Şeytanın kirli ve sinsi bir yöntemi vardır: İnsanlara “ters mantık” kullanarak etki etmeye çalışır. Bu yöntemle insanları, din ahlakının tebliğinden, ateizm ile mücadeleden, güzel ahlakın yayılmasından uzaklaştırmaya uğraşır. Bunu yaparken şeytan, kendisine kulak veren kimselere son derece makul görünen gerekçelerle yaklaşır. Şeytanın bu sinsi yöntemine uyanlar için ibadet etmemek, tebliğ yapmamak, Allah için zorluklara göğüs germemek, Allah rızası için yaşamamak ve sapkın inanç sistemlerine karşı mücadele vermemek için gerekçeler, bir başka deyişle bahaneler oldukça fazladır. Şeytanın yöntemi öylesine sinsi, öylesine alçakça ve öylesine aldatıcıdır ki, Allah adına mücadele etme konusunda tereddütte olan insanlar bu bahaneleri kullanmakta bir an olsun tereddüt etmezler. Kimileri kendilerini samimi birer Müslüman olarak gösterir, fakat farkında olarak veya olmayarak şeytanın ters mantığını kendilerine düstur edinirler. Kendilerini öncelikli görür, Allah adına mücadele etmek yerine, insanların nazarındaki itibarlarını koruma peşine düşerler. Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda çekingen davranır, bu yolda çaba gösterenleri ise kendi düştükleri tuzağa çekmeye uğraşırlar. Bu şekilde vicdanlarını rahatlatır, doğru yolda olduklarına dair kanaat getirmeye çalışırlar. Fakat kendi nefisleri de şahittir ki, Allah’ın rızasına uymadıklarından, vicdanları rahat değildir.
Şeytanın, vicdanlarıyla hükmetmeyen bu kişilere yaklaştığı kuruntulardan birkaçı şöyledir:
1. “Darwinizm’in bir yalan olduğunu anlatmayın, Darwinizm propagandası yapmış oluyorsunuz” mantığı:
Darwinizm, dünya çapında yaygınlaşmış, dünyaya ateizmi, zulmü, acıyı, savaşları, ahlaksızlık ve dejenerasyonu getirmiş, geçtiğimiz iki yüzyılın en büyük fitnesi, en sapkın dinidir. Deccal’in tüm dünyaya sarıp yaydığı en büyük kitle aldatmacasıdır. Darwinizm ile yapılan fikri mücadele, ateizm ile mücadeledir, Allah inancına karşı geliştirilmiş her türlü ideoloji, fitne ve bela ile mücadeledir. Ve elbette bu fikri mücadele, Allah rızası için güzel, yoğun ve kararlı bir mücadele gerektirir.
İnsanlardan bazıları vicdanen bu mücadelenin içinde olmaları gerektiğini bilirler. Yüzyılın en büyük fitnesinin başının ezilmesi gerektiğinin, Allah inancının ve güzel ahlakının tekrar yeryüzüne hakim edilmesi gerektiğinin bilincindedirler. Fakat mücadeleden kaçarlar. Allah için gösterilecek çaba onlara zor gelir. Cenab-ı Allah’ın “Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi…” (Tevbe Suresi, 42) ayetinde belirtmiş olduğu gibi, böyle bir zorluğun içine girmek istemezler. İşte bu nedenle şeytanın geliştirdiği ters mantığa uyar ve yapılan mücadeleyi ters yöne çekmeye çalışırlar. Darwinizm ile mücadelenin bir Darwinizm propagandası olduğunu öne sürerler. “Darwinizm zaten öldü, neden mücadele ediyorsunuz” iddiasıyla ortaya çıkarlar. “Zaten ölmüş bir teoriyi anlatarak varmış gibi gösteriyorsunuz” mantığını öne sürerler. Bu ters mantıktan yola çıkarak Darwinizm’in bir aldatmaca olduğunun hiçbir şekilde anlatılmaması gerektiğini iddia ederler. Şeytanın ters mantığına uyarak, kendileri de mücadele etmez, başkalarını da engellemeye çalışırlar.
Oysa bu sapkın din halen faaliyettedir ve bunun yok edilmesi için mutlaka ciddi bir mücadele verilmesi gerekmektedir. Darwinizm, insanları ateizme sürüklerken, kitle katliamlarına yol açarken, bunu görmezden gelmek, samimi bir Müslümanın kabul edebileceği bir şey değildir.
2. “İslam’ı yayarsanız her yerde isminiz duyulur, şöhret olursunuz. Şöhretten kaçınmak için İslam’ı yaymaktan vazgeçmeniz gerekir” mantığı:
Şeytan, insanları ters mantığı ile aldatarak dinin tebliğ edilmesini de engellemeye çalışır. Şeytan, bu sahte telkin ile, tebliğ yapan kişilerin kendilerini ön plana çıkarmaya çalıştıklarını, kendi şöhretlerini yaydıklarını ve bunun da mahsurlu olduğu fikrini ortaya atar. Aciz ve alçakça mantığı ile, tebliğ yapan insanların İslam ahlakını ne kadar çok anlatırlarsa o kadar ünlenerek kendi şöhretlerini arttırdıklarını, bu sebeple hemen tebliğe son vermeleri gerektiği telkinini yaymaya çalışır.
Oysa bu bir aldatmacadır.
Şeytan, bu aldatma yöntemini tarih boyunca peygamberlerin tebliğine yönelik olarak da kullanmıştır. Öyle ki inkarcılar şeytanın bu yalanına aldanarak, peygamberi “ünlenmiş bir şair” olarak nitelendirip onun tebliğine uymamışlardır:
Doğrusu Biz, suçlu-günahkarlara böyle yaparız.
Çünkü onlara: “Allah’tan başka İlah yoktur” denildiği zaman, büyüklük taslarlardı.
Ve derlerdi ki: “Biz, ünlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?”
Hayır, o, hakkı getirmiş ve gönderilen (elçi)leri de doğrulamıştı. (Saffat Suresi, 34-37)
Şeytan, tarihte inkarcıları bu yolla saptırdığı gibi, günümüzde aynı fitneci yöntemi kullanmaya çalışmaktadır. Şeytanın vermeye çalıştığı bu telkine karşı mutlaka açık şuurla, samimiyetle ve Kuran’la karşılık vermek gerekmektedir. Geçmişte peygamberlere yönelik aynı yakıştırmalar yapılmış olsa da, onlar hiçbir zaman Allah inancını anlatmaktan din ahlakının tebliğinden taviz vermemiş, hakkı söylemekten hiçbir zaman çekinmemişlerdir. Onlar, şeytanın aldatma yöntemlerine değil, yalnızca Kuran’a uyarak hareket etmişler, hakkı ve doğruyu getirmişlerdir. Eğer bir Müslüman samimi ise, şeytanın bu oyununun hemen farkına varmalı ve Kuran’a ve vicdanına göre dinin tebliğinin Allah’ın bir emri olduğunu bilerek üstlendiği sorumluluğu yerine getirmelidir.
3. “Dini tebliğ etmeyin, din zaten Peygamberimiz zamanında tebliğ edilmiştir” mantığı:
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. (Nisa Suresi, 120)
Şeytan, Allah’ın en büyük emirlerinden biri olan tebliği dahi yapmama konusunda bahaneler sunar. Öyle ki insanlara, dini tebliğin yalnızca peygamberlere ait olduğu, tebliğin bundan 1400 sene önce Peygamberimiz tarafından yapılmış olduğu ve böylelikle de Kuran’ın hükmünün yerine getirilmiş olduğu telkinini vermeye çalışır. Dahası, günümüzde bu görevi Diyanet İşleri gibi kurumların üstlenmiş olduğunu ve onların faaliyetlerinin de insanlar için yeterli olacağı mantığıyla ortaya çıkar. Bu nedenle de Allah inancının sözlü ve yazılı olarak sürekli tebliğ edilmesini insanlara gereksiz göstermeye çalışır, bu yolla tebliğ yapan insanları engellemeye çalışır.
Oysa bu büyük bir aldatmaca, büyük bir yanılgıdır.
Din ahlakının tebliği, tüm insanlar üzerine yüklenmiş büyük bir sorumluluktur. Yüce Allah, Kuran’da şöyle bildirir:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
İnsanlar zulüm görüyorken, ateist ideolojilerin idaresi altında eziliyorken ve tüm dünyaya dinsizlik hakimken; Kuran ahlakını yaşayan, Allah’a coşkulu bir aşk ve şevkle bağlı olan bir insanın yapacağı en öncelikli şey, din ahlakının tebliğidir. Böyle bir insan Kuran’a ve vicdanına uyarak, yapılması gereken en aciliyetli konunun insanlara Kuran ahlakını anlatmak olduğunu bilir. Ateist ideolojilerin etkisi altındaki toplumların, ancak Kuran ahlakını tanıdıkları ve Allah’a iman ettikleri sürece refaha kavuşacaklarından emindir. İşte bu nedenle var gücüyle, tüm imkanlarıyla Allah’ın dinini tebliğ etme görevini üstlenir. Şeytanın ters mantığına uyarak vicdanı köreltmek, dürüst ve samimi Müslümana yakışmaz. Allah’ın dininin tebliği, şu anda dünyadaki zulüm ortamında yapılması gereken en başlıca ibadetlerdendir. Bunu, şeytanın kuruntularına uyarak inkar etmenin sorumluluğu Allah’ın katında büyük olabilir.
Rabbimiz, şeytanın insanları aldatma biçimini bir ayetinde şu şekilde anlatır:
“Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa Suresi, 119)
Bir başka ayetinde ise Allah, şeytanın korkutma yöntemlerine uyanları şeytanın dostları olarak tanıtmıştır:
İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü’minlerseniz, Ben’den korkun. (Al- i İmran, 175)
Eğer bir insan Allah’tan korkuyorsa, Allah dostu ise, Kuran’a göre taviz vermeden yaşıyor ve dünyayı değil ahireti hedefliyorsa, işte o zaman mutlak samimiyetle ve vicdanlı şekilde davranmalıdır. Samimi olan bir insan için Allah rızasına göre yapılması gerekenler açıktır. Bunların tevil edilmesi, çeşitli bahanelerle engellenmesi, ancak şeytanın bir oyunudur. Binlerce yıldır tüm kavimler, çeşitli vesilelerle şeytanın bu aldatıcı taktiklerine uymuş ve büyük bir yanılgı içine düşmüşlerdir. İşte bu nedenle samimi Müslümanların üzerine düşen görev, geçmiş kavimlerden ibret alarak, şeytanın kuruntularına ve sapkın yöntemlerine hemen karşı koyabilmektir. Dinin tebliğinde, din dışı ideolojilerin engellenmesinde yalnızca Kuran’ı ve peygamberleri rehber almak ve güçlü bir mücadele gerçekleştirmektir. Kuşkusuz ki Allah, kendi dinini sağlamlaştırıp yerleşik kılacak olandır. Ve kuşkusuz ki Allah, bunu dilediği an, dilediği şekilde gerçekleştirmeye kadirdir. Allah, kimseye ve hiçbir vesileye ihtiyacı olmayandır (Allah’ı tenzih ederiz.) Allah’ın samimi Müslümanları bu kutlu görev için vesile kılması Allah’ın lütfundandır. Bu yüzden samimi insanların bu gerçeği görerek, şeytanın kuruntularına uymadan Allah adına tebliği ve Allah adına ateist ideolojilerle mücadeleyi güçlerinin yettiğince, en kararlı şekilde yerine getirmeleri gerekmektedir. Rabbimiz’in ayette belirttiği gibi, “Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.” (Nahl Suresi, 99)
Yüce Allah samimi Müslümanlara vadetmiştir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)