Şeytanın etkisiyle hareket eden insanların kendilerini masum gösterebilmek için başvurdukları yöntemlerden biri de yalan söylemektir. Ancak yalan söylemek deyince akla sadece çok açık ve net olarak ortada olan bir konunun tam tersinin söylenerek gizlenmesi gelmemelidir. Şeytan kötülüğün sessiz dilini öğrettiği insanlara, yalanı da ispatı çok zor olacak şekilde sinsice söylemenin yollarını gösterir. Eğer ispat edilemiyorsa, ortada gerçek anlamda bir yalan da olmadığına inanmalarını sağlar. Ve bu yolla yalanın adı konulmamış bir şekilde gizliden gizliye insanlar arasında yaygınlaşmasını ister.
Dolayısıyla söz konusu kişiler, aslında çok sık yalan söyledikleri halde, kendilerini bu tavır bozukluğundan müstağni görürler. Şeytanın bu yöntemiyle söyledikleri yalanlara ise farklı isimler takarak bunlara masumiyet kazandırmaya çalışırlar. Örneğin “ağzımdan öyle çıktı”, “yanlış ifade ettim”, “eksik anlatmışım”, “yanlış hatırlamışım”, “o kısmını söylemeyi unutmuşum”, “başka bir konuyla karıştırmışım” gibi açıklamalarla söyledikleri yalanı iyi niyetli ve zararsız bir eylem gibi göstermeye çabalar, kendilerini de bu açıklamalara inandırırlar. Söyledikleri sözlerin dinleyenler tarafından “yalan” olduğu algılansa da, onların bunları dile getirmekteki amaçlarının yalan söylemek olmadığını öne sürerler. Önemli olanın bunları söylerken kalplerinde taşıdıkları “niyet” olduğunu ve kendilerinin de bu iyi niyetlerinden emin olduklarını iddia ederler. Oysa bu da yine bir başka yalandır ve kalplerine Allah’ı şahit gösterdikleri halde Allah yalan söylemekte olduklarını bilmektedir.
Şeytan açıktan açığa yalana teşvik edemediği insanları işte bu tür sinsi yöntemlerle dürüstlükten uzaklaştırır. Kimi zaman bir konuyu olduğundan farklı, eksik ya da fazlasıyla anlattırarak, kimi zaman söylenen sözü daha sonrasında değiştirip kelimelerin anlamını saptırmaya teşvik eder. Kuran’ın “Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline.” (Casiye Suresi, 7) ayetiyle bu kimselerin “gerçeği sürekli ters yüz ederek” söyledikleri yalanlara dikkat çekilmiştir.
Şeytanın etkisiyle hareket eden bu kimseler, makul olmayan davranışlarda bulunurken bunları sonrasında ne şekilde açıklayacaklarını, bazen daha o eylemi yaparken akıllarından geçirerek belirlerler. Bazen de bunun sonucunu hiç düşünmez; yaptıkları kötü tavırlar ortaya çıktığında, kendilerini temize çıkarabilmek için bir anda refleks olarak yalana başvururlar. Söz konusu kişilerin bu reflekslerini harekete geçiren ise elbette ki yine şeytandır. Onlara bir konuyu en iyi ne şekilde tevil edebileceklerini, aksinin ispatını en iyi nasıl zorlaştırıp kendilerini masum gösterebileceklerini ilham eder.
Ancak bir yalan genellikle peşinden pek çok yalanı da beraberinde getirir. Bu nedenle şeytanın etkisine giren kimseler kendilerini temize çıkarabilmek için seri şekilde yalan söylemeye başlarlar. Sadece tek bir konudaki samimiyetsizliklerini örtebilmek için, panik halde düşünmeden pek çok yanlış bilgi verir, bozuk mantıklar öne sürerler. Söyledikleri yalanlar karşılarındaki kimseler tarafından çürütüldüğünde ise, ne yapacaklarını iyice şaşırır ve bu sefer de yanlış anlaşıldıklarını, haksızlığa uğradıklarını iddia edip üste çıkmaya ve konuyu kapatmaya çalışırlar. Hatta böyle bir durumda, kendilerini temize çıkarmak adına yukarıdaki bölümde değindiğimiz gibi yalan yere yemin etmekten de çekinmezler.
Kuşkusuz bu onların Allah’ı gereği gibi tanımamalarından, Allah adına edilen yeminin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunun şuurunda olmamalarından kaynaklanır. Allah’tan gereği gibi korkmamaları nedeniyle bu konuda çirkin bir cesaret göstermektedirler. Yalan yere yemin edip Allah’ı şahit getirirken, gizlilerin gizlisini bilen Allah’ın kendilerini işittiğini akıllarına bile getirmemektedirler. Kaldı ki kendilerine hatırlatıldığında da şeytanın etkisinde oldukları için bu gerçeği göz ardı edebilmektedirler. Oysa belki şuurunda değillerdir fakat aslında bu yalanları insanlara değil Allah’a karşı söylemiş olurlar. Kuran’da “… Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler.” (Al-i İmran Suresi, 78) ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekilir. Kuran’ın “Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık” (Kalem Suresi, 10) ayetiyle Allah, bu gibi insanlara itimat edilmemesi gerektiğine işaret etmektedir.
Kuran’da, Hz. Yusuf’un kardeşlerinin, ona karşı tasarladıkları “kötülüğü” örtebilmek için yine aynı yönteme; yalana başvurdukları bildirilmektedir. Kendi aralarında kardeşleri Hz. Yusuf’u öldürebilmek için bir plan kurmuş, ardından da onun “iyiliğini” istediklerini söyleyerek babalarından Hz. Yusuf’u kendileriyle birlikte göndermesi için izin istemişlerdir:
(Bu karara vardıktan sonra) “Ey Babamız,” dediler. “Sana ne oluyor, Yusuf’a karşı bize güvenmiyorsun? Oysa gerçekte biz, onun iyiliğini isteyenleriz. Sen onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz.” (Yusuf Suresi, 11-12)
Daha sonra Hz. Yusuf’u bir kuyunun dibine bırakmış, babalarına ise bir başka yalan ile gelerek onu bir kurdun kaptığını söylemişlerdir. Bir yandan da ‘biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin’ diyerek kendilerini masum göstermeye çalışmışlardır:
“Akşamüstü babalarına ağlar vaziyette geldiler. Dediler ki: “Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf’u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin. ” (Yusuf Suresi, 16-17)
Babaları Hz. Yakup ise onların yalan söylemekte olduklarını fark ederek, sözlerine güvenmemiş ve onların kötü düzenlerine karşı Allah’a sığındığını belirtmiştir:
Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. “Hayır” dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (Kendisi’nden) yardım istenecek olan Allah’tır.” (Yusuf Suresi, 18)