new straits_times_adnan_oktar_the_culture_of_self_indulgence

Bugünün dünyası eskiye nazaran çok daha karmaşık ve hareketli. Ve bu, çoğu zaman iyi anlamda bir hareketlilik değil. Öyle ki, bugün dünyada savaşlardan, çatışmalardan ve düşmanlıklardan şu veya bu şekilde etkilenmemiş bir bölge yok.

Dünyamızda hemen hemen her gün acılar, savaşlar, çatışmalar yaşanıyor. Kanlı çatışmalar, kan donduran görüntüler, eziyet gören kadın ve çocuklar, inanılmaz bir şekilde sıradan akşam haberleri haline dönüşmüş durumda.

Daha da kötüsü, dünyanın büyük bir bölümü, böyle bir durumda normal insanlardan beklenecek duyarlılığı ve asil tavrı göstermiyorlar. Masum insanlar savaşlar, bombalar, çatışmalar ve ölümle boğuşurken, aileler parçalanıp, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar eziyet görürken akıl almaz bir kayıtsızlık ve rahatına düşkünlük dünyayı kasıp kavuruyor. Ağırlıklı olarak gençleri etkisi altına alan bu kültürde genel bir umursamazlık dikkat çekiyor. Son derece tehlikeli olan bu düşünce yapısı kayıtsızlığı teşvik etmekle kalmıyor aynı zamanda insanları tembelliğe, tamahkarlığa ve en az çalışmayla en fazla mükafatı elde etme arayışına itiyor. Dahası bu kültür sinsi bir şekilde giderek yaygınlaşıyor. İnternetten televizyona, okuldan iş hayatına kadar her yerde bu kültür gençlerin hayatlarına hakim olmaya başladı.

Örneğin televizyonda yayınlanan bazı realite şovları ele alalım. Genç insanlara bedava yiyecek ve konaklamayı “kaçırılmaması gereken fırsatlar” gibi sunan, şaibeli bir ahlak ortamının hakim olduğu bu programlar bilinçaltına şu mesajı veriyor: “Gelin, yiyecek bedava, içecek bedava, lüks evlerde bedava yaşayın. Hiçbir şey yapmak zorunda değilsiniz, hiçbir şey düşünmek zorunda değilsiniz, temizliğiniz bile başkaları tarafından yapılacak. İhtiyaç içinde olan mültecileri, ülkenize yönelik tehditleri, yardım edebileceğiniz komşularınızı düşünmeyin. Sadece keyfinize bakın.”

Bu kültürün aldatıcı cazibesine kapılan gençler, son derece faydalı insanlar olabilecekleri en verimli dönemlerinde bu potansiyellerinden faydalanamıyor ve kendi istekleri dışında hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar haline geliyorlar. Bu bencil, ben-odaklı, bedavacı kültür, gençlerin kapasitelerini kullanmalarını engellerken, fiziksel ve zihinsel güçlerini de tüketiyor. Yıllarca bu şekilde yaşayan gençler en sonunda her şeyden sıkılan, çabuk sinirlenen, huzursuz insanlar haline geliyor. Bu şekilde saatlerce televizyon dizisi izleyen, aralıksız bilgisayar oyunları oynayan dünyadan kopmuş insanlar olarak hayatlarını sürdürüyor. Birçoğu da bu karakterin doğal bir sonucu olan depresyondan kurtulmak için alkol ve uyuşturucu batağına sürükleniyor.

İnternette görülen ve birçok insanı şok eden sevgisizlik de aslında bu kültürün bir  sonucu. Hareketlerinin sorumluluğunu üstlenmek istemeyen bedavacı, rahatına düşkün gençler, hoşlanmadıkları bir durumla karşılaştıklarında hemen nefret ve hakarete yönelebiliyor. Sahte hesapların ardına saklanarak herkese ve her şeye karşı nefret ve düşmanlık sergilemekte bir mahsur görmüyorlar.

Bu tehlikeli kültürün diğer bir sonucu ise bu gençlerin topluma fayda sağlayacak mesleklerden uzak durmaları. Çoğunlukla kolay yoldan şöhret ve para sağlayacağını düşündükleri mesleklere yöneliyorlar.  Artık birçok genç mühendis, doktor, mimar veya sanatçı olmak istemiyor, herhangi bir ideal ya da amaca sahip değiller ve dünyaya faydalı bir katkıda bulunmak istemiyorlar. Ne yazık ki medya da bu kültürü ve düşünce yapısını destekliyor.

Bu kültür özellikle Amerika ve Avrupa ülkelerinde yaygın ancak dünyanın geri kalanına da hızla yayılıyor. Televizyon programlarında ve filmlerde kaba, saldırgan, bencil ve bedavacı karakterler yüceltilirken, toplumları ayakta tutan sevgi, şefkat, fedakarlık, sadakat gibi güzel ahlaki değerler küçümseniyor.

Peki herkes tüketir ve başkalarına bağımlı olarak yaşarsa, kim inşa edip, üretecek?

Gençler önemlidir ve her biri topluma katkıda bulunma, bir şeyler üretme ve etraflarına faydalı olma potansiyeline sahip değerli insanlardır. Ancak bu tarz bir davranış şeklinin kendileri için ne kadar küçük düşürücü ve dünyamızın geleceği için ne kadar tehlikeli olduğunu  fark etmeleri gerekir. Bundan yirmi yıl sonra bu dünyayı onlar yönetecek. Ancak bencil, tamahkar, istismarcı ve tüketme odaklı insanlarla dolu bir dünya sonunda içindeki herkesi tüketecektir.

Bu sorunun acilen çözüme kavuşturulması gerekiyor. Zaman hızla ilerliyor ve zarar giderek artıyor. Ancak çözüm mümkün ve okullardan başlayabilir. Gençlerin daha aktif, çevreleriyle daha ilgili, daha fedakar olmalarını sağlayacak milli şuur dersleri yanında şefkat, sevgi, işbirliği, fedakarlık gibi yüksek ahlaki değerlerin televizyon ve gazetelerde geniş çapta teşvik edilmesi uzun soluklu bir etki oluşturacak ve gençleri bu tür olumsuz karakter özelliklerinden uzak tutacaktır. Siyasetçiler ve fikir önderleri bu gidişatı tersine çevirmek için geniş çaplı kampanyalar başlatabilir ve basın yardımı ile çeşitli sosyal çevrelerden gençlerin katılımını sağlayabilirler.

Bu gidişatı durdurmak ve gençleri daha güvenilir, fedakar, şefkatli ve sevgi dolu bir hale getirmek dünyamızın ve medeniyetimizin geleceği için hayati önem taşımaktadır.

Adnan Oktar’ın New Straits Times & News Rescue’da yayınlanan makalesi:

http://www.nst.com.my/news/2016/11/186481/culture-self-indulgence

http://newsrescue.com/culture-self-indulgence/

news rescue_adnan_oktar_the_culture_of_self_indulgence