anlaşılamayacak hiçbir yönü yoktur. Normal bir insan çok kısa bir zamanda İslam dinini çok güzel kavrar. Bir kişiye, salih kulları için herşeyi hayırla yaratan Allah’ın kendisi için belirlediği kadere teslim olması, herşeyde sadece O’nun rızasını arayarak O’na yönelmesi gerektiği çok detaylı olarak anlatılsa çok kısa sürede İslam ahlakının temel konularını anlayabilir. Din ile ilgili anlatımlarda bu şekilde detaylara girilmesinin nedeni, karşıdaki kişinin daha çok düşünmesini sağlamak ve sürekli olarak dikkatini açmaktır. Nitekim aklı gaflet perdesi ile kapalı olan bir insanın evrendeki her varlığın ve gerçekleşen her olayın sahibi olan Yüce Allah’a güvenip dayanması ve O’nu dost edinmesi için detaylı bir anlatım yapılması bu kişinin hayatı boyunca yaşadığı korkuların, endişelerin, sıkıntıların ve zorlukların kalkması için gereklidir. Kuran ahlakını yaşayan bir insan için din ahlakının getirdiği en önemli kolaylık ve güzelliklerden biri budur. Zaten Allah, tüm emir ve hükümlerini insanların fıtratlarına en uygun şekilde bildirdiğinden, bunların uygulanmasında hiçbir bir zorluk bulunmamaktadır. Allah, Kuran’da din ahlakının kolay olduğunu, bu üstün ahlaka tabi olanların işlerini kolaylaştıracağını şöyle bildirir:
“… O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi)…” (Hac Suresi, 78)
Telkinle İnsanların Dikkati Keskinleşir
Gaflet perdesi içinde olan insanların en belirgin özelliği, Kuran’da kast edildiği şekilde düşünmeyi bilmemeleridir. Hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmezler. Sadece kazanacakları parayı ya da yapacakları gösterişi düşünürler. Büyük bir çoğunluğu, evrenin nasıl var olduğu, sahip oldukları bedenin kimin tarafından yaratıldığı, ölümle birlikte insanın nereye gittiği gibi temel imani konular hakkında düşünmezler. Düşünceleri sadece kişisel çıkarları üzerine kuruludur. Bu nedenle gaflet içerisinde olan böyle bir kişiyi mutlaka düşünmeye sevk etmek gerekir. Bu kişinin hem içinde yaşadığı sistemin çarpıklığını görmesi, hem de temel imani konuları kavraması için hayati derecede önemlidir.
Düşünmek, insanın kendi kendine bazı sorular sormasına, eksikleri fark etmesine ve bu eksiklerden dolayı içinde bulunduğu durumdan sıkıntı duymasına neden olur. Bunun sonucunda ise doğruyu ve gerçeği aramaya başlar. Samimi olarak kendinde ve etrafında olan eksiklikleri görür ve bunları dürüstçe eleştirmeye başlar. Sonuçta hurafelerle dolu olan veya din ahlakından uzak olan yaşamından uzaklaşmaya başlar. Bu vesileyle örneğin namaz kılmayan biri namaz kılmaya başlar, bencil birisi bencilliğin çirkinliğini fark eder, sevgiyi yapmacıklık olarak gören birisi gerçek sevgiyi öğrenir, cahiliye ahlakını ve yaşamını hoş gören biri gerçekte bu yaşamın çirkinliğini, Müslümanların ise güvenilir insanlar olduklarını fark eder.
Telkin Ömür Boyu Devam Eder
Gaflet içinde olan bazı insanların içinde bulundukları bu durumdan kurtulmaları Allah’ın dilediği zamanda gerçekleşir. Bazı insanlar gaflet halinden çok genç yaşlarda, bazıları ise ileri yaşlarda kurtulabilir. Ancak gaflet perdesi kalktıktan sonra din ahlakını diri tutmak için yapılan telkinin ömür boyu devam etmesi gerekir. Çünkü insanlar doğdukları andan itibaren cahiliye ahlakı ve batıl din telkini alırlar. Bu nedenle söz konusu insanların ömürleri boyunca batıl din anlayışı yerine saf ve katıksız bir biçimde Kuran ahlakına uygun din anlayışını öğrenmeleri, hayata bakışlarında ve yaşamlarında daima Kuran’ı ölçü olarak almaları için samimi din ahlakını telkin etmek önemlidir. İnsanlar hayatları boyunca gafletten kurtulmak için şu konularda kendilerine dini telkin yapabilirler:
- Kuran okumak ve ayetler üzerinde düşünmek
- Allah’ın din ahlakını öğrenmek ve yaşamak için verdiği imkanları değerlendirmek
- Allah’ın herşeyden haberdar olduğunu ve herşeyi çepeçevre kuşattığını bilmek
- Allah’ın yarattıklarını detaylarıyla bilmek
- Dünyanın kısa ve geçici olduğunu bilmek
- Ölümü düşünmek
- Asıl yurdun ahiret olduğunu bilmek
- Ahiretten geri dönüşün olmadığını bilmek
- Cehennemin ne kadar azap verici bir mekan olduğunu ve orada sonsuza dek kalınacağını bilmek
Tüm bunların sonucunda sürekli Allah ile bağlantı içerisinde olan bir kişi, din ahlakına uygun en güzel karakter özelliklerini sürekli üzerinde barındırır. Kuran’da müminlerin bu üstün ahlakı şöyle bildirilmiştir:
“Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir.” (Hac Suresi, 24)
Sayın Adnan Oktar 7 Haziran 2011 tarihinde A9 TV ve Kaçkar TV’de yayınlanan sohbetinde “insanlarda gaflet perdesinin kalkmasında telkinin önemi”ni şöyle anlatmıştır:
ADNAN OKTAR: Evet, aslında din o kadar karmaşık, öyle günlerce anlatılması gereken, yıllarca anlatıldığında kavranan bir durum değil. Dini anlamak için normal bir insan en fazla bir haftada İslamiyeti çok güzel kavrar. En fazla bir hafta sürer. İşin doğrusu bir günde tam olarak anlar, bir gün oturtsan karşına, anlatsan anlar. Detaylara girmemizin nedeni, daha çok düşündürtmek, sürekli dikkati açmak. Din telkinle kaimdir, ne kadar çok telkin olursa, ne kadar çok anlatılırsa o kadar güçlenir. İnsanların dikkati keskinleşir, ufku açılır. O yönden önemli, mesela biz, iddia edilen Ergenekon terör örgütüne defalarca dikkat çektik. Bir süre sonra hakikaten bakıyoruz, insanlarda bu çok olumlu etki yapıyor. Bir süreye kadar sabreden bir insan, bakıyorsun çok samimi itiraflar yapabiliyor. Çok dürüstçe olayı ele veriyor, anlatabiliyor. Bakıyorsun o şeyden vazgeçebiliyor. Israrla namaz kılmayan bir insan, bakıyorsun birdenbire namaz kılmaya karar veriyor. Israrla doğru söylemeyen adam, bakıyorsun bir gün sürekli doğru söylemeye karar veriyor. Sevgiyi bilmeyen adam, bir de bakıyor sevgi çok güzel bir duygu, sevmeye ve sevilmeye karar veriyor. Egoist bir insan, egoistliğin çirkinliğini fark ediyor, “ne kadar pis, ne kadar kötü” diyor. Mesela sevdiği, güvendiği insanlara bir de bakıyor ki çok adiler, küfür içinde, ahlaksız, vicdansız. Bir de bakıyor ki karşı olduğu insanlar da çok güzel insanlar, müminler, Müslümanlar, çok şeker insanlar, çok iyi insanlar, bunu fark ediyor. Onun için, insanların böyle bir ince teli vardır, o koptu mu ondan sonra gerçekleri görmeye başlar; o perde yırtıldığında görür. O perde yırtılmadığında göremez, sevgiyi fark edemez. Mesela sevginin yapmacık bir şey olduğunu düşünür, sonra bir de bakar ki hakikaten sevgi denilen bir şey var. Egoistliğin iğrençliğini fark edemez, egoistliği hak olarak görür; “tabiî ki egoist olacaksın” der. Halbuki gider bir de bakar ki, rezalet bir şey egoistlik ve onu çirkinleştiren, çökerten bir şey. Bazen bu iki yıl sonra anlaşılır, bazen üç yıl sonra. Onun için telkinin ömür boyu yapılması lazım. Bazı insanların 60 yaşında o perdesi açılır, kafasında bir netlik meydana gelir.
Gece gündüz anlatıyoruz anlamıyor, öyle bir şey yok. Ben mesela akademideyken Hasan Kaçan; o zaman Marksist’ti. Bütün komünistler; zaten doluydu okulun içi, komünist doluydu, komünist olmayan çok azdı, parmakla sayılırdı. Ben o zaman ona kitap da vermiştim, arkadaşlarına da kitap vermiştim. Anlattıklarım ona dolaylı olarak da gitti, bilgi olarak da gitti. Yıllar sonra Müslüman olduğunu söyledi. Mümin muttaki, namazında niyazında bir Müslüman oldu. Mesela ünlü yazarlar, felsefeciler, biz bunların çoğuna kitap gönderdik. Ama bir süre sonra mesela, bir yıl iki yıl sonra, üç yıl beş yıl sonra netice aldık. O andaki inkarlarına takılmamak lazım. Anlattım kabul etmedi, öyle bir şey yok. Beyninin kabul etmesi önemlidir, kendinin kabul etmesi önemli değildir. Lisanen kabul etmemesi ilk anda önemli değildir. Beyni kabul ettikten sonra iş bitti.
Aklı başında bir adama da hakkı anlatırsan, beyni kabul eder. Beynin kabulünü esas almak lazım. Mesela Hilmi Yavuz Hoca, bizim akademide Marksist düşüncedeydi. Biz anfide otururduk, ders verirdi bize, sohbet ederdi, İslam dinini eleştirirdi. Darwinizm’in, materyalizmin geçerliliğini anlatırdı, Marksist düşünceyi anlatırdı bize Hilmi Yavuz. Ben de ona götürüp kitap vermiştim Darwinizm’i eleştiren. Konuşmuştuk, sohbet etmiştik. Yıllar sonra Hilmi Yavuz Hoca 180 derece döndü, Marksizm’e karşı bir tavır aldı ve İslamiyet’i savunuyor şu an. Demek ki o devirde vicdanı kabul etmiş, aklı kabul etmiş. Dil olarak kabul etmedi o devirde, ama beyni kabul ettiği için sonunda beynine uydu. Öyle çok vaka var.