Vermek zorunda olduğumuz her karar öncesinde bize yol gösteren, doğru olana yönelten bir ses duyarız.
Sabah uyanıp, gözümüzü açtığımız andan itibaren, nereye gidersek gidelim, ne iş üzerinde olursak olalım bizimle birlikte hareket eder bu ses.
Bizden başka hiç kimse duymaz, ama o ses bize adaleti, güzel ahlakı, alçakgönüllü olmayı, dürüstlüğü, samimiyeti, kısacası her şeyin en doğrusunu bildirir.
Bize yol gösteren ve iyiliği emreden bu iç ses, vicdanımızın sesidir. Ancak Allah bir Kuran ayetinde: “Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.” (Beled Suresi, 10) diye bildirir. Yani iyiliğe yönelten bir ses olduğu gibi kötülüğe çağıran bir ses de vardır. İnsanlar bilerek ya da bilmeyerek ya Rahman’ın yoluna yani vicdanlarına ya da fücur olana, şeytanın yoluna uyarlar.
Allah, insanlara yanlışı, fücuru ve ondan korunmayı ilham ettiğini de Kuran’da haber vermiştir:
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). (Şems Suresi, 7–8)
“Fücur” kelimesi anlam olarak “günaha ve isyana girişmek, fasık olmak, yalan söylemek, baş kaldırmak, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, ahlaki çöküntü, takvanın zıddı” demektir. Yani fücur olarak isimlendirilen kavram, insan nefsinin olumsuz özelliklerinin tümünü kapsamaktadır, özetle vicdanın tam tersidir.
Kalbe ilham Allah’tan bir nimettir
Aslında vicdanın sesi Allah’ın her insana ilhamıdır, yani bir tür vahiydir. Bu anlamda herkes hatta her canlı vahiy alır, ancak elbette ki bu sesli bir vahiy değildir, Peygamberlere gelen vahiyden farklı olarak kalbe ilham edilir.
Allah Kuran’da bazı canlılara da vahyettiğini bildirmektedir:
“Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.” (Nahl Suresi, 68)
Allah vahiy ile balarısına nasıl yuva yapacağını, rızkını nerede bulacağını ilham etmektedir, karıncalar Allah’ın ilhamıyla topluluklar olarak yaşamakta, yavrularını nasıl büyüteceklerini bilmekte ve muhteşem karınca şehirleri kurmaktadırlar. Ayette bildirildiği gibi tüm canlılar ve Allah’ın vahyiyle hareket ederler, neyi nasıl yapacaklarını bilirler.
Kuran’da bu konuya işaret eden ayetlerden biri de Hz. Musa’nın annesi ile ilgilidir:
“Musa’nın annesine: “Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız” diye vahyettik (bildirdik).” (Kasas Suresi, 7)
Ayette bildirildiği üzere, Allah Hz. Musa (as)’ın annesinin kalbine Hz. Musa’yı koruması için nasıl bir yol izlemesi gerektiğini ilham etmiştir. Ayrıca kalbinin rahat etmesi için çocuğun kendisine geri verileceğini de bildirmiş yani vahyetmiştir.
Allah başka bir ayette de Hz. İsa (as)’ın havarilerine vahyettiği bir bilgiyi şöyle haber vermiştir:
Hani Havarilere: “Bana ve elçime iman edin” diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: “İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol” demişlerdi. (Maide Suresi, 111)
Yanlışı ayırt etmeyi sağlayan bir güzellik
Allah’ın ilhamı inananlar için bir nimettir, doğruya yönelten, yanlışı ayırt etmeyi sağlayan bir güzelliktir.
Vicdan, Allah’ın ilhamı olduğu için tüm insanlarda ortaktır. Allah, her insana vicdanı aracılığı ile Kendisi’nin hoşnut olacağı en doğru ve en güzel tavırları bildirmektedir. Ne var ki bazı insanlar, zayıflık göstererek nefislerine yenilir ve şeytanın yoluna uyarlar. Bu insanların şaşırtıcı bazı ortak özellikleri vardır. Örneğin legal olan hiçbir uygulamadan hoşlanmazlar.
Helal kazanç yerine gayri meşru kazanç elde eder, yiyeceği, içeceği helal yoldan değil de hırsızlıkla elde eder, yeşil ışıkta değil de kırmızı ışıkta geçerler. Kanunlara aykırı hareket etmek vicdanlarının sesini dinlemeyen insanlara anlaşılması güç bir zevk verir. Hâlbuki Allah, legal, yani vicdana uygun yaşayanları sever.
Vicdanın sesine zıt şekilde yani illegal yaşayan insanların yüzünde, temiz, dürüst yaşamamanın kirli izi olur, kötü ahlakları nursuzluk olarak yansır ifadelerine. Böyle insanların mutlaka aklı, basireti, feraseti kapanır, tavırları dengesiz olur, hiçbir zaman mutluluğu bulamazlar.
Bir insan vicdanlı, dürüst ve samimi ise dengeli olur. Vicdanına uyarak hareket eden insan yanlıştan nasıl sakınacağını bilerek doğru da hareket etmiş olur. Ancak vicdanın emrettikleri kimi zaman insanın çıkarıyla çatışabilir. Bu çatışmayı derin iman sahibi olan kişi vicdanına başvurarak, hiç tereddütsüz sonlandırır. Ancak nefislerine uyanlar mazeretler öne sürerek, doğruyu, güzel olan yolu bildikleri halde vicdana uygun olanı yapmaktan kaçınırlar.
Bunun örneklerini sıklıkla görmek mümkündür. Örneğin vicdanını kullanmayan bir insan, bir kaza gördüğünde, yaralılara yardım ederse, kendisinin sorumlu tutulabileceği ve bunun sonucunda tutuklanma ihtimali olduğunu düşünerek vazgeçebilir. Yüksek vicdan sahibi olan kişi ise, o insanın canını kurtarmak için her türlü zorluğu göze alır, asla mazeretler öne sürmez. Bir insanın canını kurtarma imkânı varken, bundan vazgeçerse katil hükmünde olacağını vicdanen bilir.
Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir.
Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 14-15)
Her insan şuur sahibi olduğu andan itibaren Allah’ın kalbine vahyettiklerinden, bu nimeti güzel değerlendirmekten sorumludur. Etrafındaki olayları idrak etmeye başlayan, muhakeme yeteneği kazanan insan, nefsi ile vicdanını ayırt edebilecek yeteneğe ve vicdanına uyabilecek iradeye sahip olmuş demektir.
Unutmayalım ki verdiğimiz kararlardan, hareketlerimizden, sözlerimizden sorumluyuz, hepimiz hesap günü sorgulanacağız ve vicdanına, yani kalbine vahyedilene, uyan Allah’ın sonsuz cennetine layık görülecek, nefsine uyan ise Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi, “kapıları kilitlenmiş” bir ateşle karşılaşacaktır.
Adnan Oktar’ın Harakah Daily & Arab News’de yayınlanan makalesi:
http://www.arabnews.com/islam-perspective/news/625411
http://www.harakahdaily.net/index.php/article/33891-everyone-in-fact-receives-revelation