İnsanların birçoğunu, kendileri farkında olmadıkları halde etkisi altına almış batıl bir din vardır. Bu, kendini açıkça tanıtmayan, gizli bir dindir. Hiçbir yazılı kuralı yoktur. Adı bile konmamıştır. Fakat insanların hareket ve tavırlarını, düşüncelerini kontrolü altına alır. Pek çok kimse şuurunda dahi olmadan hayatları boyunca bu dinin kurallarını uygular, bu dinin emir ve yasaklarına göre yaşarlar. Bu din, Müslümanlık, Hristiyanlık veya Musevilik değildir. Bu dine uyan kimseler sorulduğunda belki, “Ben Müslümanım” ya da “Ben Hristiyanım” diyebilirler. Bazı kişiler de dinsiz hatta ateist de olabilirler. Fakat her biri, aslında bu gizli dinin mensubudur.

Bu din, başlangıçta insanların önüne bir bütün olarak konulup kendilerine teklif edilmez. insanlar bu dini, dünyaya geldiklerinden itibaren aldıkları uzun telkinler sonucunda benimserler. Bu nedenle, hareket, düşünce, tavır, hatta mimiklerinin bile bu dinden kaynaklandığını fark etmezler.

Bu din, kendisine bağlananlara hedef olarak “adam olma”yı gösterir. “Adam olmak”, bu dinin değer yargılarını benimsemek, kurallarını, yasaklarını ve davranış biçimlerini uygulamak, karakter özelliklerini üzerinde taşımak demektir. Toplumda kabul görmek, yadırganmamak, belirli bir yere gelebilmek için adam olmak şarttır. Bu din sonuç olarak “adam olma”nın dinidir. Biz de bu dine kısaca, “adamlık dini” adını vereceğiz.


Adamlık dininin sahip olduğu saygı anlayışına geçmeden önce, Kuran’da açıklanan saygı anlayışına bakmak gerekir. Kuran’a göre, bir mümin, öncelikle Allah’a karşı büyük bir saygı içindedir.

Al-i İmran Suresi’nin, 199. ayetinde, “… Allah’a derin saygı gösterenler olarak inananlar”dan söz edilir. Enbiya Suresi’nin, 90. ayetinde ise Peygamberlerden söz edilirken, “… gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi” denir. Müminun Suresi’nde de yine müminler için “Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar”(Müminun Suresi, 57) ifadesi kullanılır. Saygı, başka ayetlerde de Allah’a duyulan içli korkunun (haşyet) bir parçası olarak kullanılmaktadır.

Dolayısıyla müminin sahip olduğu saygı hissinin kaynağı, Allah’a duyduğu saygıdır. Diğer insanlara göstereceği saygı da, bu asıl saygının bir yansımasıdır. Mümin, Allah’a saygı duyduğu için, O’na itaat eden, O’nun rızasını kazanmaya çalışan diğer insanlara, yani tüm müminlere de saygı duyar.

Ancak elbette, adamlık dinindeki saygı anlayışı Kuran’da tarif edilen bu gerçek saygı kavramından tamamen uzaktır. Müminlerdeki saygı, daha önce de belirttiğimiz gibi, temeli Allah’a olan saygıdan kaynaklanan içten ve samimi bir duygudur. Adamlık dininde ise, yüzeysel, belli kalıplara oturtulmuş, tamamen şekilci ve karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanan riyakar davranış biçimleri olarak kendisini gösterir.

Adamlık dinine göre “saygı” göstermek, yerine göre nazik davranmak ve çeşitli ortamlara göre kurallaştırılmış söz ve hareket kalıplarını suni bir tarzda uygulamaktır. Saygı, kişinin toplumda bir yer edinmesine yardımcı olan, ortamına ve kişisine göre şekli, süresi değişen ve katlanılması gerektiğine inanılan bir tavır farklılığı olarak kabul edilir.

Adamlık dininin yaşam felsefesi ikiyüzlülüğe ve sahtekarlığa dayalı olduğu için, saygı da zorla ve istenmeden gösterilir. Kişi, saygı göstermek zorunda olduğu anlara tahammül eder. Saygı, karakterin bir parçası değildir. Bu yüzden adamlık dininde kişinin en rahat ettiği ortamlar hiç kimseye saygı göstermek zorunda olmadığı ve gerçek karakterini rahatlıkla gösterebildiği ortamlardır. Bu tür ortamlarda kişinin üslubunun bozukluğu, ahlak anlayışının çarpıklığı, kişiler hakkındaki gerçek düşünceleri ve gerçek tavrı ortaya çıkar.

Saygı anlayışı mekanlara ve ortama göre değişim gösterdiği gibi yaşa göre de değişir. Adamlık dininde kişinin kendine güvendiğini, hiç kimseyi önemsemediğini, dolayısıyla kimseye karşı bir korkusu olmadığını yani şahsiyetinin tam gelişmiş olduğunu ispat etmesi, “rahatlık” adı altında son derece basit ve saygısız davranmasıyla olur. “Rahat” olarak algılanan ortamların kendine has davranış ve konuşma tarzları vardır. Yüksek sesle kahkahalar atma, bacaklarını mümkün olduğunca açarak oturma, hiç tanımadığı birinin evinde buzdolabını açma, arkadaşına gittiğinde odasını karıştırma, dolabını açıp kıyafetlerini giyme, ayaklarını mümkün olduğunca yükseğe uzatarak, yatar vaziyette oturma, samimiyet adı altında sürekli densizlik yapma, yakın mesafeden bağırarak yüksek sesle konuşma, küfürlü konuşma, bütün esprilerine cinselliği katma bunların en belirginleridir.

Buraya kadar görüldüğü gibi, adamlık dini, Kuran vasıtasıyla insana verilen ahlaki prensiplerin hemen hepsine ters bir ahlak modeli içermektedir. Bu, kuşkusuz Allah’a hesap verileceğinin unutulduğu ve insanların büyük bir gaflet içinde dünya hayatının geçici süsüne kapıldığı bir toplumda -ki dünya üzerindeki toplumların çoğu böyledir- ortaya çıkar. Bu toplum, Kuran’daki deyimle bir “cahiliye” toplumudur, tamamen cahildirler, çünkü bu topluluk Allah’ın varlığından ve ahiretten habersizdir.

Bu toplumun insanları için dünya hayatı tek kıstastır. Oysa dünya hayatı insana aldanıştan başka bir şey vermez:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, “(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama”, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir “çoğalma-tutkusu”dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)


Allah’ı unutmuş olan toplum, kısa sürede dünya hayatını tek kıstas alan cahiliye kültürünü üretir. Bu kültürün içinde, atalardan miras kalan gelenekler, batıl inançlar, çıkar ilişkilerine dayalı sayısız ahlaki kural yer almaktadır. Adamlık dini, söz konusu cahiliye kültürünün adıdır.

Bu toplum içinde doğan insan ise, söz konusu kültürü uzun bir eğitim süreci içinde benimseyecektir. Bilinç kazanmaya başladığı andan itibaren, önce ailesi, sonra da yakın çevresi tarafından adamlık dininin kültürü ile yoğrulur. Gittikçe kendi şahsi menfaatleri için diğer insanları kullanmayı, “gemisini kurtaran kaptan” olmayı, mal, makam ve mevki hırsını öğrenir. Cahiliye toplumu insanları, ona “adam” olmak için neler yapması gerektiğini birer birer aşılar.