Belli ülkelerde belli zamanlarda kadınlara yönelik verilmiş hakların sene-i devriyesi her yıl kutlanır: Kadınların erkeklerle eşit şekilde eğitim görme hakkı, devlet memuru olma hakkı, seçme ve seçilme hakkı, kadınların boşanabilme hakkı… Dünyanın kanıksadığı bu kutlamaların temelindeki garip zihniyetin ise pek az kişi farkında.
Bu garip zihniyet zaten baştan kadınların haklarının hangi anlayışla alınmış olduğu sorusuyla başlıyor. Kadının sahip olduğu en doğal haklarını almak kimin ve nasıl tekeli altında? Ve dolayısıyla da kadına haklarını geri vermek nasıl ‘bir medeniyet göstergesi’ olarak kabul ediliyor?
Kadın, zaten haklarıyla birlikte doğar. Ona bu hakları Allah vermiştir. Kuran, bu hakların ve üstünlüklerin tarif edildiği, kadının övüldüğü ve kadına en büyük değerin verildiği rehberimizdir. Kuran’a göre kadın, fikrine danışılan bir devlet yöneticisi, bir dava insanı ve aynı zamanda güzelliğin ve zarafetin sembolü olan bir çiçektir. Kuran’daki kadının sorumlulukları erkeklerden farklı değildir. Fakat aynı zamanda kadın, değerli olduğundan daima koruma altına alınmıştır. Allah, Kuran’da kadını üstün tutmuştur.
Dolayısıyla insanların çeşitli sebeplerle tarihte veya günümüzde kadınlara yönelik hak ihlallerinde bulunmaları sahte inançlar, fikirler ve ideolojilerin ürünüdür. Sahte ideolojilerin ürettiği bu yasaklamaların lütfedilip kaldırılması kutlanacak bir başarı değil, büyük bir ayıbın bertarafıdır.
İslam dininin kadına ihtimamına rağmen, bazı İslam ülkelerindeki kadına yönelik istismarın ne kadar büyük boyutlarda olduğu görülebiliyor. Özellikle bir kısım topluluklar, İslam yerine oldukça tehlikeli ve sapkın bir hurafe dininin uygulamalarını yerine getiriyorlar. Bu yanlış inancın en dikkat çeken yönü ise, hayatın her alanında sevgi yerine nefretin daha baskın olması. Ve bu anlayışın ortaya koyduğu en büyük nefret odaklarından biri de kadınlar. Kadın, Kuran ile çelişen oldukça fazla sayıda hurafe ile ikinci sınıf vatandaş haline getirilmiş, değersizleştirilmiş, toplumdan, sosyal hayattan, hatta hayatın tamamından soyutlanmaya çalışılmıştır.
Kimi ülkelerde yıllardır süregelen kadına yönelik öfke ve baskı politikası çok iyi bilindiği gibi bazı ülkelerin kanunlarında ve gündelik yaşamlarında da yürürlüktedir. Fakat özellikle son dönemlerde Ortadoğu ve Afrika gibi kırılgan bölgelerde meydana gelen iç çatışmalar, hurafeci zihniyetin hakim olduğu radikal grupların çeşitli yerlerde kendilerini daha belirgin göstermeleri, kuşatma altına alınmış bölgelerin artması, kadına yönelik uygulanan istismar terörünü daha da güçlendirmiştir. Irak, Suriye, Keşmir, Afganistan, Doğu Türkistan, Sudan, Somali, Arakan gibi bölgelerde kadına yönelik cinayet, işkence ve tecavüz gibi saldırılar oldukça ileri boyuttadır. Ancak söz konusu bölgelerde gittikçe artan çatışmalar, kadınlar konusundaki bu önemli gerçeği gölgede bırakmaktadır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 6 Şubat tarihinde yayınladığı “No One is Safe” (Kimse Güvende Değil) başlıklı 105 sayfalık raporda Irak’ı konu etti. Raporda temel olarak vurgulanan konu ise cezaevlerinde suçsuz olarak tutulan, dövülen, çeşitli şekillerde işkenceye ve tecavüze maruz kalan Iraklı kadınların durumu idi. İnsan kaçırma, işkence, kadın idamı ve tecavüz olaylarının şok ediciliği üzerinde durulmuştu.
Raporun Irak’ı hedeflemesinin kuşkusuz ki özel bir sebebi var. Raporda özellikle, demokrasinin inşası için hedef seçilmiş ve özgürleşen bir Irak’ın kadın hakları açısından nasıl bir durumda olduğu gözler önüne serilmek isteniyordu. Buradan yola çıkarak, demokratikleşme aşamasına ulaşamamış diğer ülkelerde durumun nasıl olduğunu tahmin etmek ise kuşkusuz ki zor değil.
1995 yılında Hillary Clinton’ın “kadın hakları insan haklarıdır” şeklindeki vurgusu oldukça doğru. Fakat bu anlayışın hayata geçebilmesi için kadın hakları konusunda ikna çalışmaları, gösteriler, öfkeli grupların öfkeli tepkileri veya suni Batılılaştırma çabaları istenen sonucu vermeyecektir. Kadın haklarının, insan hakkı olduğunun anlaşılabilmesi için özellikle hurafelerin etkisi altındaki Müslüman toplumlara kadının Kuran’da nasıl tanıtıldığının anlatılması gerekiyor.
Kadın istismarı elbette ki sadece İslam ülkelerinde görülen bir sorun değil. Bu aynı zamanda pek çok çarpık ideolojinin de beraberinde getirdiği bir felaket. Fakat bu istismar eğer özellikle İslam ülkelerinde engellenebilirse, sorunun dünya genelinde de çözümünü beraberinde getirecektir. Kuran’da tarif edildiği şekilde kadının üstünlüğünü ve korunmasını esas alan bir anlayışın yaygınlaşmasıyla kuşkusuz ki kadınların cinayet, istismar, işkence ve tecavüz gibi korkunç uygulamalara maruz kalması da önlenecektir. Kadına değer veren toplumlar, diğer toplumlara da örnek teşkil edecek ve kadınlara yönelik yanlış uygulamaların dünya çapında ortadan kalkmasının da yolunu açacaktır.
Kadına hak ettiği değeri veren toplumlar daima mutlu, özgürleşen ve gelişen toplumlardır. Kadına değer veren toplumların çöküşü mümkün olmaz, onlar daima ilerler ve demokratikleşirler. Dolayısıyla kadınların korunması ve hak ettikleri değerin verilmesi, tüm toplumların ihtiyacıdır.
Unutulmamalıdır ki, eğer yanlış bir inanç veya ideolojinin getirdiği tahribatlardan kurtulmak isteniyorsa, sadece o tahribata tepki göstermek değil, o yanlış inancı doğrusuyla değiştirmek gerçek çözüme ulaştırır. Dolayısıyla kadınların hak ettiği değeri görmeleri ve mağdur edilmemeleri için toplumlara, Allah’ın kadına verdiği değerin anlatılması şarttır. Bunun da tek yolu doğru eğitimdir.
Adnan Oktar’ın New Street Times’da yayınlanan makalesi: