Ancak duygusallık deyince akla sadece bilinen belli başlı bazı tavırlar gelmemelidir. Şeytan etkisi altına aldığı insanlara bu ahlakında tüm kirli zenginliklerini öğretir. ilk bakışta son derece sıradan bir tavır bozukluğu gibi görülen duygusallık, çok detaylı ve sinsi planlara dayalı olarak yaşanmaktadır. Bu ruh hali içerisinde yapılan her tavır kasıtlı ve önceden belirlenmiş bir hedefe yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Şeytanın, kendisine dost edindiği insanlara öğrettiği bu mesaj içerikli tavırlar, bu kimselerin nefislerini temize çıkarabilmek için yaptıkları konuşmalarla kendini belli eder.
Oysa duygusallığın insana hiçbir faydası yoktur. Aksine her yönden hem fiziksel hem de manevi olarak insanı çok büyük bir zararın içerisine sokar. Dolayısıyla normay şartlarda hiçbir insan kendi canını acıtacak, hüzünlenmesine neden olup ruhunu karamsarlaştıracak bir tavır içerisine girmek istemez. Ancak şeytan, zayıf karakterli insanlara nefislerinin zaaf duyduğu noktalardan yanaşır. Telkinini insan nefsinin en hastalıklı yönlerinden biri olan haksızlığa uğrama psikolojisi üzerinden yapar. Tüm mantığını bu fikir üzerine kurar ve geçmişten verdiği asılsız ama ikna edici örneklerle kişiyi gergin ve duygusal bir ruh haline sürükler. Verdiği tüm deliller şeytani bir yorumun, sürekli olumsuz düşünen bir beynin ürünleridir. Ancak şeytan üzerini bir kabuk gibi öyle sarar ki, artık bu kişi onun her fısıltısından etkilenmeye başlar. Şeytanın verdiği fikirlerle kendi hakkını koruyabileceğine inanır. Hepsini son derece mantıklı bulur. Kuran’ın bir ayetinde şeytanın zayıf karakterli insanları etkileme yöntemi şöyle bildirilmektedir:
“Biz onlara birtakım yakın-kimseleri ‘kabuk gibi üzerlerine kaplattık,’ onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler…” (Fussilet Suresi, 25)
Bu aşamaya gelmiş bir insanın artık ağlamaktan, içine kapalı bir ruh haline girmekten çekinmesi de kalmaz. Ağlamanın vereceği melankolik, gizemli, anlaşılamaz insan izlenimi son derece cazip gelmeye başlar. Sağlıklı akla sahip bir insanın şiddetle çekineceği bu ruh hali, şeytani düşüncelerden etkilenen bu kişiye dikkat çekmek açısından da çok cazip gelmeye başlar. Ayrıca böyle bir insanın değişmesi için üzerine düşülmesi, ilgilenilmesi gerekecektir. Açılmasını sağlamak, neden dolayı böyle davrandığını anlamak için diğer insanlardan daha fazla ilgi alaka gösterilmesi gerekecektir. İlgilenilen insan olmak nefsini memnun edecek, o da bu durumun daha uzun sürmesi için oyununa devam edecektir.
Oysa bu durum tamamen şeytanın teşvikiyle içine düşülen ürkütücü bir durumdur. Çünkü sağlıklı düşünen hiç kimse kendi özgür iradesiyle böyle bir ruh halini yaşamayı tercih etmez. Allah ayetinde iman edip Kuran hükümlerine uyanlar için korku ve üzüntü olmayacağını bildirmektedir:
“Dedik ki: “Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size Benden bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara Suresi, 38)
Müslümanın hayatında hiçbir zaman aciz kalmayı kendine yakıştıracağı, çaresizliği kabul edeceği bir an olmaz. Her şartta gücünü ve güvenini Allah’tan alan, son derece akıllı, çözümcü bir karakter gösterir. Karşısına çıkan hiçbir engel ya da kendisinden beklenilen hiçbir şey onda yılgınlık oluşturmaz. Mümin, Allah’ın her olayı mutlaka çözümü ile birlikte yarattığını bilerek, imanın kendisine kazandırdığı güçlü karaktere uygun bir tavır sergiler. Kuran’da, “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran Suresi, 139) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah’a tevekkül eden bir insanın Rabbimiz’in izniyle her işin üstesinden gelebileceğini bilir.