Bir insanın karşısındaki kişiye sevgi duyması ancak o kişiyi Allah’ın ruhunu taşıyan ve Allah’ın güzel ahlakıyla ahlaklanmış biri olarak görmesiyle mümkündür. Her sevginin temelinde Allah sevgisi vardır. İnsan kendisini yaratan, şekil ve suret veren, onu yediren, içiren, nefes aldıran, şifa veren, sıkıntılarını gideren Rabbimiz’e karşı çok içli ve derin bir sevgi duyar. Etrafındaki varlıkların, tüm güzelliklerin Allah’ın birer tecellisi olduğunu bildiği için, Allah’a karşı hissettiği coşkulu sevgisinin bir yansıması olarak o güzellikleri de derinlemesine beğenir ve sever. Bir mümin bir başka müminin konuşmasından hoşlanır, onu dinlemekten zevk alır, çünkü müminler her zaman Allah’ı anarlar ve sözün en güzel olanını söylerler. Bir mümin çevresinde gördüğü güzelliklere bakmaktan zevk alır, çünkü tüm bunları yaratanın Allah olduğunu bilir. Aynı şekilde tüm hayatını, Allah’ın bildirdiği güzel ahlakı yaşayan müminlerin yanında geçirmeyi ister, çünkü onların ahlakında Allah’ın sonsuz güzel ahlakının tecellilerini görür.

Bir kişinin imanlı, akıllı, vicdanlı, ihlaslı, samimi, dürüst, mazlum, sevecen, yumuşakbaşlı, affedici, hoşgörülü olması ancak Allah’tan korkmasıyla mümkün olur. Kişinin Allah korkusu ne kadar güçlüyse, bu güzel özellikler de kişide o kadar yoğun şekilde oluşur. Dolayısıyla o kişiye duyulan sevgi de daha derin ve daha güçlü olur. Çünkü iman eden bir kişi için sevgide temel ölçü takvadır. Kim takvaya göre daha üstün özellikler gösteriyorsa, o kişiye daha fazla sevgi duyulur. Kişinin dış görünümü, eğitimi, tahsili, zenginliği, makamı, mevkisi, malı, mülkü gibi özellikler ise bir kişiye yönelik kalpte sevgi oluşması için hiçbir şekilde ölçü değildir. Kuran’da müminlerin sevgideki bu ölçüleri şöyle bildirilmiştir:

Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)