Bazen insanlar kişiliklerindeki bazı olumsuzlukları değiştirmek ister, ancak gösterdikleri çabayla istedikleri sonuca ulaşamazlar. Böyle bir durumda şeytanın bu kimseleri yönelttiği hemen hemen ilk düşünce, “kişiliklerinin sabit ve değişmez olduğu; dolayısıyla ne kadar çaba harcasalar da karakterlerini değiştiremeyecekleri” şeklindedir. Şeytan bu kimseleri özellikle de, “ellerinden gelen herşeyi yaptıklarına; ancak yine de hiçbir değişiklik oluşmadığına” inandırıp onların güzel ahlaktan yana gösterecekleri çabayı durdurmak ister.
Şeytanın bu telkinini alan bir kişi, nefsindeki gurur, enaniyet, kıskançlık, kin, öfke gibi özelliklerle karşılaştığında vicdanından yana güçlü bir tavır koyamaz. Kişiliğindeki olumsuz tavırlara karşı güçlü bir mücadele veremez. “Nasıl olsa yapabileceğim fazla bir şey yok” diyerek bu özelliklerini muhafaza eder. Çevresindeki insanlara da, “bunlar benim çok kötü özelliklerim biliyorum, ama beni böyle kabul edin”, “ben bu konuya çözüm bulamadım, bu yüzden beni idare edin” der.
Oysa ki iman eden, Kuran ayetlerinden haberdar olan her insanın çok iyi bileceği gibi, bu kişinin öne sürdüğü tüm mantıklar baştan sona yanlıştır. Yalnızca şeytanın aldatmacasından ibarettir.
Çünkü Allah her insanın nefsini temelde aynı özelliklerle yaratmıştır. Her insan, kendisine her türlü iyiliğin, inceliğin, güzelliğin yolunu gösteren vicdana sahiptir. Aynı şekilde yine her insanın nefsinde, kötülüğün her türlüsünü uygulayabilecek bilgi de mevcuttur. Dolayısıyla aslında güzel ahlaklı iyi bir insan ile kötü ahlak gösteren bir insan, aslında temelde aynı şartlara ve aynı bilgiye sahiptirler.
Allah Kuran’da insanları, nefislerindeki iyilik ve kötülüklerle birlikte yarattığını; ancak onlara bu kötülüklerden arınıp temizlenmenin yolunu da öğrettiğini; dileyenin iyi, dileyenin ise kötü olmayı tercih ettiğini bildirmiştir:
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Bu, Kuran okuyan her insanın bildiği bir gerçektir. Dolayısıyla imanlı bir insanın, “nefsindeki bir kötülüğü yenmenin yolunu bilmediğini ve çaba harcadığı halde bu konuda olumlu bir sonuç alamadığını” söylemesi hiçbir açıdan doğru değildir. Allah Kuran ile, vicdanı ile her insana nefsini eğitmenin yolunu göstermiştir.
Bu durumda büyük olasılıkla bu kişi, ya gerekenden daha az çaba göstermiş; ya güzel bir sonuç elde etmiş ama bunda istikrarlı ve kararlı olmamış, irade gösterip bunu devam ettirememiştir; ya da gösterdiği çabayı hayatının tüm alanlarına yaymamıştır. Belirli kişilere, belirli olaylara, belirli şartlara karşı vicdanını kullanmış, irade göstermiş, nefsindeki kötülükleri yenmiş; ama belirli noktalarda da nefsini haklı görerek eski kişiliğini sürdürmüştür.
Oysa Allah Katında makbul olan, kişinin her şartta, her olayda, her insana karşı nefsinin kötülüklerini yenebilmesi; duruma göre değişen belirli bir “dayanıklılık sınırı”nın olmamasıdır. Birçok zor ve sıkıntılı olay üst üste gelse de, karşısına kendisinden çok daha fazla kusuru olan, tahammülsüz, merhametsiz, öfkeli, ters ya da uzlaşılması mümkün olmayan zor insanlar çıksa da, müminin yine de güzel ahlakta irade göstermesi gerekir. Allah bazen imtihanın bir gereği olarak bir çok zorluğu bir arada yaratabilir. Zorlu hastalıklar, maddi sıkıntılar, çevreden gelen iftira, baskı, saldırılar ve şeytanın vesveseleri bir anda bir kişinin hayatına hakim olabilir. Ancak işte gerçek müminleri ortaya çıkaran, gerçekten samimi iman eden kimselerin ayırdedilmesini sağlayan olaylar da bunlardır.
Bu nedenle samimi bir mümin hiçbir zaman için kendisini şeytanın telkinlerine bırakıp güçsüzlüğü kabul etmez. Ne konuşmalarında ne de düşüncelerinde asla kendisine güçsüzlük telkini yapmaz. Aksine nefsindeki kötü huylara, kişiliğindeki bozukluklara karşı çok keskin bir iradeyle karşı koyup güçlü bir karakter sergiler. Mümin, Allah’ın rızasını kazanabilmek için, değil kişiliğindeki birkaç eksiklik, dünya şartlarında karşısına çıkabilecek her türlü zorluk ve sıkıntıyı aşmaya taliptir. Asıl hayatın, ahirette olduğunu; dünya hayatının ise -Allah’ın lütfettiği eşsiz nimetlerin yanı sıra-, pek çok konuda da denenerek geçeceği bilir.
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)